Dava, doktor hatası nedeniyle uğranılan maddi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Davaya konu edilen olayda, davacı, davalı doktorların hatalı ve yanlış tedavisinden dolayı sağ gözünde iyileşme olmadığını, korneanın zedelendiğini ve bu durumun ödeme yol açtığını iddia ettiğine göre, Anayasa’nın 129/5. maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın 13/1. maddesi gereğince adli yargı yerinde davalıya yönelik açılan davanın husumet nedeni ile reddine karar verilmesi gerekir. Mahkemece açıklanan yasal düzenleme gözetilerek, davalı doktorlar hakkındaki davanın husumet nedeniyle reddedilmesi gerekir.
Davacı Kemal tarafından, davalılar İclal ve diğeri aleyhine 17/01/2007 gününde verilen dilekçeyle maddi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 22/10/2015 günlü kararın YARGITAY’ca incelenmesi davacı mirasçıları vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan raporla dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ.


İşyeri sigorta sözleşmesine dayalı tazminat istemine yönelik davanın, rizikonun seylap kavramı içinde kaldığı gerekçesiyle reddine karar verilmiş ise de; sigorta konusu mahallin veya binanın içinden kaynaklanan rizikonun, yangın sigorta poliçesine eklenen Dahili Su Hasarları Klozu ile güvence altına alındığı, sel (seylap) veya su baskını rizikolarının ise, Sel veya Su Baskını Klozu ile sigorta güvencesi altına alındığı, her iki klozun da uygulamada yangın sigortası poliçesi genel şartlarına ek olarak ve istek üzerine verildiği, rizikonun dahili su basması ya da seylap mı olduğu hususunun her somut olaya göre ayrı ayrı nitelendirilmesi gerektiği, eldeki davada da gelen cevabi yazılara göre hasarın seylap değil dahili su teminatı klozu içinde bulunduğunun kabulü gerektiğinden, gerçek zarar miktarı tespit edilerek sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gözetilmelidir.
Dava, kamulaştırmasız el atılan taşınmazlar bedelinin tahsili istemine ilişkindir. Davalı idarenin sunduğu 1975 tarihli kamulaştırma evrakında kamulaştırılan alanlar ile fen bilirkişi raporunda el atıldığı belirtilen alanların yüzölçümleri farklı olduğundan, kamulaştırılan kısımla ilgili varsa dava dosyasının, yoksa kamulaştırma krokisi dahil ilgili tüm belgelerin getirtilmesinden sonra, önceki kamulaştırmaya konu yol ile davacının kamulaştırmasız el atıldığını iddia ettiği 141 nolu parselde 5926,50 m2, 152 nolu parselde 4534,62 m2 yerin çakıştırılıp, fen bilirkişisi raporunda işaretlettirilmesi suretiyle el atıldığı öne sürülen alanla daha önce kamulaştırılan yerin aynı yer olup olmadığının tespiti için fen bilirkişisinden ek rapor alınması gerektiği düşünülmeden, eksik inceleme ile karar verilmesi, kamulaştırmasız el atma olduğunun tespiti halinde, el atılan kısımların yer bedeli ile, kalan kısımların yüzölçümleri, geometrik şekilleri, kullanım durumları itibariyle değer düşüklüğü olup olmadığı yönünde ziraat bilirkişilerinden rapor alınarak, sonucuna göre karar verilmesi gerektiğinin düşünülmemesi doğru görülmemiştir.
Murisin satış vaadinde bulunmayan başka mirasçıları da mevcut olduğundan taşınmazdaki elbirliği mülkiyeti paylı mülkiyete çevrilmeden sözleşmenin ifası mümkün olamayacağından mahkemece davanın reddi gerekirken kabul hükmü kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir.
Takip dayanağı senedin teminat senedi olduğu iddiasının; hangi ilişkinin teminatı olduğu senet üzerine yazılmak suretiyle ya da takip dayanağı senede açık atıf yapan İİK’nun 169/a-1. maddesinde yazılı nitelikte bir belge ile ispatlanması gerekmektedir. Somut olayda takip dayanağı 24.09.2014 tarihli 145.950.-TL bedelli bono üzerinde teminat amaçlı verildiğine yönelik herhangi bir kayıt olmadığı görülmüştür. Borçluların itirazlarına dayanak yaptıkları sözleşmede de takip dayanağı bonoya tanzim ve vade tarihi ile miktarı gösterilmek suretiyle yapılmış bir atıf yoktur. O halde, borçlular itirazlarını İİK’nun 169/a-1. maddesine uygun bir belge ile ispat edemediği gibi alacaklının da takip dayanağı bononun teminat senedi olduğuna yönelik bir kabul beyanı bulunmadığından mahkemece itirazın reddine karar verilmesi gerekir.
Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden, davalı kadının aşırı kıskanç davrandığı ve eşine hakaret ettiği anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Olayların akışı karşısında davacı dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün görülmemesine göre, boşanmaya (TMK m. 166/1) karar verilecek yerde, yetersiz gerekçe ile davanın reddi doğru bulunmamıştır.
Yeni Tapu Sicili Tüzüğünün Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği 17.8.2013 tarihten itibaren, ilgililerin mahkemeye müracaat etmeden önce, ilk olarak tapu müdürlüklerine başvurması kaçınılmaz olup, değinilen prosedür izlenmeden mahkeme önüne getirilen davanın dinlenebilme olanağı yoktur. Bunun yanında, ilgililerin tapu müdürlüklerine yaptıkları yazılı ya da sözlü düzeltim başvuruları üzerine, tapu müdürlüklerinin Tüzüğün 75. maddesinde belirtilen araştırma ve soruşturmayı yapmadan verdikleri soyut içerikli ret kararları da davayı mahkeme önünde dinlenebilir hale getirmez. Diğer taraftan, Tapu Sicili Tüzüğünün 75. maddesine aykırı olarak verilen bu tür ret kararlarına karşı ilgililerin aynı tüzüğün 26. maddesine göre itiraz imkanı bulunmaktadır. Hâl böyle olunca, davanın usulden reddine karar verilmesi gerekir.


