Archives: Aralık 2015

222A0518Davanın reddine ilişkin olarak verilen karar, Dairece;” mahkemece hükmüne uyulan bozma ilamında belirtildiği şekilde araştırma ve inceleme yapılmak suretiyle 2659 sayılı Yasanın 7. ve 16. maddesi gereğince miras bırakanın Adli tıp Kurumu 4. İhtisas Dairesinden elde edilen raporla akit tarihi itibariyle ehliyetli olduğu anlaşılmakla davanın bu iddia yönünden reddine karar verilmiş olmasında kural olarak bir isabetsizlik yoktur. Ancak, davada ehliyetsizlik hukuksal nedeninin yanında hile, hata ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine de dayanıldığı dava dilekçesi kapsamıyla sabittir. Hemen belirtilmelidir ki; bir davada birden çok nedene dayanılmasında yasal bir engel bulunmamaktadır. Mahkemece önceden kurulan kararın ehliyetsizlik nedeni ile bozulmuş olmasının altında yatan gerçek ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olması ve öncelikle araştırılması zorunluluğundan kaynaklanmaktadır. Bozma kararında da sadece bu yöne değinilmiş olması diğer iddialar bakımından bir inceleme yapılmaması gerektiği veya bu isteklerden vazgeçildiği veyahut da kesinleştiği şeklinde değerlendirilemez. Hal böyle olunca; mahkemece diğer iddialar bakımından da hükme elverişli olacak şekilde taraf delillerinin iddia ve savunma doğrultusunda toplanması gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekir.

Devamını Oku..

Ünal Hukuk BürosuYargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 25.03.2015 tarihli 2014/766 esas sayılı ve 2015/1804 sayılı kararına göre; Olay tarihinin yaklaşık bir yıl öncesinde sanık Semih ile mağdur Serdal’ın birbirlerini bıçakla yaralamaları nedeniyle aralarında husumet bulunduğu, olay günü sanık Semih, kardeşi Sergen ve arkadaşları Ahmet ve Soner ile birlikte üzerlerinde havalı tüfekler bulunduğu halde avlanmak için dolaştıkları sırada, mağdur Serdal ve arkadaşları olan sanık Tunay ve Ümit ile karşılaştıkları, Ümit’in karşı grupta bulunan sanıklardan tüfeklerini istemesi üzerine başlayan tartışmanın karşılıklı kavgaya dönüştüğü, kavga sırasında sanık Tunay’ın mağdur Semih’i yumrukla darp ederek basit tıbbi müdahale ile giderilecek şekilde yaraladığı, Sergen’in de bıçakla mağdur Serdal’ı kovaladığı ve mağduru sol kalçasından, sol omuz arka üst kısımdan ve sağ el parmaklarından yaraladığı, mağdur Serdal’ın sol kalçasına isabet eden bıçak darbesinin peritonda yırtığa ve hayati tehlike geçirmesine neden olduğu olayda; Sergen’in bıçakla mağdur Serdal’ı yaraladığı sabit olmakla, nitelikli şekilde kasten yaralama suçundan mahkumiyeti yerine beraatine karar verilmesi, sanık Semih’in mağdur Serdal’ı yaraladığını veya yardımda bulunduğunu gösterir her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı anlaşılmakla, beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi, sanık Tunay’ın yumrukla mağdur Semih’i darp ederek basit tıbbi müdahale giderilecek şekilde yaraladığı sabit olmakla, basit yaralama suçundan mahkumiyeti yerine beraatine karar verilmesi, iki grup arasında çıkan sözlü tartışmanın kavgaya dönüştüğü ve ilk haksız hareketin kimden geldiğinin tespit edilemediği kabul edildiğine göre, sanıklar hakkında asgari düzeyde haksız tahrik indiriminin uygulanması gerektiği gözetilmeksizin fazla ceza tayini bozmayı gerektirmiştir.

Devamını Oku..

AnaSayfaSlide-3Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 24.03.2015 Tarihli 2014/5144 Esas, 2015/1752  Sayılı Kararına göre; Sanık İsmail’in kendisinin ve annesi Zeliha’nın yaralandığı, ayrıca kardeşi Osman’ın öldüğü; Osman’ın kendisinin ve kardeş Mehmet’in yaralandığı babası Ali’nin ise öldüğü dikkate alındığında haksız tahriklerin ulaştığı boyut gözetilerek, sanık İsmail ve suça sürüklenen çocuk Osman hakkında kasten öldürme suçundan kurulan hükümlerde TCK’nun 29. maddesinin uygulanması sırasında 12-18 yıl aralığında makul bir ceza belirlenmesi yerine 18 yıl hapis cezası belirlenmek sureti ile fazla cezalar tayini, yine sanık İsmail hakkında mağdur çocuklar Mehmet ve Osman’ı kasten öldürmeye teşebbüs ve Osman hakkında mağdurlar Zeliha ve İsmail’i kasten öldürmeye teşebbüs suçundan kurulan hükümlerde TCK’nun 29. maddesinin uygulanması sırasında 1/4 ila 3/4 oranları arasında makul bir ceza indirimi yerine 1/4 oranında indirim yapılması, çocuk Osman hakkında mağdur İsmail’i kasten öldürmeye teşebbüs suçundan kurulan hükümde teşebbüs nedeniyle 9 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası öngören TCK.nun 35. maddesi uyarınca yapılan uygulamada meydana gelen zararın ağırlığına nazaran alt sınıra yakın ceza tayini yerine, en üst sınırdan olacak şekilde 15 yıl hapis cezasına hükmedilmesi, çocuk hakkında TCK’nun 62. maddesi gereğince takdiri indirim uygulaması sırasında denetime imkan verecek şekilde yasal ve yeterli gerekçe gösterilmeden bu indirimi etkisiz kılacak biçimde 1/18 oranına yer verilmesi bozmayı gerektirmiştir.

Devamını Oku..

222A0518Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 29.01.2015 tarihli 2014/6044 esas 2015/993 numaralı kararı özetle;
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 316 (818 Sayılı Borçlar Kanununun 256.) maddesi hükmü uyarınca kiracı kiralananı tam bir özenle kullanmak ve aynı Kanunun 334. (818 Sayılı Borçlar Kanununun 266.) maddesi gereğince sözleşme sonunda aldığı hali ile kiralayana teslim etmekle yükümlü olup kiracı sözleşmeye uygun kullanma dolayısıyla kiralananda meydana gelen eskimelerden ve bozulmalardan sorumlu değildir. Davalının kiralananı kullandığı süre ve kullanma amacı gözetildiğinde olağan kullanımdan kaynaklanan yıpranma ve eskimelerin olacağı kuşkusuzdur. Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda genel olarak taşınmazda hor kullanımdan kaynaklanan hasar oluştuğu belirtilmesine rağmen raporda belirtilen hasar kalemlerinin her biri için ayrı ayrı değerlendirme yapılmadığı gibi, kiralananın tahliye edildiği tarih esas alınarak bu tarihe göre hesaplama yapılması gerekirken 2013 yılı piyasa rayiçleri esas alınarak hasar bedelinin belirlendiği anlaşılmaktadır. O halde mahkemece, davaya konu edilen hasar kalemlerinin hor kullanmadan mı yoksa normal kullanmadan mı kaynaklandığı ve tahliye tarihi itibarıyla taşınmazda hor kullanmadan kaynaklanan hasar bedelinin ne kadar olduğu hususlarında denetime elverişli bilirkişi raporu alındıktan sonra sonucuna göre karar verilmesi gerekir.

Devamını Oku..

222A0528Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 12.11.2015 tarihli 2015/6237 esas 2015/9823 sayılı kararı özetle; Dava, kira alacağının tahsili için başlatılan takibe vaki itirazın kaldırılması ve kiralananın tahliyesi istemine ilişkindir. Davalı Bülent sözleşmeyi, müteselsil kefil sıfatıyla TBK.nın yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden sonra 01.09.2012 tarihinde imzalamıştır. TBK.nın kefalet sözleşmesinde şekil şartını düzenleyen 583. maddesi “Kefalet sözleşmesi, yazılı şekilde yapılmadıkça ve kefilin sorumlu olacağı azami miktar ile kefalet tarihi belirtilmedikçe geçerli olmaz. Kefilin, sorumlu olduğu azami miktarı, kefalet tarihini ve müteselsil kefil olması durumunda, bu sıfatla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girdiğini kefalet sözleşmesinde kendi el yazısıyla belirtmesi şarttır.” hükmünü içermektedir. Takibe konu kira sözleşmesinde TBK.nun 583. maddesinde belirtilen şekil şartına uyulmadığından kefalet sözleşmesi geçersizdir. Bu durumda mahkemece kefalet sözleşmesinin geçersiz olduğu da değerlendirilmeksizin karar verilmesi doğru değildir.

Devamını Oku..

ta1.jpgYargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 19.06.2015 tarihli 2014/21-62 esas numarası olan, 2015/1719 karar numarası bulunan kararın özeti ve karar metni aşağıda incelenebilir. Uyuşmazlık; iş kazası nedeni ile maddi ve manevi tazminat istemli açılan davada davacı vekilinin ıslah dilekçesi ile talep ettiği maddi tazminat için zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır. Somut olaya gelince; davacı taraf davalıya ait işyerinde 02.09.1996 tarihinde çalışmakta iken geçirdiği iş kazası nedeni ile iş göremez olduğunu, davalı işverenin gerekli önlemleri almadığını, kusurlu olduğunu belirterek dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte 300.000.000 TL(300YTL) manevi tazminat, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak koşulu ile dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte 200.000.000 TL(200YTL) maddi tazminatın davalıdan tahsilini talep etmiş, 26.06.2012 tarihli ıslah dilekçesi ile; 200YTL miktarındaki maddi tazminat talebini bilirkişi raporu doğrultusunda 15.780,86YTL olarak ıslah ettiklerini bildirmiştir. Davalı vekili ise davalı şirketin gerekli tedbirleri almasına rağmen davacının kendi kusuru ile meydana gelen olay neticesinde yaralandığını, istenen tazminat miktarının çok fazla ve sömürü amacına yönelik olduğunu, ileri sürerek davanın reddini savunmuş, 04.10.2012 tarihli oturumda ise davacı vekilinin ıslah talebini kabul etmediklerini bildirmiş ancak ıslahla artırılan miktar yönünden açıkça zamanaşımı definde bulunmamıştır. Görüldüğü üzere Özel Dairenin davacının ıslahla arttırdığı maddi tazminat istemi yönünden davalı vekili tarafından zamanaşımı def’inde bulunduğu kabul edilerek ıslahen istenilen miktara ilişkin tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Yahyalı Asliye Hukuk Mahkemesince (iş mahkemesi sıfatıyla) davanın kabulüne dair verilen 13.12.2012 gün ve 1997/59 E.-2012/229 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, YARGITAY 21. Hukuk Dairesinin 07.05.2013 gün ve 2013/2885 E.-2013/9152 K. sayılı ilamı ile;

Devamını Oku..

yarrgtay.jpgYargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 29.05.2015 tarihli 2015/6-231 esas sayılı ve 2015/1467 sayılı kararına göre; ziynet eşyalarının mevcutsa aynen, mevcut değilse bedelinin tahsili istemine ilişkindir. Uyuşmazlık; kadın tarafından açılan ziynet alacağı davasında, ziynetlerin kocada kaldığının kanıtlanıp kanıtlanmadığı, varılacak sonuca göre davacıya yemin teklif etme hakkının hatırlatılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. Davacı, dava konusu ziynet eşyasının varlığını, evi terk ederken bunların zorla elinden alındığını ve götürülmesine engel olunduğunu, evde kaldığını ispat yükü altındadır. Olayda, davacı kadın evi son terk ettiği tarih itibariyle dava konusu ziynet eşyasının götürülmesine engel olunduğunu ve zorla elinden alındığını, daha önce de götürme fırsatı elde edemediğini dinlettiği tanıkların beyanı ile ispat edememiştir. Bununla birlikte davacı, delil listesinde açıkça yemin deliline de dayanmış olduğundan davacıya, ziynet eşyalarının elinden alındığı, götürülmesine engel olunduğu, davalı tarafta kaldığı konusunda davalıya yemin teklif etme hakkı hatırlatılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir.

Devamını Oku..

YARGITAYYargıtay 18. Hukuk Dairesinin 30.06.2015 tarihli 2014/20422 esas sayılı ve 2015/11518 sayılı kararına göre; Davacının haksız eylem nedeniyle istediği maddi ve manevi tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlığın, federasyon bünyesinde çözümleneceğine dair bir düzenleme bulunmadığından genel hükümler çerçevesinde adli yargı yerinde çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Bu açıdan adli yargı görevli olduğundan mahkemece işin esası incelenerek taraf delilleri toplanıp bütün delillerin birlikte değerlendirilmesi yapılarak oluşacak sonuç doğrultusunda bir karar verilmesi gerekir.

Dava dilekçesinde, davalı federasyondan maddi ve manevi TAZMİNAT İSTENİLMİŞTİR. Mahkemece davanın görev yönünden reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından TEMYİZ EDİLMİŞTİR. Kararın tam metnini aşağıda inceleyebilirsiniz.

Devamını Oku..

222A0518Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 18.06.2015 tarihli ve 2014/22296 esas ve 2015/10616 sayılı kararının özetle; boşanma nedeni ile velayeti annede olan küçüğün soyadının değiştirilmesi istemine ilişkindir. Soyadının değiştirilmesi istenen İlayda’nın doğum günü olan 20.09.1999 tarihinde anne ve babası resmen evlidir. Çocuk evlilik içinde doğmuştur ve Türk Medeni Kanununun 321. maddesine göre ailenin, diğer bir deyimle babanın soyadını almıştır. Böylece bu çocuk reşit oluncaya veya baba Türk Medeni Kanununun 27. maddesindeki koşulları kanıtlayarak soyadını değiştirene kadar aile soyadını taşımalıdır. Çocuğun anne ve babasının 07.01.2002 tarihinde boşanmış olması sadece boşanma ve velayet hakkı nedeniyle anneye böyle bir dava açma hakkı bahşetmez. Davacının dilekçesinde ileri sürdüğü iddiaların hukuki bir dayanağı bulunmadığı gibi soyadı değişikliğinin çocuğun evlilik içinde doğmakla kazandığı meşru statüye ve onun yüksek menfaatlerine zarar vereceği gerçeği karşısında mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekir.

Dava dilekçesinde, boşanma nedeniyle velayeti annede olan küçüğün soyadının DEĞİŞTİRİLMESİ İSTENİLMİŞTİR. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı nüfus müdürlüğü tarafından TEMYİZ EDİLMİŞTİR.

Devamını Oku..

Unalhukuk-hakem (1)Yargıtay 18. Hukuk Dairesi 22.06.2015 tarihli, 2014/22170 esas ve 2015/10808 numaralı kararın özeti ve metni aşağıdaki gibidir; Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre soybağının reddi davası ancak babalık karinesi kapsamında yer alan, dolayısıyla babalık karinesinden faydalanan çocukların soybağının ortadan kaldırılmasını ifade eden bir davadır. Babalık karinesinden faydalanma söz konusu olmaksızın kocanın nüfus kütüğüne kaydedilen çocukla koca arasında soybağının kurulması söz konusu olmadığı için böyle bir duruma çocuk ile koca arasında soybağının bulunmadığını tespitine yönelik olarak açılacak dava, soybağının reddi davası değil, yanlış kaydın düzeltilmesi amacına yönelik kayıt düzeltme davasıdır. Annenin gerçek anne olan Halime olduğunun belirlenmesi halinde, babalık karinesi çerçevesinde Abide, nüfus kaydına göre evlilik devam ederken veya evliliğin sona ermesinden itibaren (üçyüz gün içinde doğmuş ise bu durumda anne olarak Halime belirlendiği anda, baba Sait’in belirlenmesi yasa gereği olacaktır. O halde yasa gereği baba belirlidir ve babanın da Sait olduğunun kabul edilmesi zorunludur. Bu ise nüfus kaydının düzeltilmesi davası ile mümkündür. Bu nedenle, davacı tarafından açılan davanın nüfus kayıt düzeltim davası olarak kabul edilmesi ve davaya asliye hukuk mahkemesinde bakılarak işin esası hakkında inceleme yapılması gerekir.

Dava dilekçesinde, nüfus kayıtlarının DÜZELTİLMESİ İSTENİLMİŞTİR. Mahkemece görevsizlik kararı verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından TEMYİZ EDİLMİŞTİR.

Devamını Oku..

222A0518Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 13.05.2015 tarihli 2014/28983 esas ve 2015/10901 numaralı kararının özeti ve metni aşağıdaki gibidir. Dava, 4650 sayılı Kanunla değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 10. maddesine dayanan kamulaştırma bedelinin tesbiti ve kamulaştırılan taşınmazın maliye hazinesi adına tescili istemine ilişkindir. Davalılardan bir kısmının davacı idare ile anlaşarak tapuda ferağ verdikleri iddia edildiğinden ve dosyada mevcut güncel tapu kaydına göre davalılar murisi Şaziye Tiryaki ve Ülkü Tiryaki’nin payı dışındaki payların Maliye Hazinesi adına kamulaştırma nedeniyle tescil edildiği anlaşıldığından, mahkemece ferağa ilişkin resmi senetler getirtilip gerekçesi açıklanmadan adı geçen tapu maliklerinin mirasçıları olan davalılar dışında kalan bir kısım davalının da paylarını kapsar şekilde davanın kabulüne karar verilmesi, dava konusu taşınmaza emsal olarak kabul edilen Arhasu Mahallesi 649 ada 3 parsel sayılı taşınmazın üzerindeki kargir bina ile birlikte satıldığı anlaşıldığından yapı bedelinin resmi birim fiyatları esas alınıp yıpranma payı da düşülmek suretiyle hesaplanıp, satış bedelinden düşüldükten sonra arsa zemin bedeli tespit edildikten sonra değerlendirme yapılması gerektiği düşünülmeden eksik inceleme ile bedel tespiti doğru görülmemiştir.

Devamını Oku..

222A0536Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13.05.2015 tarihli 2014/13-566 esas sayılı ve 2015/1339 sayılı kararı özetle yanlış tedavi nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Uyuşmazlık; davalı vakıf üniversitesi hastanesinde verilen tedavi hizmetinden zarar gördüğü iddiasıyla açılan eldeki davanın adli yargı yerinde mi yoksa idari yargı yerinde mi görülmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.

Vakıf üniversiteleri, kazanç amacı olmamak şartı ile mali ve idari konular dışında akademik çalışmalar, öğretim elemanlarının sağlanması ve güvenlik yönlerinden Devlet eliyle kurulan yükseköğretim kurumları için Anayasada belirtilen hükümlere tabi olarak Yükseköğretim Kurulunun görüş ve önerisi üzerine kanunla, tüzelkişiliği haiz olmak üzere kurulmakta olup; bu tüzel kişiliğin de, gerek 2809 sayılı Kanun hükümleri ve gerekse Anayasa Mahkemesi kararı uyarınca kamu tüzel kişiliği niteliğinde olduğu tartışmasızdır. İdari rejime dayalı olarak düzenlenmiş bulunan Türkiye’nin yönetim yapısında, kamu tüzel kişiliği idari yargının görev alanının belirlenmesinde kullanılan ölçütlerden bir tanesidir. Kamu tüzel kişilerinin kuruluş amacı kamu yararı; faaliyet konuları ise, kamu hizmetidir. Bu haliyle kamu tüzel kişisi olarak kanunla kuruldukları ve kamu hizmeti sundukları tartışmasız olan vakıf üniversitelerinin hastanelerinin, Devlet üniversiteleri hastanelerinden farklı tutulması hukuken olanaksızdır. Bu bağlamda, sağlık hizmetinin sunulmasından kaynaklanan zararların da, tazmin sorumluluğunun doğup doğmadığının, idari yargı yerince hizmet kusuru ilkesi kapsamında incelenerek karar verilmesi gerekir.

Devamını Oku..

222A0518Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 06.03.2015 tarihli  2013/14-1139 e. ve 2015/995 sayılı kararı özetle gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Somut olayda; Özel Dairece yapılan hukuki değerlendirme sonucu “idari yargı kararları ile sözleşmenin fon alacağını teminen ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu yönünden geçersizliğine karar verildiği, satış vaadi sözleşmesinin bir taahhüt işlemi olarak tarafları arasında hüküm ve sonuç meydana getirmeye devam edeceği, hiç kimsenin kendi muvazaalı işleminin sonuçlarından yararlanamayacağı, bu durumda davacının mülkiyet aktarımı istemi kabul edilerek dava konusu taşınmazın mevcut yükümlülükleri ile birlikte davacı şirket adına tesciline karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle ilk bozma kararı verildiği halde, ikinci bozma kararında ise hukuki görüş değiştirilerek “muvazaalı olarak düzenlendiği yargı kararlarıyla kesinleşen ve geçerli olmayan satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak tescil istenemeyeceğinden davanın reddinde karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle yerel mahkeme kararı bozulmuştur. Hukuki görüş değişikliğinin maddi hata olarak kabulü, dolayısıyla usuli kazanılmış hakkın istisnası olduğunun kabulü mümkün değildir. Bu durumda, yerel mahkemece verilen “karar verilmesine yer olmadığına” dair verilen ilk kararın Özel Dairece davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulması üzerine, yerel mahkemece bozma ilamına uyulmakla davacı yararına usulü kazanılmış hak doğmuştur. Öyleyse, bu aşamadan sonra yerel mahkemenin bozma ilamına uyarak davanın kabulüne dair verdiği kararın Özel Dairece, usulü kazanılmış hakka aykırı olarak önceki bozma ilamının aksine muvazaalı olarak düzenlendiği yargı kararlarıyla kesinleşen ve geçerli olmayan satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak tescil istenemeyeceğine işaretle bozulması hukuken olanaklı değildir. Hal böyle olunca, yerel mahkemece birinci bozma ilamına uyulmakla davacı yararına usuli kazanılmış hakkın oluştuğu gözetilerek davanın kabulü ile dava konusu taşınmazın mevcut yükümlülükleri ile birlikte davacı şirket adına tesciline karar verilmesi gerekir.

Devamını Oku..

222A0509Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 11.03.2015 tarihli ve 2013/5-1311 e. , 2015/999 sayılı kararı özetle kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, dava konusu taşınmazın tamamının kamulaştırma kararının kapsamında bulunup bulunmadığı, buna göre 1377 m2’lik bölümü yönünden taşınmaza kamulaştırmasız el atılıp atılmadığı, davanın bu bölüm yönünden kabulünün gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. Dava konusu taşınmazın davacılar ve dava dışı Emine adına 29.01.1975 tarih 41 no’da tapuya kayıtlı iken, davalı belediye tarafından, kadastro çalışmalarının başlamasından önce kamulaştırıldığı, kadastro sırasında taşınmazın kamulaştırmaya konu tapu kaydına dayalı olarak 43 parsel numarası ile aynı kişiler adına tescil edildiği, kamulaştırma bedelinin bankaya bloke edildiği, taşınmazın maliki davacıların (Tenzile Z. dışındaki) kamulaştırma bedelinin arttırılması için açtığı davanın kabul edilip kesinleşmesi ile kamulaştırma işleminin de kesinleştiği; mahkemece yapılan keşif sonucu, dava konusu 43 parsel sayılı taşınmazın, bilirkişiler tarafından uygulanan kamulaştırma krokisi kapsamında kaldığının belirlendiği anlaşılmakla, davalı belediye tarafından dava konusu taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığından bahisle bedel istenemeyeceğinden, mahkemece davanın reddine ilişkin verilen karar yerindedir.

Devamını Oku..

spsyal güvenlikYargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.03.2015 tarihli kararında özetle; davacı, davalının Mecliste yapılan konuşma ve daha sonra yapılan basın açıklaması ile kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu iddia etmektedir. Yerel mahkeme, davalının konuşması ve basın açıklamasının tamamı itibariyle bir suç oluşturmadığı ve kamu kurumu olan TRT’nin hakkında meclis araştırmasının yapılması için TBMM’yi bilgilendirmek amacıyla yapıldığı kanaati ile davanın reddine karar vermiştir. Yargıtay hukuk genel kurulunun 2013/4-1527 E. ve 2015/1004 k. sayılı karar aşağıdaki verilmiştir.

Devamını Oku..