Belgede sahtecilik suçlarında suçun konusu belge olup korunan hukuki yarar kamu güvenidir ve suçun geniş anlamda mağduru toplumu oluşturan bireylerdir. Nitekim belgede sahtecilik suçlarına ilişkin TCK’nun 204-212. maddeleri Kanunun Kamu Güvenine Karşı Suçlar bölümünde yer almaktadır. Bununla birlikte belgede sahtecilik suçunun işlenmesiyle haksızlığa uğrayan gerçek ve tüzel kişilerin suçtan zarar görmeleri mümkündür. Belgede sahtecilik suçunun işlenmesi nedeniyle farklı kişilerin çıkarlarının zedelenmiş olması suçun bu öncelikli niteliğini değiştirmeyeceği gibi zincirleme suç hükümlerinin uygulanmasına da engel değildir. Somut olayda sanık Yılmaz Ç.’in suça konu belge üzerinde Emine S.ve İsa K.un bilgi ve rızası olmaksızın onlar adına sahte imza attığı ayrıca belgeye tüm imzalar tamamlandıktan sonra sanık Davut U. aleyhine olmak üzere zemin kat 2-4-5 nolu işyerlerinde tadilat talebini eklediği, bu şekilde atılı suçu bir fiille birden fazla mağdura karşı işlediği sabit olmakla sanığın eyleminin 5237 sayılı Yasanın 43/2. madde kapsamında zincirleme şekilde resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturacağı gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi,
İşçinin ibranamede belirtilen parayı almadığına ilişkin beyanı karşısında, işveren şirketin mali kayıtları üzerinde inceleme yapılarak söz konusu ödemenin gerçek olup olmadığının araştırılması gerekir. Davacının iş akdinin ihale süresinin bitmesi nedeniyle feshedildiği, her ne kadar davalı tarafından dosyaya kıdem tazminatı ödendiğinden bahisle ibraname sunulmuş ise de, davacının bu parayı hiç almadığı yönündeki inkarı göz önünde tutularak, bilirkişi marifetiyle davalı işveren şirketin mali kayıtları incelenmek suretiyle bu paranın kayıtlarda yer alıp almadığının saptanması ve çıkacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken ödemenin yapıldığının kabulü ile kıdem tazminatından mahsubu hatalı olup bozma nedenidir.
Davacının, davalı idare bünyesinde belediye başkan yardımcısı olarak görev yapmakta iken, 08/03/2013 günlü dilekçesiyle kadro ve derecesine uygun müdürlük kadrosuna atanma isteğinde bulunduğu, ancak 13/03/2013tarih ve 127452 sayıyla kayda giren dilekçesiyle, bu isteğinden vazgeçtiği, buna rağmen davacının isteği doğrultusunda kurulduğu öne sürülen aynı günlü ve 127571 sayılı dava konusu işlemle ulaşım hizmetleri müdürü olarak atanması üzerine, bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmıştır. Bu durumda; atama işleminin tesisinden önce vazgeçilen isteğin işlemin nedenini oluşturmayacağı gibi, davacının atanmasını gerektirecek nitelikte başkaca bir sebep de öne sürülmeden kurulan işlemde hukuka uyarlık, davanın reddi yolundaki mahkeme kararında ise hukuki isabet görülmemiştir.
Oluşa, dosya kapsamına, mahkemece yapılan keşfe, keşifte dinlenen mahalli bilirkişi beyanlarına ve bilirkişi raporlarına göre, sanığın köy merasına ev ve bahçe yapmak suretiyle tecavüz ettiğinin anlaşılması karşısında, suç tarihi itibari ile 6360 sayılı Yasa ile; TCK.nun 154/2. maddesinde düzenlenen hakkı olmayan yere tecavüz suçunun unsurlarında bir değişiklik yapılmadığı da gözetilmeden, üzerine atılı suçtan mahkumiyeti yerine, yazılı şekilde beraatine karar verilmesi yasaya aykırıdır.
Sanığın, şikayetçiye ait kredi kartı bilgilerini yanıltmak suretiyle öğrendikten sonra kredi kartından 300,56 TL yarar sağlayarak atılı suçu işlediğinden bahisle açılan davada,şikayetçiyle sanığın sahibi olduğu şirketin müşteri hizmetleriyle yaptığı görüşme kayıtları elde olmayıp soruşturma safhasında, bedelin iadesi nedeniyle yapılan görüşme kayıtlarını içeren CD kapsamından,görüşme sonrası bedeli karşılığında gönderildiği belirtilen check-up hizmeti ile ilgili evrakın yanısıra ateş ölçer hediyesinin kargoyla gönderildiği anlaşılmakla, sanıktan check-up hizmetine ve kargoyla gönderilmesine ilişkin evrakların ve kart bilgilerinin alındığı görüşmeye ilişkin kayıtlar istenip, evrak ses kaydının incelenerek sonucuna göre hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken eksik incelemeye dayanarak yazılı şekilde hüküm kurulması yasaya aykırıdır.
Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir. Davacı Montaj bölümünde çalışmakta ve aynı zamanda çocuk sahibi olmak üzere tedavi görmektedir. Davacının isteği olmadığı halde kolaylık sağlama, devamsızlığını tolere etme gerekçesi ile davalı işveren dikiş hattında çalışması için görev yeri değişikliğine gitmiştir. Davacı iş şartlarına esaslı değişiklik gerekçesi ile bu görevlendirmeyi kabul etmemiştir. Davacının tedavisi nedeni ile yeni görev yerinin sağlığı açısından iş şartlarında esaslı değişiklik olduğu dosyada alınan bilirkişi raporundan anlaşılmaktadır. Davalı işverenin kabul etmeme üzerine tuttuğu tutanakların sonuca etkisi yoktur. İşveren davacının montaj bölümünde çalışmasının işyerinde olumsuzluklara yol açtığını kanıtlayamamıştır. Fesih geçerli nedene dayanmadığından davanın kabulü yerine reddi hatalıdır.
Site yöneticisi, sitede ikamet eden davalı tarafından uzun zamandır köpek beslendiğini, aynı blok ve sitede oturan site sakinlerinin beslenen köpek nedeniyle site yönetimine defalarca şikayette bulunduklarını, konuyla ilgili davalının defaten uyarıldığını ancak davalının söz konusu hukuka ve mevzuata aykırı kararında ısrar ettiğini, site yönetim planı gereği sitede yönetim kurulunun müsaadesi olmadan köpek beslenemeyeceğinin hüküm altına alındığını belirterek davalıya ait köpeğin söz konusu daireden tahliyesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Mahkemece köpeğin siteden tahliyesine karar verilmiştir. Dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye göre ana taşınmazın yönetim planında evcil hayvan beslenmesinin kat malikleri kurulunun müsaadesine tâbi tutulduğu belirlenerek davanın kabulüne karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Ancak, karar gereğinin yerine getirilmesi için 634 Sayılı Kat Mülkiyeti Kanununun 33. maddesi gereğince uygun bir süre verilmesi gerektiğinin düşünülmemesi doğru değil ise de bu husus hükmün bozulmasını ve yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden hükmün düzeltilerek onanması uygun görülmüştür.
Somut olayda, davalı işyerinde müşteri temsilcisi olarak çalışan davacının iş sözleşmesinin 06.06.2013-21.06.2013 tarihleri arasında tutulan tutanaklara istinaden 4857 sayılı Kanun’un 25/2. maddesi gereğince feshedildiği anlaşılmaktadır. Mahkemece feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine karar verilmiş ise de; davacı hakkında 06.06.2013 tarihinden 21.06.2013 tarihine kadar çok sayıda çağrı karşılama görevini yapmama ve anlık eğitim tuşlaması yapma içerikli tutanaklar tanzim edilmiş olup, işçinin bu davranışları iş akışını bozucu niteliktedir ve delil durumuna göre işyerinde olumsuzluk meydana getirmiştir. Artık işverenden iyi niyet kuralları çerçevesinde iş ilişkisini devam ettirmesi beklenemez. Fesih haklı sebep boyutuna ulaşmamış ise de, sözleşmenin geçerli sebeple feshedildiğinin kabulü gerekir.
2942 sayılı Yasanın “kısmi kamulaştırma” başlıklı 12/6 maddesinde “Baraj inşaatı için yapılan kamulaştırma sonucunda kamulaştırma sahasına mücavir taşınmaz …..çevrenin sosyal, ekonomik veya yerleşim düzeninin bozulması, ekonomik veya sosyal yönden yararlanılmasının mümkün olmaması hallerinde sahiplerinin yazılı başvurusu üzerine kamulaştırmaya tabi tutulur” hükmüne yer verilmiştir. Somut olayda; dosya içindeki bilgi ve belgelere göre dava konusu edilen baraja mücavir taşınmazda; sosyal, ekonomik ve yerleşme düzeninin bozulduğu, malikin ekonomik ve sosyal yönden yararlanma imkanının ortadan kalktığı anlaşılmıştır. Bu nedenle gerek 2942 sayılı Yasanın 12/6.maddesi gerekse T.C. Anayasasının 90/5 maddesi ile iç hukukun üzerinde sayılan ve 13.12.2016 tarih ve 51861/11 başvuru sayılı AİHM kararı birlikte gözetildiğinde, Kamulaştırma Kanununun 12/6 maddesinde yazılı olgular gerçekleşmiş olduğundan işin esasına girilerek yapılacak inceleme sonucuna göre hüküm kurulması gerekir.
Hastaya ait EKG tespitlerini yanlış veya eksik değerlendirip, hastadaki kalp krizini tespit edemeyerek, gerekli tetkikleri yaptırmayan ve hastanın bir üst merkeze sevkini sağlamayan sanık hekimin, sevki gerçekleştirse dahi hastanın kurtulması kesin olmadığından sanığın kusurlu eylemi ile hastanın ölümü arasında illiyet bağı kurulamayacağından, eyleminin ihmal suretiyle görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğu, diğer taraftan eylemin tek olduğu dikkate alınmadan, aynı eylem ile ilgili olarak ayrıca taksirle öldürme suçundan beraat kararı verilmesinin de isabetli olmadığı gözetilmelidir.
İş sahibi firmaya ait kağıt fabrikasında buhar ve elektrik üretim tesisi kurulumu işini üstlenen yüklenici firma çalışanları olan sanıkların, akde konu işin tamamlanmadığı ve iş alanının işverence devralınmadığı bir zamanda kazan ünitesinin test aşamasında elektrik santrali şantiyesinde kül silosunun patlaması neticesinde bu silonun bakım sorumlusu ve ustası olan işçinin öldüğü olayda, kül silosunun üzerindeki üst kapaktaki bağlantıyı sağlayan kaynakların oldukça zayıf ve parçanın ağırlığını taşıyamayacak nitelikte olması, bu santralda güvenlik ve uyan donanımları olmayan bir silonun kullanılması ve bu siloda, eski teknolojili ve verim alınamayan mekanik sallamalı filtre sisteminin tercih edilmesi, başka bir taşeron firmanın yaptığı silo kapağı montaj ve kaynağının kalitesinin ve teknik kontrollerinin yapılmaması, kül ve toz kaçıran filtre sisteminde proje ve teknik doküman olmadan tadilat yaptıran, revizyon sırasında by-pass sistemini açtırmayan sanıkların kusurlu oldukları anlaşıldığından, atılı suçtan mahkumiyetlerine karar verilmesi gerektiği gözetilmelidir.
Davalıların özensiz ve tıbbi kurallara aykırı davranışları nedeni ile davacının cismani zarar gördüğü açık olup manevi tazminat istemekte haklıdır. Manevi tazminat adalete uygun olmalıdır. Bu para tutarı aslında ne ceza ne de tazminattır. Çünkü mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını amaç edinmediği gibi, kusurlu olana yalnız hukukun ihlalinden dolayı yapılan bir kötülük de değildir. Aksine zarara uğrayanda bir huzur duygusu uyandırmayı, aynı zamanda ruhi ızdırabın dindirilmesini amaç edindiğinden, tazminata benzer bir fonksiyonu da vardır. O halde bu tazminatın sınırı, onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar elde edilmek istenen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gereken kadar olmalıdır. Gerekli olmadığı halde kesilen dişlerin sayısı, uğradığı cismani zarar ve acı ile tedavi süreci, davalıların kusurlu eylemleri dikkate alındığında; davacıya yükletilecek bir kusur da bulunmadığına göre, hükmedilen manevi tazminat tutarı çok azdır. TMK’nın 4. maddesi de dikkate alınarak davacı yararına uygun ölçüde manevi tazminat tayini gerekir.
Dava, trafik kazasından kaynaklanan cismani zarar nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkindir. Kaza neticesinde davacı Aysel’in maruz kaldığı yaralanmaya ilişkin olarak alınan Özürlü Sağlık Kurulu raporunda, davacının %8 oranında vücut fonksiyon kaybı olduğu belirlenmiştir. Mahkeme tarafından da benimsenen, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığı’ndan alınan raporda ise, mevcut kaza nedeniyle davacının vücut genel çalışma gücünden %11,3 nisbetinde kaybettiği ve 9 ay süre ile iş göremez halde kaldığı belirlenmiştir; hükme esas alınan hesap raporunda da, bu rapora göre hesaplama yapılmıştır. Bu haliyle davacı tarafından dosyaya ibraz edilen doktor raporu ile mahkeme tarafından alınan maluliyet raporları arasında açık ve fahiş bir çelişki bulunmaktadır. Bu nedenle, mahkemece maluliyet hususunda yapılan araştırma yetersizdir.Mahkemece, Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği esas alınarak, Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Dairesi’nden, çelişkilerin giderilmesi yönünde ayrıntılı, gerekçeli ve denetime elverişli rapor alınarak oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekir.