Blog

tbb2.jpgSavunma tarafı yargılamanın olmazsa olmaz unsurudur. Yargının kurucu unsurları arasında ayrım yapılmaksızın, hakim ve savcı stajyerlerine sağlanan maddi koşulların avukat stajyerlerine de sağlanması amacıyla, stajyerlerin staj süresince kendi maddi yaşamlarını ve mesleki eğitimlerini sürdürmesine yarayacak ücreti alması gerekmektedir. Karşılıksız olması gereken bu ücret hakim ve savcı stajyerlerinin ücretlerinin karşılandığı kaynaktan karşılanmalıdır. Hazineden karşılanacak kaynağın stajyere ödeme biçim ve yönteminin TBB ve ilgili baro tarafından yapılması, ancak Hazine ilgili kaynağı doğrudan TBB’ye aktarılması öngörülmüştür. Stajyerlerin sağlık güvencesine kavuşturulmaları, SGK’ya tabi olmaları, sigorta primleri konularında hakim ve savcı adaylarına uygulanan yönteme paralel olarak verilecek ücretten kesilmeli ve ilgili kuruma TBB veya ilgili baro tarafından ödenmelidir. Bu ve benzeri konularda ayrıntılı düzenlemenin TBB tarafından çıkartılacak yönetmelikle düzenlenmesi yerinde olacağından, kanun teklifi bu hususlarda yalnızca değişiklik yapılmasını ön görmüş olup 1136 sayılı Avukatlık Kanunu 27. madde 4. fıkrada yer alan ‘kredi’ kelimesi yerine ‘burs’ sözcüğünün getirilmesi şeklinde değişiklik yapmıştır.

Devamını Oku..

haddockswearing.jpgYargıtay 4. CD. 2012/35914E., 2014/2639K. ve 30.01.2014 tarihli kararında, ‘lan’ sözcüğünün hakaret niteliğinde kabul edilip edilemeyeceği ile ilgili olarak hüküm kurmuştur. Söylenen sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmesi için açıkça onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir. Sanığın, ifadesini almayan polis memurlarına söylediği kabul edilen ‘beni burada tutamazsınız lan’ şeklinde ve kaba hitap tarzı niteliğindeki sözlerin, müştekinin onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmaması nedeniyle hakaret suçunun unsurları oluşmadığı gözetilmelidir. Hakaret eyleminin karakolda ifade ama odasında gerçekleştiğinin anlaşılması karşısında, aleniyet unsurunun ne suretle oluştuğu tartışılıp açıklanmadan cezanın artırılması yasaya aykırıdır.

Hakaret fillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin onur, şeref ve saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleşmesi gerekmektedir. Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda nispi olup, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir. Kamu görevlileri veya sivil vatandaşa yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmesi, sözlerin açıkça onur, şeref, ve saygınlığı rencide edecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir. Olay günü sanığın, kendisinin ifadesini almaya çalışan polis memuru müştekiye söylediği kabul edilen ‘beni burada tutamazsınız lan’ şeklinde ve kaba hitap tarzı niteliğinde sözlerin, müştekinin onur, haysiyet, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmaması nedeniyle hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden mahkumiyet kararı verilmesi, kabule göre de, hakaret eyleminin karakolda ifade alma odasında gerçekleştiğinin anlaşılması karşısında, aleniyet unsurunun ne suretle oluştuğu açıklanmadan yetersiz gerekçe ile cezanın arttırılması kanuna aykırıdır. Bu nedenle kanuna aykırı olarak verilen hükmün bozulmasına oybirliği ile karar verilmiştir.

Devamını Oku..

yarrgtay.jpg

Yeni yargı paketi olarak da anılan Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı’ nın 29-55 maddelerini içeren ikinci bölümü kabul edildi. Tasarıda yer alan;

Yargıtay yapısı, siyasi parti amblem ve rumuz kullanımı, Adalet Bakanlığı personelinin istihdamı, Sulh Ceza Mahkemeleri’ nin işleyişi, Başsavcı atama usullerinin değiştirilmesi gibi pek çok değişiklik kabul edildi. Sulh Ceza Mahkemelerinin Kaldırılması Kabul edilen tasarı ile Sulh Ceza Mahkemelerinin kaldırılarak, bu mahkemelerin görevlerinin Asliye Ceza Mahkemeleri’ne devredilmesi hususu düzenlenmiştir. Buna göre; soruşturma aşamasında hakim tarafından verilmesi gereken kararları almak, işleri yapmak ve bunlara karşı gerçekleşen itirazları incelemek amacıyla yalnızca Sulh Ceza Hakimliği kurulacak. Yargıtay Bakımından Değişiklikler Kabul edilen tasarı ile Yargıtay dairelerinin hukuk veya ceza dairesi olarak sayıları belirtilmeksizin toplam 38 daire olacağı, bunların kaçının hukuk, kaçının ceza dairesi olacağı ve bunlar arasındaki iş bölmüne Yargıtay Büyük Genel Kurulu tarafından karar verileceği, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’nu oluşturan daire başkanları ve üyelerin sayısının, daha katılımcı ve çoğulcu bir kurul oluşturulmasını sağlamak adına sekizden on ikiye çıkarılacağı, yedek üye sayılarının dörtten sekize yükseltileceği, böylece daha çok sayıda daire başkan ve üyelerinin Birinci Başkanlık Kurulu’nda temsilinin sağlanacağı, Başkanlar Kurulu’nun hazırladığı işbölümü karar tasarısı üzerinde, Büyük Genel Kurul’da değişiklik teklif edilebilmesi için gereken üçte bir oranın, onda bir şeklinde değiştirileceği düzenlenmiştir.

Devamını Oku..

24 Ekim 2013 tarihinde Meclis’e sunularak, ancak 29 Nisan 2014 tarihinde görüşülen Soma’daki Madenlerde Meydana Gelen İş Kazalarının Araştırılmasına Yönelik Önerge, Soma’da meydana gelen  ve 282 işçinin ölümüne neden olan maden kazasının yaşanmasından iki hafta önce reddedilmiştir. 

Devamını Oku..

ta1.jpgAçıklanan resmi rakamlara göre Türkiye’de çalışan taşeron işçi sayısı 661 bin olarak belirtiliyor ancak gerçek rakam 1 milyon 200 bini aşıyor. Taşeron işçilerin %10’unun maaşı asgari ücret görünüyor ama taşeron bankadan verdiği ücretin bir kısmını elden alıyor. Ucuz işçilik ve yandaşa para aktarmak için çalıştırılan taşeron işçilerle ilgili olarak Hak- İş Konfederasyonu tarafından yapılan ‘Taşeron İşçisi Gerçeği Araştırması’nda işçilerin %22.6’sı yandaşlara para/kaynak aktarmak, %51’i ucuz işçilik, %16.3’ü sendikal ve sosyal haklardan mahrum bir işçilik yaratmak için taşeron tercih edildiğini düşünüyor. Getirilen taşeron kanununun başta Karayolları Genel Müdürlüğü, Sağlık Bakanlığı ve Türkiye Kömür İşletmeleri olmak üzere yaklaşık 161 bin işçinin durumunu netleştirmesi bekleniyor. Kamuda çalışan yaklaşık 661 bin taşeron işçini 161 bini asıl işi yapıyor.

Hazırlanan taşeron kanunu ile; kamuda çalışan taşeron işçilerin kıdem tazminatlarını, söz konusu kamu kuruluşunun üstleneceği, hangi işlerin taşerona verileceği hususunu Bakanlar Kurulu’nun belirleyeceği, hem kamu hem özel sektörde taşeron işçilerin iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin işe başlamadan alınacağı, bunun gözetim ve denetiminden de asıl işverenin sorumlu olacağı, kamu ve özelde asıl işverenin, taşeron işçinin ücretlerinin ödenmesinden de sorumlu tutulacağı ve ücretlerin bankaya ödeneceği, taşeron işçinin sürekliliğini sağlamak amacıyla yapılan sözleşmelerin en az üç yıllık olacağı, taşeron işçinin sendikalı olması durumunda aradaki ücret farkının kamu kuruluşu tarafından üstlenileceği, yer altı işçileri için altı aylık kıdeme sahip olma şartının kaldırılacağı, yer altı işçilerinin yıllık izin sürelerinin diğere işçilere kıyasla dört gün daha fazla olacağı, yer altı işçilerinin mevcut sistemde 45 saat olarak uygulanan çalışma saatlerinin azami 36 saate düşürüleceği, azami mesainin 6 saat ile sınırlı olacağı, taşerona verilmeyen asıl işlerin artık yasal olarak taşerona aktarılabileceği konuları düzenleniyor.

Devamını Oku..

vergi2.jpgMeclise sunulan vergi affı paketiyle, vergiler, SGK primleri, idari para cezaları, takipteki kamu alacaklarında gecikme faizlerinden ve cezalardan vazgeçilmesi, tüm borçların ÜFE ve TÜFE’ye göre yeniden yapılandırılması, 18 aya kadar ödeme imkanı getirilmesi, sigara cezaları dışında kalan 120TL’nin altındaki idari para cezalarının silinmesi gibi borçlu lehine pek çok uygulama ve af getirilmesi öngörülüyor. En son 2011 yılında, başka vergi affı olmayacağını belirterek af çıkaran hükümet, Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde tekrar vergi affı çıkartılmasını teklif ederek borçlarını düzenli ödeyen vatandaşın güvenini sarsmıştır. Teklif edilen vergi affının yürürlük kazanması ile, vergilerini zamanında ödeyen insanların haksızlığa uğrayacağı hususu tartışma yaratmıştır. Zira hükümet, vergisini düzenli ödeyen vatandaş için hizmet etmek yerine, borcunu ödemeyeni ödüllendirermektedir.Devlete ve uygulanan vergi sistemine güvenin zedelenmesi ise hükümet açısından bağlayıcılık teşkil etmemektedir.

Orta gelir düzeyli vatandaş için avantaj olarak değerlendirilebilecek kanun teklifinin önemli noktalarından biri; bilanço esasına göre defter tutan kurumlar vergisi mükellefleri şirketlerin bilançoda görünen ancak fiilen ortada olmayan, şirket hesabından çekilerek kayıt dışı olarak belgesiz kullanılan meblağın, belgesiz şekilde kullanıldığının beyan edilmesi halinde yalnızca %3 vergi alınacağının düzenlenmesi. Şirketten borç çekilmesinin ve geri ödenmesinin çok sıkı kurallara bağlandığı Türk Ticaret Kanunu ile taban tabana zıtlık teşkil eden böyle bir kanun teklifinin yürürlük kazanması halinde uygulamada çıkacak sorunlar ve şirket bilançolarında görülüp şirket işlemleri haricinde belgesiz olarak, nereye harcandığı belli olmayacak şekilde kullanılacak para bakımından ticari güvenlik hususunun ne derece yıpranacağı da ayrıca bir mesele olarak karşımıza çıkıyor.

Devamını Oku..

asdfg.jpgBaşbakan davacı Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı bir televizyon programında kendisine yönelik olarak davalının kullandığı ‘terbiyesiz’ kelimesinin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu belirtilerek açılan manevi tazminat davasında Yargıtay, siyasetle uğraşan kişilere yönelik sert, ağır hatta incitici eleştiriler açısından ortaya konulan AİHM yerleşik kararlarını dikkate alınarak yerel mahkemenin vermiş olduğu kararın bozulmasına hükmetmiştir. Olayda, davacı, televizyonda yayınlanan bir programa konuk olarak katılan milletvekili davalının, kişiliğine yönelik olarak söylediği ’terbiyesiz’ sözünün kişilik haklarına saldırı olduğunu belirterek, davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulmasını istemiştir. Davacının başbakan, davalının ana muhalefet partisi milletvekili olmasından dolayı her iki tarafın da siyasetçi olması bakımından AİHM’in istikrar kazanmış uygulamalarında siyasetle uğraşan kişilerin kendilerine yönelik sert, ağır hatta incitici eleştirilere dahi katlanması gerektiğinin vurgulanması dikkate alındığında, hüküm altına alınan 10.000TL manevi tazminatın fazla olduğuna, daha alt düzeyde manevi tazminata hükmedilmesi gerektiğine, bu nedenle de kararın bozulmasına hükmedilmiştir.

Devamını Oku..

pol1.jpgDemokrasilerde protesto ve gösteri hakkı en tabi haklardan olarak kabul görmektedir. Zira demokrasiler, mevcut toplumsal talepler farklı şekilde dile getirebildikçe demokrasi olarak kabul edilebilirler. Bu bağlamda toplumsal hareket ve protestoların en doğal demokratik haklardandır. Son bir yıldır ülkemizde meydana gelen olaylarda 13 vatandaşımız polis mermisi, gaz bombaları veya fiziksel şiddet nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Anayasal güvence altında bulunan gösteri yürüyüşlerine katılan bu insanlara, güvenlik güçleri tarafından şiddet uygulanması ve silah kullanılarak müdahale edilmesi, kışkırtıcı ve kindar söylemlerin eseridir.

İnsanlar, demokratik haklarının ihlal edildiğini, özgürlüklerinin kısıtlandığını, işsizliğin arttığını, iletişim özgürlüğünün kısıtlandığını ve yaşam alanlarına müdahale edildiği düşüncesiyle ülkemizde son bir yıldır gerçekleştirilen protestolara destek vermişlerdir. Ancak vatandaşların haklı, özgürlükçü ve barışçıl bu talepleri dikkate alınmamış, bunun yerine polis demokratik bu talepler karşısında şiddet kullanmaya teşvik edilmiştir. Bu hususta polis ana görevi olan ‘vatandaşın can güvenliğini sağlama’ gayesinden ciddi anlamda uzaklaşmıştır. Kolluk kuvvetleri, vatandaşların şiddet içeren eylemleri karşısında dahi silah kullanmak yerine, eylemciyi kanunlar çerçevesinde etkisiz hale getirmekle mükelleftir. Kolluk kuvvetlerinin bedeni ve maddi güç bakımından imkanları da bunun için fazlasıyla yeterlilik teşkil etmektedir. Ülkede yaşanan kolluk kuvvetleri kaynaklı şiddet olaylarının ciddi anlamda artması karşısında hükümetin kışkırtıcı ve kindar söylemlerden kaçınarak bu bağlamda polisin silah kullanmasının alışkanlık haline getirilerek meşrulaştırılmasının önüne geçmesi gerekmektedir. Zira bu şekildeki söylemlerin yarattığı gerginlik, bazı emniyet mensuplarında öfke ve kin ile hareket etme etkisi yaratabilecek nitelikte olup, kargaşa ortamında eylemciye karşı kasti olarak zarar verme teşebbüsüne dahi yol açabilecek niteliktedir. Böyle bir ortamda, toplumsal gösteri ve protestoya müdahale edecek kolluk kuvvetlerinin mutlak surette silahsız olması gerekmektedir. Yaşanan olaylar göz önüne bulundurulduğunda, toplumsal olaylarda görev yapacak polislerin silah kullanımının sınırlandırılması gerekmektedir.  Polisin, kanunda belirtilmiş istisnai haller dışında, direnişin derecesine göre eylemcileri etkisiz hale getirecek bedeni kuvvet ve maddi güç olanaklarını kullanmadan silaha başvurması hukuki değildir.

Devamını Oku..

tbb2.jpgAvukatlık mesleğinin saygınlığıyla doğru orantılı olarak Avukat Kimliklerinin de Türk Vatandaşlığını ispatta nüfus kayıtları, nüfus cüzdanları ve pasaport gibi geçerli olması adına düzenlenen kanun teklifi  29.05.2014 tarihinde meclise sunulmuştur. 5901 sayılı Türk Vatandaşlığının İspatı maddesinde, Türk Vatandaşlığı ispatında nüfus kayıtları, nüfus cüzdanları, pasaport ve pasaport yerine geçen belgeler sayılmakta ve Türk vatandaşlığının ispatının herhangi bir şekle tabi olmadığı belirtilmektedir. Söz konusu kanun kapsamında sayılan resmi kayıt ve belgelerin, aksi sabit oluncaya kadar ilgilinin Türk vatandaşı olup olmadığı konusunda herhangi bir tereddüte düşüldüğü takdirde bu hususun bakanlığa sorulacağı düzenlenmiştir. Ancak söz konusu kanun maddesinde sayılan belgeler arasında Avukat Kimlikleri ayrı bir başlık halinde ele alınmamıştır.

Bilindiği üzere 1136 sayılı Avukatlık Kanunu, Avukatlığa Kabul Şartları başlıklı 3. Maddesinde, avukatlık mesleğine kabul edilmek için öngörülen ilk şart ‘Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak’ şeklinde düzenlenmiştir. Bu bağlamda, Türk vatandaşı olmayan bir şahsın avukatlık mesleğine kabul edilemeyeceği hususunun aşikar olması bakımından kanun teklifi; 1136 sayılı Kanunda değişiklik yapılarak ‘1136 sayılı Avukatlık Kanununun Avukatlık Ruhsatnamesi ve Yemin başlıklı 9. Maddesi 4. Fıkrasına ‘Avukat kimlikleri, tüm resmi ve özel kuruluşlar tarafından kabul edilecek resmi kimlik hükmündedir’ ibaresi çıkarılarak yerine ‘Avukatlık kimlikleri, resmi kimlik hükmünde olup 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu’nun 36. Maddesinde belirtilen belgelerden sayılır.’ ibaresinin konulmasını öngörmektedir.

Devamını Oku..

tuk1.jpg28 Kasım 2013 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak, yayım tarihinden 6 ay sonra yürürlüğe gireceği kabul edilen 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun 28 Mayıs 2014 günü yürürlük kazanmış bulunmaktadır.  Yürürlüğe giren kanunun, kamu yararına uygun olarak tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarını koruyucu, zararlarını tazmin edici, çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı nitelik taşıması ve ayrıca, tüketiciyi aydınlatıcı ve bilinçlendirici önlemleri alma, tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini özendirme ve bu konulardaki politikaların oluşturulmasında gönüllü örgütlenmeleri teşvik etmeye ilişkin hususları düzenleme ihtiyacına cevap verici tarzda düzenlemeler içeren tarzda bir kanun olması amaçlanmıştır.

28.05.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6502 sayılı Tüketicinin Korunması hakkında kanun, 4077 sayılı önceki kanuna göre kapsam bakımından tüketiciler lehine genişletilmiş bulunmaktadır. Yeni kanun ile tüketici kredileri ve kredi kartları ile ilgili sözleşmeler, kart üyelik aidatları, ön ödemeli konut satış sözleşmeleri, ayıplı malların iadesi, abonelik sözleşmeleri, reklamlar gibi pek çok alanda tüketici hakları ve kanuna aykırılığın müeyyideleri düzenlenmiştir. 6502 sayılı kanun ile getirilen kimi değişiklikler;

Devamını Oku..

Miners-Lamps1980’lerle ortaya çıkan küreselleşme kavramı ile, sermayenin dünya genelinde likidite kazanarak hareket hızının artması süreci yaşanmıştır. Küreselleşme ile aynı dönemde ortaya çıkan neoliberalizim konseptiyle sermaye dolaşımının önündeki engeller kalkmış, ancak bu nedenle, toplum, doğa ve emeğin saldırıya uğrayabilmesinin önü açılmıştır. Neoliberalizm esasen; toplumun çürütülmesi, doğanın talanı ve emeğin sömürülmesi temelinde işleyen kapitalizmin güncel biçimi olup, özelleştirme, serbest dış ticaret rejimi ve ihracata dayalı büyüme modellerini baz almaktadır. Neoliberlizm, ortaya çıktığu 80’lerden itibaren kapitalizmin vahşi uygulamalarını arttırmış, emekçilere yıkım getirecek uygulamalar ortaya koymuştur. Kamu işletmelerinin verimsizliği ve hantal bürokratik anlayış bahane edilerek özelleştirme adı altında kamusal kaynakların özel sermayeye peşkeş çekilmesi, işsizliği arttırmıştır. Bir yandan da ‘emeğin üretkenliğinin artırılması’ kılıfı altında toplu sözleşme hakkı ve sendikal haklar zedelenmiş, işten çıkarmalar kolaylaşmış, iş güvencesi azalmış, işçi sağlığı standartları aşağıya çekilmiştir. Böylece, sermaye likiditesini sağlamak için her türlü engelin ortadan kaldırılması amacıyla uygulanan deregülasyon/kuralsızlaştırma politikalarıyla, ne pahasına olursa olsun ‘daha az maliyet daha fazla kar’ kaygısı sisteme hakim olmuştur.

Söz konusu politikaların en vicdansız uygulamaları maden sektöründe yaşanmaktadır. Maden sektöründe uygulanan rödövans sözleşmeleri ile, daha az maliyet daha fazla kar ilkesi temelinde taşeronlaşmayı hayata geçirmektedir. Buna göre ruhsat sahipleri, faaliyetleri ile ilişkili olarak üçüncü kişi ya da kuruluşlarla sözleşme yaparak işletme izinlerini kiralamakta, maden işletmelerinin maden işçileri üzerindeki baskısı artmakta, daha fazla üretim yapılması baskısıyla yoğun ve sağlıksız koşullarda çalışma şartları dayatılmaktadır. Yalnız ve yalnız kar etme ilkesiyle hareket eden şirketler, maden gibi yüksek güvenlik isteyen tehlikeli bir sektörde maliyetleri azaltmak için gerekli güvenlik önlemlerini göz ardı etmektedirler. Bu husus da, zaten yüksek risk taşıyan maden sektöründe iş kazası olarak adlandırılan iş cinayetlerine zemin hazırlamaktadır.

Devamını Oku..

http://vagus.tv/2013/09/09/cocuk-iscilerin-artan-drami/

30.03.2012 tarihinde kabul edilen İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile yürürlüğe giren 12 yıllık zorunlu eğitim uygulaması, mevzuat bakımından sekiz yıllık zorunlu eğitim dönemini esas alarak hazırlanmış olan 4857 sayılı İş Kanunu bakımından uyumsuzluk yaratmaktadır. Şöyle ki; 8 yıllık zorunlu eğitimi baz alan 4857 sayılı İş Kanunu’nun ‘Çalıştırma Yaşı ve Çocukları Çalıştırma Yasağı’ başlığı altında düzenleme bulan hükümler, 12 yıllık zorunlu eğitim sistemiyle örtüşmekten uzak kalmıştır. Bu uyumsuzluğun giderilmesi adına 22.05.2014 tarihinde meclise sunulan kanun teklifi; 4857 sayılı İş Kanunu 71. maddesinin, 12 yıllık zorunlu eğitim sistemi ile uyumlu hale getirilerek, zorunlu eğitim çağındaki bireylerin eğitim haklarının güvence altına alınması, hukuksal bütünlük ve yasalar arasındaki uyumun korunması yanı sıra gençlerin eğitim görme hakkı bakımından fırsat eşitliğine dayalı olarak yarar sağlamasını amaçlamaktadır.

Meclise sunulan kanun teklifi ile İş Kanunu ilgili 71. maddesinin  ’18 yaşını doldurmamış çocukların çalıştırılması yasaktır. Ancak 16 yaşını doldurmuş çocuklar, ders yılının son bulması ile okulların yeniden açıldığı tarihler arasında güvenlik, sağlık, bedensel, zihinsel ve ahlaki gelişmelerine engel olmayacak hafif işlerde çalıştırılabilirler. On altı yaşını doldurmuş genç işçilerin okulun kapalı olduğu dönemde hangi çeşit işlerde çalışabilecekleri ve çalışma koşulları Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından altı ay içinde çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenir.’  şeklinde değiştirilmesi öngörülmektedir.

Devamını Oku..

judgedit.jpgAvukatlık mesleğinin mahiyeti ve icrasında kamu yararı bulunduğunun kuşkusuz olması ve adaletin eksiksiz sağlanmasında savunmanın dayanağı ile güç kaynağının kamu yararı olması bakımından, avukatlık mesleğinin ifasında engelleyici girişimlerin ve bazı hallerde avukattan bilgi ve belge saklama şeklinde gelişen eylemlerin doğrudan kamu yararın örseleyici nitelikte olduğu açıktır. Bu bağlamda, adaletin sağlanması amacıyla ihtiyaç duyulan bilgi ve belgelerin avukata verilmesi görevi yalnız devlet memurları bakımından değil, bağımsız idari otoriteler tarafından da geçerlilik teşkil etmelidir.

Bu bakımdan avukata, görevini yerine getirirken yardımcı olması zorunlu tutulan kuruların yanı sıra BDDK, SPK, Rekabet Kurumu gibi bağımsız idari otoritelerin de eklenmesi hususunu düzenleyen 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nda değişiklik yapılması hakkında kanun teklifi 22.05.2014 tarihinde meclise sunulmuştur. Sunulan işbu kanun teklifi ile, kanunda yazılı olan yükümlülüğün kamu görevlisi olmayanlar açısından da yaptırıma bağlanması, kamu görevlisi olanlar açısından ise yükümlülük ihlalinin yaptırımı tereddüde yer vermeyecek mahiyette somutlaştırılması amaçlanmaktadır.

Devamını Oku..

bribeRüşvet suçlarının işlenmesinde caydırıcılık sağlamak amacıyla hazırlanan ‘5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 252. Maddesinin 1. Fıkrasının değiştirilmesine ilişkin kanun teklifi 22.05.2014 tarihinde meclise sunulmuştur.

Son zamanlarda gündemde büyük yer edinen rüşvet suçu ve müeyyidesi tartışmaları doğrultusunda, mevzuattaki düzenlemelerin rüşvet suçu bakımından yeterli caydırıcılığı sağlamadığı, bu bakımdan rüşvet suçuyla ilgili hürriyeti bağlayıcı cezanın alt haddinin arttırılması şeklindeki bir düzenlemeyle de kamu görevlileri arasında bu suçu işleme oranında düşme yaşanacağı düşünülmektedir.

Kanun teklifi ile TCK 252. Maddenin ‘Görevinin ifasıyla ilgili bir işi yapması veya yapmaması için, doğrudan veya aracılar vasıtasıyla, bir kamu görevlisine veya göstereceği bir başka kişiye menfaat sağlayan kişi, altı aydan on iki yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.’ şeklinde düzenlenmesi öngörülmektedir.

Devamını Oku..

soma22Türk Ceza Kanunu 83. maddesi kasten öldürme suçunun ihmali davranışla işlenmesi hususunu düzenlemektedir. Kişinin yükümlü olduğu belli bir icrai davranışı gerçekleştirmemesi dolayısıyla meydana gelen ölüm neticesinde sorumlu tutulabilmesi için, bu neticenin oluşumuna sebebiyet veren yükümlülük ihmalinin icrai davranışa eşdeğer olması gerekir. İhmali ve icrai davranışın eşdeğer kabul edilebilmesi için kişinin; belli bir icrai davranışta bulunmak hususunda kanuni düzenlemelerden veya sözleşmeden kaynaklanan bir yükümlülüğünün bulunması, önceden gerçekleştirdiği davranışın başkalarının hayatıyla ilgili olarak tehlikeli bir durum oluşturması gerekir. Belli bir yükümlülüğün ihmali ile ölüme neden olan kişi hakkında temel ceza olarak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine 20 yıldan 25 yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine 15 yıldan 20 yıla kadar, diğer hallerde ise 10 yıldan 15 yıla kadar hapis cezasına hükmolunabileceği gibi, cezadan indirim de yapılmayabilir.

Bir insan öldürme fiilinin bu kapsamda değerlendirilebilmesi için kişinin yükümlü olduğu belli bir icrai davranışı kasten gerçekleştirmemesi gerekir. Gerçekten, belli bir yönde icra davranışta bulunma yükümlülüğü altında bulunan kişi, bu yükümlülüğün gereği olan icra davranışta bulunmaması sonucunda bir insanın ölebileceğini öngörmüş ise olası kastla işlenmiş olan öldürme suçunun oluştuğunu, buna karşılık söz konusu yükümlülüğe aykırı  davrandığının bilincinde olduğu halde bunun sonucunda bir insanın ölebileceğini objektif özen yükümlülüğüne aykırı olarak öngörmemiş ise, taksirle işlenmiş öldürme suçundan dolayı sorumlu tutulması gerekmektedir.

Devamını Oku..