Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin 11.06.2015 tarihli 2013/20352 Esas ve 2015/8564 Karar sayılı ilamında özetle; dava, trafik kazası sonucu ölüm nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkindir. Davalı Güvence Hesabı vekilince, desteğin kullandığı motosiklete kasksız binmesi neticesinde kafa travmasına bağlı olarak ölümü nedeni ile belirlenen tazminattan müterafik kusur indirimi yapılması talebinde bulunulmuş, mahkemece bu savunma üzerinde durulmamıştır. Borçlar Kanunu’nun 44/1. maddesi hükmüne göre zarara uğrayan, zarar doğuran eyleme razı olmuş veya kendisinin sebep olduğu hal ve şartlar zararın meydana gelmesine etki yapmış veya tazminat ödevlisinin durumunu diğer bir surette ağırlaştırmış ise, hakim, tazminat miktarını hafifletebilir. Davaya konu olan olayda, davacıların desteğinin kullandığı motosiklete kasksız bindiği, motosikletin çekiciye çarpması neticesinde kafa travmasına bağlı solunum ve dolaşım durması sonucu vefat ettiği, dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Desteğin motosiklete kasksız olarak binmiş olması halinde BK’nın 44. maddesi uyarınca zarar görenin müterafik kusuru kabul edilmeli ve bu nedenle de belirlenecek kusur oranında davalı Güvence Hesabı lehine bir indirim yapılması zorunludur. Bu itibarla somut olayda BK. 44. maddesi gereğince tazminattan indirim yapılması gerekir.
Devamını Oku..
Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 01.12.2015 tarihli 2015/30856 Esas ve 2015/35165 Karar sayılı ilamında özetle; davacı, eldeki davada konut kredisinin kullanımı sırasında kendisinden haksız yere alınan 4.878,39 TL masrafın davalıdan tahsili istemiyle eldeki davayı açmıştır. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş ise de, davalı davacıdan iki kez 600’er TL ekspertiz ücreti almadıklarını, ayrıca dava dışı gayrimenkul değerleme şirketine 295 TL ekspertiz ücreti ödediğini ileri sürmüştür. Davalı banka, kredinin kullanımı sırasında yaptığı zorunlu, makul ve belgeli masrafları tüketiciden isteyebilir. Hal böyle olunca davalının bu savunması üzerinde durularak hüküm kurulması gerekir.
Devamını Oku..
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 30.11.2015 tarihli 2015/16958 Esas ve 2015/21471 Karar sayılı ilamında özetle; mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı bulunduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır. Eşler, 17.05.1990 tarihinde evlenmiş, 12.10.2011 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün, kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibarıyla sona ermiştir. Sözleşmeyle başka mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğinden evlilik tarihinden 4721 sayılı TMK’nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı, bu tarihten mal rejiminin sona erdiği tarihe kadar ise, edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir. Tasfiyeye konu araç, eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu 15.06.2005 tarihinde satın alınarak, davalı eş adına tescil edilmiştir, davalının OYAK emeklilik maaş sisteminde boşanma dava tarihinde 130.600,00 TL rezervi bulunmaktadır. OYAK emeklilik sisteminde, pirimlerin tahsilinde kamu gücü kullanıldığından ve kamusal amacı doğrultusunda sosyal rizikonun bir başka deyişle yaşlılık gerçekleşmesiyle ödeme yapıldığından TMK’nun 228/2 maddesi uygulanır. Davalının Oyak’taki emekli maaş sistemi üzerindeki hakkı üzerinden alacağa hükmedilmişse de, hükme esas alınan bilirkişi raporunda yapılan hesap, Kanuna uygun şekilde yapılmamıştır. Mahkemece, TMK’nun 228/2. maddesinde gösterilen usulde hesaplama yapılması için önceki bilirkişiden ek rapor alınması, bu şekilde sonuca gidilemediği takdirde yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırılarak, gerçekleşecek sonuca göre, OYAK emekli maaş sistemindeki alacak hakkında bir karar verilmesi gerekir.
Devamını Oku..
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 30.11.2015 tarihli 2015/15035 Esas ve 2015/22655 Karar sayılı ilamında özetle; eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Rızayı sağlayamayan veya haklı bir sebep olmadan kendisine rıza verilmeyen eş, hakimin müdahalesini isteyebilir. Aile konutu olarak özgülenen taşınmaz malın maliki olmayan eş, tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin verilmesini isteyebilir (TMK. m. 194). Kanundan da anlaşıldığı üzere, aile konutunun üzerindeki hakkın sınırlandırılması sonucunu doğuran ipotek işlemine karşı malik olmayan eş dava açabilir. Malik olan eşin kendisinin yaptığı işlem ile ilgili olarak bu davayı açması dürüstlük kuralına uygun düşmez. (TMK. md. 2). O halde, mahkemece davacının ipoteğin kaldırılması davasının reddine karar verilmesi doğru olmakla birlikte, davacının dava açma hakkı bulunmadığı gözetilmeden işin esasının incelenmesi doğru olmamıştır.
Devamını Oku..
Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 11.11.2015 tarihli 2015/6730 Esas ve 2015/9759 Karar sayılı ilamı özetle; dava, kesinleşen icra takibi nedeniyle kiralananın tahliyesi istemine ilişkindir. İİK.nun 269/b-4 maddesi hükmü gereğince borçluya gönderilen ihtarlı ödeme emri TBK.nun 315. maddesinde yazılı ihtar yerine geçer. Türk Borçlar Kanunun 315. maddesinde konut ve çatılı işyeri kiralarında temerrüt ihtarında verilecek süre 30 gün olarak öngörülmüştür. Davaya dayanak takip dosyasında, davalı borçluya gönderilen örnek 13 ödeme emrinde 30/7 günlük ödeme ve itiraz sürelerinin metin kısmında yazılmadığı, matbu olarak düzenlenen ödeme emrinde A ve B harfli dipnotta yazılı olduğu görülmüştür. İİK nun 269/1. maddesi yollaması ile uygulanması gereken Türk Borçlar Kanununun 315. maddesinde yer alan yasal otuz günlük ödeme süresinin ödeme emrinde açıkça yazılması zorunlu olup, dipnotta yazılı olması ödeme emrinin yasaya uygun şekilde düzenlendiği anlamına gelmez. Yasal koşulları içermeyen ödeme emri hukuki sonuç doğurmayacağından bu ödeme emrine bağlı olarak tahliye kararı verilemez.
Devamını Oku..
Yargıtay 22. Hukuk Daires’nin 24.12.2015 tarihli 2014/24931 Esas ve 2015/35591 Karar sayılı ilamında özetle; fazla mesai ücreti alacağından yapılan takdiri indirimin oranı konusunda da taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır. Fazla mesai ücretinin tanık ifadelerine göre belirlenmesi ve miktarın yüksek çıkması halinde işçinin çalışma süresi içerisinde hastalık izin mazeret gibi nedenlerle fazla çalışma yapmadığı günler bulunduğu kabul edilerek Dairemizce takdiri indirim yapılması gerektiği istikrarlı uygulama halini almıştır. Yapılacak indirim, işçinin çalışma şekline ve işin düzenlenmesine ve hesaplanan fazla çalışma miktarına göre takdir edilmelidir. Somut olayda, davalı işyerinde çalışan davacının,hükme esas teşkil eden bilirkişi raporunda fazla mesai ücretinin tanık beyanları değerlendirilerek hesaplandığı halde mahkemece takdiri indirim yapılmaması isabetli olmamıştır. Davacının yaptığı işin niteliği dikkate alınarak, işçinin hasta ve mazeretli olabileceği günler için mahkemece %30 dan az olmamak şartıyla takdiri indirime gidilmesi uygun olacağından, hükmün bozulması gerekmiştir.
Devamını Oku..
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 01.12.2015 tarihli 2015/10121 Esas ve 2015/34006 Karar sayılı ilamında özetle; taraflar arasındaki uyuşmazlık davacının hizmet süresinin başlangıcı ve dolayısı ile tazminat ve alacaklara esas sürenin hesabı noktasında toplanmaktadır. Davacı, işyerinde işe başladığı tarihin Sosyal Güvenlik Kurumu’na işe girişinin geç bildirildiğini ve iş sözleşmesinin işverence feshedildiğini iddia etmiştir. Davacı tanıklarının beyanı davacının çalışma süresine yönelik beyanları tanıklığa güveni etkileyecek şekilde olduğundan ve tam bir kanaat oluşturmadığından, bu tanıkların beyanlarına itibar edilmemesi gerekir. Mahkemece çalışma süresi davacı tarafından şüpheden uzak ve somut olarak ispat edilemediğinden Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarına itibar edilerek davacının diğer istemlerinin bu çalışma süresi esas alınarak değerlendirilmesi gerekir. Çelişkili tanık beyanlarına itibar edilerek hizmet süresinin belirlenmesi hatalıdır.
Devamını Oku..
Yargıtay 22. Hukuk Dairesi’nin 22.12.2015 tarihli 2015/32949 Esas ve 2015/35364 Karar sayılı ilamında özetle; davacı, iş sözleşmesinin haksız şekilde işverence feshedildiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatları ile bir kısım işçilik alacağının hüküm altına alınmasını talep etmiştir. Mahkemece, davalı yanın itirazı kapsamında sendika ile işveren arasında imzalanan toplu iş sözleşmeleri,işyeri sicil dosyası, ücret bordroları, iş müfettişinin düzenlediği rapor ve ekleri dosya içerisine getirtilip, davacının sendika üyesi olup olmadığı ya da dayanışma aidatı ödemek suretiyle toplu iş sözleşmelerinden yararlanıp yararlanmadığı, ücret miktarının nasıl belirlendiği açıklığa kavuşturulmalıdır. Dosya kapsamında alınan bilirkişinin düzenlediği rapor ise işyeri kayıtlarındaki verilere dayalı olarak somutlaştırılmamıştır. Bu durumda davalının rapora karşı somut itirazlarının karşılanması ve denetime elverişli ayrıntılı rapor alınmalı ve taraflardan rapora karşı diyecekleri sorularak, bu yönde usulü işlemler tamamlandıktan sonra bir karar verilmelidir.
Devamını Oku..
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 07.10.2015 tarihli 2015/7335 Esas ve 2015/15293 Karar sayılı ilamında; taraflar arasında daha önce görülen ve mahkemece kesin hüküm niteliğinde kabul edilen dosyada, velayeti anneye verilen müşterek çocuk adına iştirak nafakasına hükmedilmesinin talep edildiği, mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilerek iştirak nafakası bağlandığı anlaşılmaktadır. Temyize konu iş bu davada ise davacı baba tarafından iştirak nafakasının azaltılmasının istendiği görülmektedir. Önceki davanın iştirak nafakası, sonraki davanın ise iştirak nafakasının azaltılması davası olduğu belirlenmekle dava konusu ve dava sebebi aynı olmadığından her iki dava arasında kesin hükmün varlığından söz edilemez.
Devamını Oku..
Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 01.12.2015 tarihli 2015/958 Esas ve 2015/10614 Karar sayılı ilamında özetle; dava, hor kullanma tazminatı ve onarım süresi kira bedeli alacağının tahsili istemine ilişkindir. Kira sözleşmesinde eski hale getirme hükmü yer almadığına göre kiraya veren eski hale getirme talep edemez. 6098 sayılı T.B.K.’nun 316. (B.K.’nun 256) maddesi hükmü uyarınca kiracı kiralananı tam bir özenle kullanmak ve aynı kanunun 334. (B.K.’nun 266.) maddesi gereğince sözleşme sonunda aldığı hali ile kiralayana teslim etmekle yükümlüdür. Ancak kiracı sözleşmeye uygun kullanma dolayısıyla oluşan eskime ve bozulmalardan sorumlu olmayıp münhasıran kötü kullanım nedeniyle oluşan zarar ve hasardan sorumludur. Davalının kiralananı kullandığı süre ve kullanma amacı gözetildiğinde olağan kullanımdan kaynaklanan yıpranma ve eskimelerin olacağı kuşkusuzdur. Bilirkişi raporunda hasarların hor kullanımdan kaynaklandığı belirtilmiş ise de, kural olarak hasar kalemleri içerisinde yer alan boya ve badana masrafların normal kullanım sonucu oluştuğu kabul edilmektedir. Kira sözleşmesinde kiralanan taşınmazın tahliye sırasında boya ve badanasının yenileneceğine dair hüküm yer almadığı gibi eski hale getirmeye ilişkin düzenleme de bulunmamaktadır. Her ne kadar hükme esas alınan bilirkişi raporunda boya badana masrafı hor kullanma olarak belirtilmişse de, ne var ki bilirkişi raporunda bu hususta bir açıklama bulunmamaktadır. Bu durumda boya badana masrafının hor kullanma olup olmayacağı üzerinde durularak ve hor kullanma nedeniyle zarar gören parçaların yenisi ile değiştirilmesi durumunda yenilenen parçanın başlangıçtaki durumlarına göre yıpranma paylarının hesaplanarak alacaktan düşülmesi gerekir.
Devamını Oku..
Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 02.12.2015 tarihli 2015/30062 Esas ve 2015/35192 Karar sayılı ilamında özetle; 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun’da gizli ayıpların ne kadar sürede satıcıya ihbar edileceğine dair bir hüküm bulunmamaktadır. Bu durumda; 4077 sayılı TKHK’nun 30. maddesi gereğince, bu kanunda hüküm bulunmayan hallerde genel hükümlere göre uyuşmazlığın çözümü gerekli olduğundan Türk Borçlar Kanunu’nun bu konudaki 223. maddesi uygulanacaktır. Türk Borçlar Kanununun 223. maddesine göre, ” Alıcı, devraldığı satılanın durumunu işlerin olağan akışına göre imkan bulunur bulunmaz gözden geçirmek ve satılanda satıcının sorumluluğunu gerektiren bir ayıp görürse, bunu uygun bir süre içinde ona bildirmek zorundadır.” Bildirmediği takdirde ise satılanı kabul etmiş sayılır. Ancak, satılanda olağan bir gözden geçirmeyle ortaya çıkarılamayacak bir ayıp mevcut olup da, bu ayıp sonradan meydana çıkarsa bu durumu da hemen satıcıya ihbar etmediği takdirde yine satılanı bu ayıp ile birlikte kabul etmiş sayılır. TBK’nun 223. maddesinde öngörülen süre içinde ihbar edilmeyen ayıplar için dava açılamaz. Eksik iş, yapılması gerektiği halde yapılmayan işleri, ayıplı iş ise eserde olması gereken vasıfla fiilen mevcut olan arasındaki farkları ifade eder. İşin yapılmayan kısmının teslim ve muayenesi söz konusu olamayacağından iş sahibinin eksik işler yönünden ihbarda bulunmasına ya da ihtirazı kayıt koymasına gerek yoktur. İş sahibinin muayene ve ihbar yükümlülüğü sadece ayıplı işler içindir. 4077 sayılı Yasanın 30. maddesine göre, sözleşmeden kaynaklanan edimin ifasındaki eksiklik nedeniyle davacının 10 yıllık zamanaşımı süresi içerisinde satıcının sorumluluğuna gidebileceği kabul edilmelidir.
Devamını Oku..
Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin 08.06.2015 tarihli 2014/2313 Esas ve 2015/8358 Karar sayılı ilamında özetle; dava, trafik kazasından kaynaklanan sürekli maluliyet tazminatı istemine ilişkindir. Somut olayda, davacı trafik sigortası bulunmayan motorsiklet sürücüsü olup araçla seyri sırasında plakasız ve tescilsiz motorsikletle arasında kaza meydana gelmiş olup, mahkemece hükme esas alınan kusur raporuna göre, davacı %40, karşı araç sürücüsü %60 kusurludur. Kaza sonucu karşı motorsiklet sürücüsü vefat etmiş olup mirasçılarına davalı güvence hesabınca 17.522,00-TL destekten yoksun kalma tazminatı ödenmiştir. Davalı güvence hesabının ilgili yönetmelik hükmü gereğince rücu hakkının varlığı, davacının olayda %40 oranında kusurlu bulunması dikkate alınarak davalı güvence hesabı vekilince süresinde takas ve mahsup defi ileri sürülmüş bulunduğu göz önünde bulundurularak, mahkemece davalı güvence hesabı tarafından yapılan ödeme güncellenerek davacının kusuru oranına tekabül eden miktar bulunup, mahkemece hükme esas alınan tazminat miktarından indirilmesi gerekir.
Devamını Oku..
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 01.12.2015 tarihli 2015/8593 Esas ve 2015/22828 Karar sayılı ilamında özetle; Mahkemece, davalı-karşı davacı erkeğin eşine fiziki şiddet uyguladığı, çocuğun doğumu sırasında ve sonrasında eşini arayıp sormadığı, çocuğunu görmeye gelmediği kabul edilerek davacı-karşı davalı kadının boşanma davasının kabülüne karar verilmişse de; yapılan soruşturma ve toplanan delillerden, erkeğin müşterek çocuğun doğumunda ve sonrasında eşiyle ilgilenmediği fakat bundan sonra tarafların barışarak bir süre daha evlilik birliğini devam ettirdikleri anlaşılmaktadır. O halde, davacı-karşı davalı kadının, davalı-karşı davacı erkeğin bu kusurlu davranışını affettiği, en azından hoşgörüyle karşıladığının kabulü gerekir. Affedilen ya da hoşgörüyle karşılanan davranışlar boşanma davasında diğer tarafa kusur olarak yüklenemez ve buna dayanılarak boşanma kararı verilemez. Davalı-karşı davacı erkeğin başkaca kusurlu bir davranışı da kanıtlanamamıştır. Bu halde; davacı-karşı davalı kadının boşanma davasının da reddine karar verilmesi gerekir.
Devamını Oku..
Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 10.12.2015 tarihli 2015/7280 Esas ve 2015/10980 Karar sayılı ilamında özetle; asıl dava ve birleşen dava işyeri ihtiyacı nedeniyle tahliye istemine ilişkindir. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda, bilgisayar ve spot beyaz eşya satışı yapılan 107m2 alanlı kiralananın yapılmak istenen işe tek başına uygun olduğu, yine birleşen davaya konu edilen eczane olarak kullanılmakta olan bitişik 69m2 alanlı taşınmazın yapılmak istenen işe tek başına uygun olduğu belirtilmiştir. Yargılama devam ederken eczane olarak kullanılan bu yer tahliye edilmiş olup ihtiyacı karşılar niteliktedir. Bu durumda ihtiyacı karşılayan ve boş olan başka bir taşınmazın bulunması karşısında davacının ihtiyacının gerçek ve zorunlu olduğundan bahsedilemez. İşyeri ihtiyacı nedeniyle tahliye isteminde ihtiyacın gerçek ve zorunlu olması gerekmektedir. Mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken tahliyeye karar verilmesi doğru değildir.
Devamını Oku..
Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin 05.11.2015 tarihli 2015/11225 Esas ve 2015/9962 Karar sayılı ilamında özetle; önalım davasına konu payın ilişkin bulunduğu taşınmaz paydaşlarca kendi aralarında taksim edilip her bir paydaş belirli bir kısmı kullanırken bunlardan biri kendisinin kullandığı yeri ve bu yere ait payı bir üçüncü kişiye satması halinde, satıcı bu süreçte ilgili yerde hak iddia etmeyen davacının tapuda yapılan satış nedeniyle önalım hakkını kullanması TMK’nın 2. maddesinde yer alan dürüstlük kuralına aykırıdır. Kötüniyet iddiası 14.02.1951 tarihli ve 17/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca davanın her aşamasında ileri sürülebileceği gibi mahkemece de kendiliğinden nazara alınması gerekir. Bu gibi halde savunmanın genişletilmesi söz konusu değildir. Eylemli paylaşmanın varlığı halinde davanın reddi gerekir.
Devamını Oku..