Archives: Mayıs 2014

pol1.jpgDemokrasilerde protesto ve gösteri hakkı en tabi haklardan olarak kabul görmektedir. Zira demokrasiler, mevcut toplumsal talepler farklı şekilde dile getirebildikçe demokrasi olarak kabul edilebilirler. Bu bağlamda toplumsal hareket ve protestoların en doğal demokratik haklardandır. Son bir yıldır ülkemizde meydana gelen olaylarda 13 vatandaşımız polis mermisi, gaz bombaları veya fiziksel şiddet nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Anayasal güvence altında bulunan gösteri yürüyüşlerine katılan bu insanlara, güvenlik güçleri tarafından şiddet uygulanması ve silah kullanılarak müdahale edilmesi, kışkırtıcı ve kindar söylemlerin eseridir.

İnsanlar, demokratik haklarının ihlal edildiğini, özgürlüklerinin kısıtlandığını, işsizliğin arttığını, iletişim özgürlüğünün kısıtlandığını ve yaşam alanlarına müdahale edildiği düşüncesiyle ülkemizde son bir yıldır gerçekleştirilen protestolara destek vermişlerdir. Ancak vatandaşların haklı, özgürlükçü ve barışçıl bu talepleri dikkate alınmamış, bunun yerine polis demokratik bu talepler karşısında şiddet kullanmaya teşvik edilmiştir. Bu hususta polis ana görevi olan ‘vatandaşın can güvenliğini sağlama’ gayesinden ciddi anlamda uzaklaşmıştır. Kolluk kuvvetleri, vatandaşların şiddet içeren eylemleri karşısında dahi silah kullanmak yerine, eylemciyi kanunlar çerçevesinde etkisiz hale getirmekle mükelleftir. Kolluk kuvvetlerinin bedeni ve maddi güç bakımından imkanları da bunun için fazlasıyla yeterlilik teşkil etmektedir. Ülkede yaşanan kolluk kuvvetleri kaynaklı şiddet olaylarının ciddi anlamda artması karşısında hükümetin kışkırtıcı ve kindar söylemlerden kaçınarak bu bağlamda polisin silah kullanmasının alışkanlık haline getirilerek meşrulaştırılmasının önüne geçmesi gerekmektedir. Zira bu şekildeki söylemlerin yarattığı gerginlik, bazı emniyet mensuplarında öfke ve kin ile hareket etme etkisi yaratabilecek nitelikte olup, kargaşa ortamında eylemciye karşı kasti olarak zarar verme teşebbüsüne dahi yol açabilecek niteliktedir. Böyle bir ortamda, toplumsal gösteri ve protestoya müdahale edecek kolluk kuvvetlerinin mutlak surette silahsız olması gerekmektedir. Yaşanan olaylar göz önüne bulundurulduğunda, toplumsal olaylarda görev yapacak polislerin silah kullanımının sınırlandırılması gerekmektedir.  Polisin, kanunda belirtilmiş istisnai haller dışında, direnişin derecesine göre eylemcileri etkisiz hale getirecek bedeni kuvvet ve maddi güç olanaklarını kullanmadan silaha başvurması hukuki değildir.

Devamını Oku..

tbb2.jpgAvukatlık mesleğinin saygınlığıyla doğru orantılı olarak Avukat Kimliklerinin de Türk Vatandaşlığını ispatta nüfus kayıtları, nüfus cüzdanları ve pasaport gibi geçerli olması adına düzenlenen kanun teklifi  29.05.2014 tarihinde meclise sunulmuştur. 5901 sayılı Türk Vatandaşlığının İspatı maddesinde, Türk Vatandaşlığı ispatında nüfus kayıtları, nüfus cüzdanları, pasaport ve pasaport yerine geçen belgeler sayılmakta ve Türk vatandaşlığının ispatının herhangi bir şekle tabi olmadığı belirtilmektedir. Söz konusu kanun kapsamında sayılan resmi kayıt ve belgelerin, aksi sabit oluncaya kadar ilgilinin Türk vatandaşı olup olmadığı konusunda herhangi bir tereddüte düşüldüğü takdirde bu hususun bakanlığa sorulacağı düzenlenmiştir. Ancak söz konusu kanun maddesinde sayılan belgeler arasında Avukat Kimlikleri ayrı bir başlık halinde ele alınmamıştır.

Bilindiği üzere 1136 sayılı Avukatlık Kanunu, Avukatlığa Kabul Şartları başlıklı 3. Maddesinde, avukatlık mesleğine kabul edilmek için öngörülen ilk şart ‘Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak’ şeklinde düzenlenmiştir. Bu bağlamda, Türk vatandaşı olmayan bir şahsın avukatlık mesleğine kabul edilemeyeceği hususunun aşikar olması bakımından kanun teklifi; 1136 sayılı Kanunda değişiklik yapılarak ‘1136 sayılı Avukatlık Kanununun Avukatlık Ruhsatnamesi ve Yemin başlıklı 9. Maddesi 4. Fıkrasına ‘Avukat kimlikleri, tüm resmi ve özel kuruluşlar tarafından kabul edilecek resmi kimlik hükmündedir’ ibaresi çıkarılarak yerine ‘Avukatlık kimlikleri, resmi kimlik hükmünde olup 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu’nun 36. Maddesinde belirtilen belgelerden sayılır.’ ibaresinin konulmasını öngörmektedir.

Devamını Oku..

tuk1.jpg28 Kasım 2013 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak, yayım tarihinden 6 ay sonra yürürlüğe gireceği kabul edilen 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun 28 Mayıs 2014 günü yürürlük kazanmış bulunmaktadır.  Yürürlüğe giren kanunun, kamu yararına uygun olarak tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarını koruyucu, zararlarını tazmin edici, çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı nitelik taşıması ve ayrıca, tüketiciyi aydınlatıcı ve bilinçlendirici önlemleri alma, tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini özendirme ve bu konulardaki politikaların oluşturulmasında gönüllü örgütlenmeleri teşvik etmeye ilişkin hususları düzenleme ihtiyacına cevap verici tarzda düzenlemeler içeren tarzda bir kanun olması amaçlanmıştır.

28.05.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6502 sayılı Tüketicinin Korunması hakkında kanun, 4077 sayılı önceki kanuna göre kapsam bakımından tüketiciler lehine genişletilmiş bulunmaktadır. Yeni kanun ile tüketici kredileri ve kredi kartları ile ilgili sözleşmeler, kart üyelik aidatları, ön ödemeli konut satış sözleşmeleri, ayıplı malların iadesi, abonelik sözleşmeleri, reklamlar gibi pek çok alanda tüketici hakları ve kanuna aykırılığın müeyyideleri düzenlenmiştir. 6502 sayılı kanun ile getirilen kimi değişiklikler;

Devamını Oku..

Miners-Lamps1980’lerle ortaya çıkan küreselleşme kavramı ile, sermayenin dünya genelinde likidite kazanarak hareket hızının artması süreci yaşanmıştır. Küreselleşme ile aynı dönemde ortaya çıkan neoliberalizim konseptiyle sermaye dolaşımının önündeki engeller kalkmış, ancak bu nedenle, toplum, doğa ve emeğin saldırıya uğrayabilmesinin önü açılmıştır. Neoliberalizm esasen; toplumun çürütülmesi, doğanın talanı ve emeğin sömürülmesi temelinde işleyen kapitalizmin güncel biçimi olup, özelleştirme, serbest dış ticaret rejimi ve ihracata dayalı büyüme modellerini baz almaktadır. Neoliberlizm, ortaya çıktığu 80’lerden itibaren kapitalizmin vahşi uygulamalarını arttırmış, emekçilere yıkım getirecek uygulamalar ortaya koymuştur. Kamu işletmelerinin verimsizliği ve hantal bürokratik anlayış bahane edilerek özelleştirme adı altında kamusal kaynakların özel sermayeye peşkeş çekilmesi, işsizliği arttırmıştır. Bir yandan da ‘emeğin üretkenliğinin artırılması’ kılıfı altında toplu sözleşme hakkı ve sendikal haklar zedelenmiş, işten çıkarmalar kolaylaşmış, iş güvencesi azalmış, işçi sağlığı standartları aşağıya çekilmiştir. Böylece, sermaye likiditesini sağlamak için her türlü engelin ortadan kaldırılması amacıyla uygulanan deregülasyon/kuralsızlaştırma politikalarıyla, ne pahasına olursa olsun ‘daha az maliyet daha fazla kar’ kaygısı sisteme hakim olmuştur.

Söz konusu politikaların en vicdansız uygulamaları maden sektöründe yaşanmaktadır. Maden sektöründe uygulanan rödövans sözleşmeleri ile, daha az maliyet daha fazla kar ilkesi temelinde taşeronlaşmayı hayata geçirmektedir. Buna göre ruhsat sahipleri, faaliyetleri ile ilişkili olarak üçüncü kişi ya da kuruluşlarla sözleşme yaparak işletme izinlerini kiralamakta, maden işletmelerinin maden işçileri üzerindeki baskısı artmakta, daha fazla üretim yapılması baskısıyla yoğun ve sağlıksız koşullarda çalışma şartları dayatılmaktadır. Yalnız ve yalnız kar etme ilkesiyle hareket eden şirketler, maden gibi yüksek güvenlik isteyen tehlikeli bir sektörde maliyetleri azaltmak için gerekli güvenlik önlemlerini göz ardı etmektedirler. Bu husus da, zaten yüksek risk taşıyan maden sektöründe iş kazası olarak adlandırılan iş cinayetlerine zemin hazırlamaktadır.

Devamını Oku..

http://vagus.tv/2013/09/09/cocuk-iscilerin-artan-drami/

30.03.2012 tarihinde kabul edilen İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile yürürlüğe giren 12 yıllık zorunlu eğitim uygulaması, mevzuat bakımından sekiz yıllık zorunlu eğitim dönemini esas alarak hazırlanmış olan 4857 sayılı İş Kanunu bakımından uyumsuzluk yaratmaktadır. Şöyle ki; 8 yıllık zorunlu eğitimi baz alan 4857 sayılı İş Kanunu’nun ‘Çalıştırma Yaşı ve Çocukları Çalıştırma Yasağı’ başlığı altında düzenleme bulan hükümler, 12 yıllık zorunlu eğitim sistemiyle örtüşmekten uzak kalmıştır. Bu uyumsuzluğun giderilmesi adına 22.05.2014 tarihinde meclise sunulan kanun teklifi; 4857 sayılı İş Kanunu 71. maddesinin, 12 yıllık zorunlu eğitim sistemi ile uyumlu hale getirilerek, zorunlu eğitim çağındaki bireylerin eğitim haklarının güvence altına alınması, hukuksal bütünlük ve yasalar arasındaki uyumun korunması yanı sıra gençlerin eğitim görme hakkı bakımından fırsat eşitliğine dayalı olarak yarar sağlamasını amaçlamaktadır.

Meclise sunulan kanun teklifi ile İş Kanunu ilgili 71. maddesinin  ’18 yaşını doldurmamış çocukların çalıştırılması yasaktır. Ancak 16 yaşını doldurmuş çocuklar, ders yılının son bulması ile okulların yeniden açıldığı tarihler arasında güvenlik, sağlık, bedensel, zihinsel ve ahlaki gelişmelerine engel olmayacak hafif işlerde çalıştırılabilirler. On altı yaşını doldurmuş genç işçilerin okulun kapalı olduğu dönemde hangi çeşit işlerde çalışabilecekleri ve çalışma koşulları Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından altı ay içinde çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenir.’  şeklinde değiştirilmesi öngörülmektedir.

Devamını Oku..

judgedit.jpgAvukatlık mesleğinin mahiyeti ve icrasında kamu yararı bulunduğunun kuşkusuz olması ve adaletin eksiksiz sağlanmasında savunmanın dayanağı ile güç kaynağının kamu yararı olması bakımından, avukatlık mesleğinin ifasında engelleyici girişimlerin ve bazı hallerde avukattan bilgi ve belge saklama şeklinde gelişen eylemlerin doğrudan kamu yararın örseleyici nitelikte olduğu açıktır. Bu bağlamda, adaletin sağlanması amacıyla ihtiyaç duyulan bilgi ve belgelerin avukata verilmesi görevi yalnız devlet memurları bakımından değil, bağımsız idari otoriteler tarafından da geçerlilik teşkil etmelidir.

Bu bakımdan avukata, görevini yerine getirirken yardımcı olması zorunlu tutulan kuruların yanı sıra BDDK, SPK, Rekabet Kurumu gibi bağımsız idari otoritelerin de eklenmesi hususunu düzenleyen 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nda değişiklik yapılması hakkında kanun teklifi 22.05.2014 tarihinde meclise sunulmuştur. Sunulan işbu kanun teklifi ile, kanunda yazılı olan yükümlülüğün kamu görevlisi olmayanlar açısından da yaptırıma bağlanması, kamu görevlisi olanlar açısından ise yükümlülük ihlalinin yaptırımı tereddüde yer vermeyecek mahiyette somutlaştırılması amaçlanmaktadır.

Devamını Oku..

bribeRüşvet suçlarının işlenmesinde caydırıcılık sağlamak amacıyla hazırlanan ‘5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 252. Maddesinin 1. Fıkrasının değiştirilmesine ilişkin kanun teklifi 22.05.2014 tarihinde meclise sunulmuştur.

Son zamanlarda gündemde büyük yer edinen rüşvet suçu ve müeyyidesi tartışmaları doğrultusunda, mevzuattaki düzenlemelerin rüşvet suçu bakımından yeterli caydırıcılığı sağlamadığı, bu bakımdan rüşvet suçuyla ilgili hürriyeti bağlayıcı cezanın alt haddinin arttırılması şeklindeki bir düzenlemeyle de kamu görevlileri arasında bu suçu işleme oranında düşme yaşanacağı düşünülmektedir.

Kanun teklifi ile TCK 252. Maddenin ‘Görevinin ifasıyla ilgili bir işi yapması veya yapmaması için, doğrudan veya aracılar vasıtasıyla, bir kamu görevlisine veya göstereceği bir başka kişiye menfaat sağlayan kişi, altı aydan on iki yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.’ şeklinde düzenlenmesi öngörülmektedir.

Devamını Oku..

soma22Türk Ceza Kanunu 83. maddesi kasten öldürme suçunun ihmali davranışla işlenmesi hususunu düzenlemektedir. Kişinin yükümlü olduğu belli bir icrai davranışı gerçekleştirmemesi dolayısıyla meydana gelen ölüm neticesinde sorumlu tutulabilmesi için, bu neticenin oluşumuna sebebiyet veren yükümlülük ihmalinin icrai davranışa eşdeğer olması gerekir. İhmali ve icrai davranışın eşdeğer kabul edilebilmesi için kişinin; belli bir icrai davranışta bulunmak hususunda kanuni düzenlemelerden veya sözleşmeden kaynaklanan bir yükümlülüğünün bulunması, önceden gerçekleştirdiği davranışın başkalarının hayatıyla ilgili olarak tehlikeli bir durum oluşturması gerekir. Belli bir yükümlülüğün ihmali ile ölüme neden olan kişi hakkında temel ceza olarak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine 20 yıldan 25 yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine 15 yıldan 20 yıla kadar, diğer hallerde ise 10 yıldan 15 yıla kadar hapis cezasına hükmolunabileceği gibi, cezadan indirim de yapılmayabilir.

Bir insan öldürme fiilinin bu kapsamda değerlendirilebilmesi için kişinin yükümlü olduğu belli bir icrai davranışı kasten gerçekleştirmemesi gerekir. Gerçekten, belli bir yönde icra davranışta bulunma yükümlülüğü altında bulunan kişi, bu yükümlülüğün gereği olan icra davranışta bulunmaması sonucunda bir insanın ölebileceğini öngörmüş ise olası kastla işlenmiş olan öldürme suçunun oluştuğunu, buna karşılık söz konusu yükümlülüğe aykırı  davrandığının bilincinde olduğu halde bunun sonucunda bir insanın ölebileceğini objektif özen yükümlülüğüne aykırı olarak öngörmemiş ise, taksirle işlenmiş öldürme suçundan dolayı sorumlu tutulması gerekmektedir.

Devamını Oku..

soma1Borçlar Kanunu 71. madde kapsamında düzenlenen tehlike sorumluluğu, sorumluluk türlerinin en ağırını oluşturmaktadır. Bu çeşit sorumlulukta, kişinin sorumluluğundan bahsedebilmek için, kusur ya da objektif özen, gözetim ödevinin ihlal edilmiş olması hususu aranmamaktadır. Özel bir kanun ya da bir kanun hükmü ile çevre için önemli ölçüde tehlike arz eden bazı işletmelerin faaliyetlerinden doğan zararlı sonuçların giderilmesi hakkında öngörülen tehlike sorumluluğunda, bu çeşit işletmelere; hava ve denizde çalışan uçak ve gemi işletmeleri, enerji işletmeleri, atom reaktörleri örnek olarak gösterilebilmektedir. Bu işletme türleriyle diğer işletmeler mukayese edildiğinde, bu işletmelerin diğerlerine oranla çok daha büyük bir tehlike eğilim ve potansiyeli arz ettikleri görülmektedir. Dolayısıyla, bu işletmelerin sahip ve işletenleri, bunların sebep oldukları zararı gidermek, tazmin etmek zorunda bırakılmışlardır.

Devamını Oku..

somaMaden İşyerlerinde İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği

İşveren aşağıdaki hususları yerine getirmekle yükümlüdür:

a) Çalışanların sağlık ve güvenliklerini sağlamak amacıyla;

1) İşyerleri, çalışanların sağlık ve güvenliklerini tehlikeye atmayacak şekilde tasarlanır, inşa edilir, teçhiz edilir, hizmete alınır, işletilir ve bakımı yapılır.

2) İşyerinde yapılacak her türlü çalışma, yetkili kişinin nezaretinde ve sorumluluğu altında yapılır.

3) Özel riski bulunan işler yalnızca bu işlerle ilgili özel eğitim alan ehil kişiler tarafından ve talimatlara uygun olarak yapılır.

4) Tüm güvenlik talimatları çalışanların anlayacağı şekilde hazırlanır.

5) 18/6/2013 tarihli ve 28681 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan İşyerlerinde Acil Durumlar Hakkında Yönetmeliğe uygun olarak yeterli ilk yardım donanımı sağlanır ve yılda en az bir defa olmak üzere düzenli olarak gerekli tatbikatlar yapılır.

Devamını Oku..

mv.jpgMilletvekili Seçim Kanunu’nda değişiklik yapılmasıyla  %10 olan seçim barajının %3’e indirilmesini amaçlayan kanun teklifi meclise sunulmuştur.

Türkiye’de nisbi yani oransal seçim sistemi mevcut olup, bu sistem; seçime katılmaya hak kazanan siyasi partilerin halktan aldıkları oy oranında temsilci çıkartmaları usulüne tabidir. Nisbi sistem Türkiye’de önceden uygulanan çoğunlukçu sisteme göre çok daha adaletli bir seçim safhası ortaya koyduğundan ötürü bu sistem ülkemizde benimsenmiştir. Ancak nisbi temsil sistemi, bazı uygulamalar nedeniyle sağlıklı işleyememekte olup sistemin adaletli seçim ortamını gerçekleştirmesi bakımından önündeki en büyük engel %10’luk seçim barajı uygulamasıdır. İşbu oran, temsilde adaletin sağlanması bakımından ciddi bir engel teşkil etmektedir. Demokratik ülkelerde mümkün olduğunca az tutulan bu oran, ülkemizde farklı sebepler gerekçe gösterilerek yüksek tutulmaktadır.

2002 Milletvekili seçimlerinde AKP oyların toplam %34’ünü, CHP %19’unu almıştır. Seçim barajı engeline takılan siyasi partiler nedeniyle o dönemde meclise yalnızca iki parti girebilmiştir. Bu durum; söz konusu dönemde seçmenlerin en az yarısının iradesinin T.B.M.M.’de temsil edilememiş olması anlamına gelmektedir. Siyasal yaşamın tüm aktörlerinin temsil edilebildiği daha adil bir seçim barajı belirlenmesi ve bu barajın %3 olması elzemdir. Görece küçük siyasi partilerin seçim ittifaklarının önünü kesen anlayışın değişmediği ve %10’luk seçim barajının var olduğu bir ülkede, sağlıklı bir demokrasiden bahsetmek mümkün değildir.

Devamını Oku..

TBMMEkonomi eski Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan, İçişleri eski Bakanı Muammer Güler, Avrupa Birliği eski Bakanı Egemen Bağış ile Çevre ve Şehircilik eski Bakanı Erdoğan Bayraktar hakkında meclis soruşturması açılmasına ilişkin 1059 numaralı karar Resmi Gazete’de yayınlandı.

Bazı maddi menfaatler karşılığında bir şahsın İran’a altın ihracatı işlerinde imtiyaz sağladığı, Gana’dan kaçak yollarla yurda sokulmak istendiği iddia edilen 1,5 ton altınla ilgili adli ve idari soruşturmaları engelleyerek altının Dubai’ye çıkışını sağlamaya çalıştığı ve bu eylemlerin Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’na muhalefet oluşturduğu, Türk Ceza Kanunu 204 ve 252. maddelerine uyduğu iddiasıyla Ekonomi eski Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan,

Bazı maddi menfaatler karşılığında bir şahsın araçlarına trafikte emniyet şeridini kullanma imtiyazı verdiği ve söz konusu şahıs için koruma polisi görevlendirdiği, bu şahısla birlikte gözaltına alınan bazı şüphelilerin ve yakınlarının yasaya aykırı olarak istisnai yoldan Türk vatandaşlığına geçirilmesini sağladığı, bu şahısla ilgili adli ve istihbari çalışma yapılıp yapılmadığının araştırılması için talimat verdiği, bu şahsın usulsüzlükleri hakkında basında çıkak haberlerin engellenmesi için girişimde bulunduğu ve bu eylemlerin TCK 204, 255, 252 ve 285. maddelerine uyduğu iddiasıyla İçişleri eski Bakanı Muammer Güler,

Devamını Oku..

icraaedit.jpgYargıtay, fiil ehliyeti bulunmayan borçluya ödeme emri gönderilmesi ile ilgili şikayetin temyiz edilmesi üzerine hüküm verdi. Yargılama konusu şikayet usulsüz tebligat ile ilgili olarak yapılmıştır. Yerel mahkeme istemin borçlunun fiil ehliyeti bulunmadığından takibin iptali talebi olarak nitelendirilerek, fiil ehliyetinin varlığını araştırma görevinin icra mahkemesinin yargı yetkisini aştığı gerekçesiyle şikayetin reddine karar vermiştir. Ancak bilindiği üzere hukuki tavsif hakime ait olup, borçlanma ehliyeti kamu düzeni ile ilgili olduğundan yargılamanın her aşamasında re’sen gözetilmesi gerekmektedir. Borçlunun akıl sağlığı sebebiyle vesayet altına alındığı, takibin ise vesayet tarihinden sonra başlatıldığı görülmüştür. Takip tarihi itibariyle fiil ehliyeti bulunmayan borçluya gönderilen ödeme emri hukuki sonuç doğurmayacağından, kısıtlı adına düzenlenen ödeme emrinin iptaline karar verilmesi gerekmektedir.

Yerel mahkeme kararının temyizen Yargıtay incelemesine tabi tutulması üzerine Yargıtay 12. HD. 2013/12173E., 2013/21203K. ve 06.06.2013 tarihli kararında;  borçlu görülen şahsın Konya 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 21.02.2008 tarih,2007/1602E sayılı kararıyla vesayet altına alındığı, mevzu bahis icra takibinin vesayet altına alma işleminden sonra başlatıldığı dolayısıyla takip tarihi itibariye fiil ehliyeti bulunmayan borçluya ödeme emri tebliği hukuki sonuç doğurmayacağından, mahkemece kısıtlı adına düzenlenen ödeme emrinin iptaline karar verilmesi gerekirken eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm tesis edilmesi isabetsiz bulunmuş, yerel mahkeme kararının bozulmasına oybirliği ile karar vermiştir. 

Devamını Oku..

https://www.google.com.tr/search?q=polis+%C5%9Fiddeti&newwindow=1&source=lnms&tbm=isch&sa=X&ei=I9xpU7ubKY6e7Aaq6oDADw&ved=0CAgQ_AUoAQ&biw=1366&bih=667#facrc=_&imgdii=_&imgrc=kXUVvdBMdZ8gGM%253A%3BDu4aAJDS4zFmDM%3Bhttp%253A%252F%252Fwww.bianet.org%252Fresim%252Folcekle%252F49444%252F490%252F496%3Bhttp%253A%252F%252Fwww.bianet.org%252Fbianet%252Fkadin%252F147002-kadin-muhabire-polis-siddeti%3B490%3B496Yargıtay, jandarma dayağının yaralama değil işkence olduğuna hükmetti. Yargıtay 8. CD. bir vatandaşa karakolda dayak atan jandarmaya verilen cezayı az bularak kararı bozdu. Bozma hükmünde atılan dayağın yaralama değil işkence olarak değerlendirilmesi gerektiği vurgulandı. Tokat Ağır Ceza Mahkemesi, bir kişiye suçunu söyletmek amacıyla tokat atan ardından karakolda falakaya yatırarak ayaklarına copla vuran jandarma görevlisine kasten yaralama suçundan 2 yıl hapis cezası verdi. Kararın temyiz incelemesi üzerine Yargıtay 8.CD. kamu görevlisi olan sanığın zanlıyı dövüp yaralaması eyleminin kasten yaralama değil işkence suçunu oluşturduğu kanaatine vardı. Yargıtay kararında sanığın 12 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılmasının önünü açacak olan işkence suçundan yargılanması gerektiğine hükmetti.

Kararda; belli bir süreç içerisinde süreklilik gösteren ve dolayısıyla sistematik bir şekilde işlenen, insan onuru ile bağdaşmayan, mağdurun bedensel ve ruhsal yönden acı çekmesine neden olan, algılama ve irade yeteneğini ve buna bağlı olarak etkilenmeden, özgür iradesiyle ifade vermesinin önüne geçen, aşağılanmasına yol açan davranışların işkence suçunu oluşturacağı belirtildi. Anayasa ve AİHS’ne atıfta bulunularak ayrıca; kamu görevlisi olan sanığın eyleminin kasten yaralama değil işkence suçunu oluşturacağı, Anayasa 17. Maddedeki herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilerek, kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyeti ile bağdaşmayan cezaya veya muameleye tabi tutulamayacağı hususları belirtildi.

İşkence suçunun müeyyidesini düzenleyen TCK madde 94’e göre; bir kişiye insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında 3 yıldan 12 yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Devamını Oku..

ohal1Yargıtay 12. CD. haksız aramaya tazminat talebinde bulunan vatandaşın başvurusunu, ortada makul şüphe olduğuna dair somut delil ve soruşturma bulunmadan arama kararı verildiği gerekçesiyle haklı buldu. Yerel mahkemenin tazminat istemini reddeden kararını bozan Yargıtay, davacı ile ilgili olarak ‘uyuşturucu ticareti ve silah kaçakçılığı’ yaptığına ilişkin telefon ihbarı üzerine, konunun gerçeği araştırılmadan, ortada makul şüphe olduğuna dair somut delil veya mevcut bir soruşturma aşaması bulunmaksızın verilen arama kararının AİHM kararlarındaki ilke ve ölçülere aykırılık teşkil ettiğine kanaat getirdi.

Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat konulu yargılamada, davacı evinde usulsüz arama yapıldığını, herhangi bir suç unsuruna rastlanmadığını, yapılan arama nedeniyle toplum nazarında itibarını kaybettiği, küçük düşürüldüğünü belirterek, yapılan haksız arama nedeniyle 10.000TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Tazminat talebini reddeden mahkeme gerekçesinde; arama kararının bizatihi kendisinin ve içeriğinin hukuka uygun olmadığının tazminat konusu yapılamayacağı, arama kararının şekil şartları yönünden usule uygun olması halinde hukuka da uygun kabul edilmesi gerektiğini, arama kararının kendisinin CMK 141 ve 142. maddeleri uyarınca tazminata konu olamayacağını, ancak kararın uygulanması sırasında ölçülülük ilkesine uyulmadığı taktirde bu durumun tazminata konu olabileceğini, arama kararının ölçüsüz olarak gerçekleştirildiğine dair belge ve delil bulunmadığı, olayda ölçüsüz bir şekilde aramanın gerçekleştirilmediği, davacının arama nedeniyle herhangi bir zararının da olmadığı şeklinde görüş bildirmiştir.

Devamını Oku..