Archives: Kasım 2015

indirDavacı ile davalı Yunus arasındaki kira sözleşmesi 28/07/2012 tarihli, üç yıl süreli olup, davalılar Mehmet ve Osman kira sözleşmesini özel şartlar 18.maddedeki hüküm gereği müteselsil kefil olarak imzalamışlardır. 01/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren TBK 583. Maddesinde “Kefalet Sözleşmesi yazılı yapılmadıkça ve kefilin sorumlu olacağı azami miktar ile kefalet tarihi belirtilmedikçe geçerli olmaz. Kefilin, sorumlu olduğu azami miktarı, kefalet tarihini ve müteselsil kefil olması durumunda, bu sıfatla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girdiğini kefalet sözleşmesinde kendi el yazısıyla belirtmesi şarttır.” Hükmü bulunmaktadır. Takibe konu kira sözleşmesinde TBK’nın 583.maddesinde belirtilen şekil şartına uyulmadığından kefalet sözleşmesi geçersizdir. Bu gerekçeyle kefiller hakkındaki davanın reddi kararı doğru olup, davalı kefil Mehmet yararına vekalet ücreti konusunda olumlu-olumsuz bir karar verilmemesi doğru değildir. Buna ilişkin karar şu şekildedir:

Dava,erken tahliye nedeniyle 12.000TL kira alacağının tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş , hüküm, davacı vekiliyle davalı kiracı Yunus ve kefili Mehmet vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Devamını Oku..

2604e9daabc604b5f8ed03065883ec54Türk Medeni Kanunu’nun 747/2. maddesi gereğince geçit isteği , önceki mülkiyet ve yol durumuna göre en uygun komşuya, bu şekilde ihtiyacın karşılanmaması halinde geçit tesisinden en az zarar görecek olana yöneltilmelidir. Zira geçit hakkı taşınmaz mülkiyetini sınırlayan bir irtifak hakkı olmakla birlikte, özünü komşuluk hukukundan alır.Bunun doğal sonucu olarak yol saptanırken komşuluk hukuku ilkeleri gözetilmelidir. Geçit ihtiyacının nedeni, taşınmazın niteliği ile bu ihtiyacın nasıl ve hangi araçlarla karşılanacağı davacının sübjektif arzularına göre değil, objektif esaslara uygun olarak belirlenmeli, taşınmaz mülkiyetinin sınırlandırılması konusunda genel bir ilke olan fedakarlığın denkleştirilmesi prensibi dikkatten kaçırılmamalıdır.Uygun güzergah saptanırken önemle üzerinde durulması gereken bir diğer yön ise , aleyhine geçit kurulan taşınmaz veya taşınmazlar bölünerek kullanım şekli ve bütünlüğünün bozulmamasıdır. Şayet başka türlü geçit tesisi mümkün değilse bunun gerekçesi kararda açıkça gösterilmelidir. Buna ilişkin karar şu şekildedir:

Dava, Türk Medeni Kanunu’nun 747.maddesi gereğince geçit hakkı kurulması isteğine ilişkindir.Davalılar davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, davanın davalı E.S. açısından kabulüne, davacının maliki olduğu 131 ada 48 parsel sayılı taşınmaz lehine ,08/04/2013 tarihli teknik bilirkişi Yavuz KARAMAN tarafından düzenlenmiş bulunan krokide 1.Alternatif olarak ve kırmızı renkli gösterilen 49 parsel sayılı taşınmazdan 3m genişliğinde 42,2 m uzunluğunda, 125,63m2 kısmından geçit/irtifak hakkı tesisine karar verilmiştir.

Devamını Oku..

aracAraç muayenesinde sahtecilik yaptığı iddia edilen sanığın suçlamayı kabul etmemesi, sanık ile aynı odada çalışan tanıkların müştekiyi tanımadıklarını beyan etmeleri, müştekinin ise muayene işleminin sanık tarafından yapıldığını beyan etmesi karşısında; gerçeğin kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belirlenmesi için suça konu belge üzerinde imza ve yazı incelemesi yaptırılarak sanığın eli ürünü olup olmadığı araştırılıp, sanığın eli ürünü çıkmadığı takdirde sanığı mahkumiyete götüren sübut delillerin nelerden ibaret olduğu gösterilerek karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve yetersiz gerekçe ile mahkumiyet kararı verilmesi, belgelerde sahtecilik suçlarında aldatma yeteneğinin bulunup bulunmadığının takdiri hakime ait olduğu cihetle, suça konu belge üzerindeki muayene olanak verecek şekilde belge üzerindeki muayene işlemi incelenmek suretiyle, özelliklerinin duruşma tutanağına yazılması ve denetime olanak verecek şekilde belge aslının dosya içine konulması gerektiği gözetilmeden ve muayene işlemindeki sahteliğin  iğfal kabiliyetinin ne şekilde oluştuğu kararda tartışılıp değerlendirilmeden hüküm kurulması yasaya aykırıdır. Buna ilişkin karar şu şekildedir :

Tekerrüre esas teşkil eder nitelikte sabıkası bulunan sanık hakkında TCK’nun 58 inci maddesinin uygulanmaması isabetsizliği karşı temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.

Devamını Oku..

emekliye_ek_ikramiye_geliyor_mahkeme_kararini_verdi_h61364_783c1Mahkemece, davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş ise de,6098 sayılı TBK’nın 155/2.maddesinde , zamanaşımının asıl borçluya karşı kesilmesi halinde kefile karşı da kesileceği, 596/1.maddesinde kefilin alacaklıya ifada bulunduğu ölçüde onun haklarına halef olacağı, yine aynı kanunun 596/5. maddesinde, kefilin rücu hakkına ilişkin zamanaşımının, kefilin alacaklıya ifada bulunduğu anda işlemeye başlayacağı belirtilmiştir.Alacaklı Halkbankası’nın asıl borçlu ve işbu davanın davalıları aleyhine 2002 yılında takip yapmasıyla ve sonrasında yargılama ve takip sırasında yapılan bir kısım işlemlerle asıl borçluya karşı zamanaşımı kesildiğinden, kefil olan davacı kooperatife karşı da zamanaşımı kesilmiştir.Davacının,zamanaşımı süresi dolmayan borcu kefil sıfatıyla alacaklıya ödemesi nedeniyle alacaklının haklarına halef olduğu,rücu hakkına ilişkin zamanaşımının davacı kefilin alacaklıya ifada bulunduğu 22.10.2013 tarihinde işlemeye başlayacağı açık olup , icra takibinin de 23.01.2014 tarihinde başlatıldığı dikkate alındığında zamanaşımının dolmadığı anlaşılmakla; davanın esasına girilerek tarafların delilleri toplanılıp oluşacak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekir.Buna ilişkin Yargıtay kararı şu şekildedir: 

Devamını Oku..

durustluk_ilkesine_uymayan_avukatin_aldigi_vekalet_ucreti_h47731Avukat olan davacının,avukatlık kimliğini ibraz etmesine rağmen kolluk kuvvetleri tarafından üzerinin aranması nedeniyle manevi zararın tazmini istemiyle dava açılmıştır.Avukatlık yasası uyarınca ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçtan dolayı suçüstü hali dışında avukatların üzeri aranamaz.Suçüstü hali olmadan müvekkili önünde kolluk kuvvetlerince üzeri aranan davacının meslek onurunun zedelendiği açıktır. Davalı idarenin bu eylemde hizmet kusurunun bulunduğuna, davacının manevi zararının karşılanmasına,haksız zenginleşmesine de yol açılmamasını sağlamak üzere takdiren manevi zararın olay tarihin itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı idare tarafından davacıya ödenmesine ve fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmesi hukuka uygundur. Buna ilişkin Danıştay kararı şu şekildedir:

İstem : .. Barosuna kayıtlı avukat olan davacının,avukatlık kimliğini ibraz etmesine rağmen kolluk kuvvetleri tarafından üzerinin aranması nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen 50.000,00TL manevi zararın tazmini istemiyle açılan dava; 1136 sayılı Avukatlık Yasası uyarınca ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suçüstü hali dışında avukatların üzerinin aranamayacağı tartışmasız olup, bir suçüstü hali olmadan müvekkili önünde kolluk kuvvetlerince üzeri aranan davacının meslek onurunun zedelendiği açık olduğundan davalı idarenin görevle ilgili olarak gerçekleştirilen bu eylemde hizmet kusurunun bulunduğu gerekçesiyle davacının manevi zararının karşılanmasını ve haksız zenginleşmesine de yol açılmamasını sağlamak üzere takdiren 2.000,00TL manevi zararın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı idare tarafından davacıya ödenmesine,fazlaya ilişkin istemin reddine karar veren Sakarya 1.İdare Mahkemesi’nin 31.03.2010 gün ve 2009/540E. – 2010/248K. sayılı kararının; takdir edilen tutarın eylemin meydana getirdiği zararı karşılamadığı ve idareler için bir caydırıcılığının bulunmadığı ileri sürülerek,2577 sayılı yasanın 49.maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istemidir. 

Devamını Oku..

kimler-ise-iade-davasi-acabilir_646x340Taraflar arasında adi ortaklık kurulduğu, ancak bu ortaklığın tarafların aralarındaki güven sarsıcı davranışlar nedeniyle son bulduğu davacının gerek ortaklıktan ayrılmayı gerekse sermaye payını istemesi nedeniyle uyuşmazlığın; adi ortaklığın tasfiyesi hükümleri gereğince ve 642. maddelerindeki tasfiye hükümlerinin somut olaya uygulanması suretiyle çözümlenmesi gerekmektedir. Mahkemece yapılacak iş; yasa hükümlerine göre, gerekirse Vergi Dairesinden davalıya ait gelir vergisi ve KDV beyannameleri ve ekleri getirtilip ayrıca davalıya ait 2011 yılı ticari defterleride dosya kapsamına alınarak tasfiyenin yapılmasını sağlamak; ortakların anlaşarak tasfiye memuru belirlemelerini istemek; bu konuda anlaşamamaları halinde ise hakim tarafından tasfiye işlemini gerçekleştirecek tasfiye memurunu resen atamak olmalıdır. Bundan sonra ise, tasfiye işlemleri; hakim tarafından öngörülecek üçer aylık dönemlerde tasfiye memuru tarafından 3 aşamada gerçekleştirilmelidir. Birinci aşamada; ortaklığın sona erdiği tarih itibariyle ortaklığın tüm malvarlığı belirlenmeli, yönetici ve idareci ortaktan ortaklık hesabını gösterir hesap istenmeli, verilen hesapta uyuşmazlık çıktığı takdirde, taraflardan delilleri sorularak toplanmalı, tasfiye memurunun belirlediği malvarlığı bilançosu taraflara tebliğ edilmeli, bu husustaki itirazları da karşılanıp, toplanacak delillere göre değerlendirilmelidir. İkinci aşamada; ortaklığın malvarlığına ilişkin satış ve nakde çevirme işlemi gerçekleştirilmeli, şayet bu mallar mevcut değilse, değerleri bilirkişi marifetiyle saptanmalıdır. Üçüncü ve son aşamada ise; işlemler sonucu oluşan değerden, öncelikle ortaklığın borçları ödenmeli ve ortaklardan herbirinin, ortaklığa verdiği avanslar ile ortaklık için yaptığı giderler ve katılım payı geri verilmeli, bundan sonra bir şey artarsa, bu kazanç veya zarar da belirlenerek ortaklara paylaştırılmak üzere son bilanço düzenlenmelidir. Bu aşamalardan sonra ise; tasfiye memurunun yaptığı tasfiye işleminin sonuç bilançosuna göre hakim , tarafların hak ve yükümlülüklerini saptayıp , tasfiye işlemini sonlandırmalı ve bu doğrultuda hüküm oluşturmalıdır. Buna ilişkin karar şu şekildedir: 

Devamını Oku..

20140514_583873Sanığın bir süredir duygusal arkadaşlık yaptığı 15 yaşından küçük mağdureyi kendi rızası dahilinde evinde alıkoymak eyleminde, mağdurenin rızası hukuken üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakka ilişkin olmadığından hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilemeyecektir. Dolayısıyla 15 yaşından küçük mağdurenin rızasıyla bile gerçekleşmiş olsa bu eylem TCK’nın 109-1,109-3f,109-5. maddelerinde düzenlenen kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu oluşturmaktadır.Bu nedenle,yerel mahkeme hükmünün,Özel Dairece mağdurenin sanıkla gönüllü olarak kaçması, sanığın mağdureye yönelik hukuka aykırı eyleminin olmaması gerekçeleriyle eylemin çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçunu oluşturduğundan bahisle bozulmasına karar verilmesi isabetli değildir. Buna ilişkin karar şu şekildedir:

Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan sanık Önder A’nın 5237 sayılı TCK’nın 109/1, 109/3-f,109/5 ve 53.maddeleri uyarınca 3 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin,Balıkesir 3.Asliye Ceza Mahkemesi’nce verilen 09.11.2009 gün ve 568-16 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14.Ceza Dairesi’nce 12.12.2013 gün ve 348-13158 sayı ile; ” Mağdurenin cebir,tehdit veya hile kullanılmaksızın sanıkla gönüllü olarak birlikte kaçması, sanığın mağdureye yönelik hukuka aykırı herhangi bir eyleminin bulunmaması ve soruşturmanın mağdurenin babası M.K.’nın ihbarı üzerine başladığının anlaşılması karşısında, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun unsurlarının oluşmadığı, iddianamedeki anlatıma göre eylemin TCK’nın 234/3. maddesinde belirtilmiş olan çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçunu oluşturduğu gözetilmeden, sanığın TCK’nın 234.maddesi uyarınca cezalandırılması yerine,yazılı şekilde TCK’nın 109/1,3-f ve 5.maddeleri uyarınca cezalandırılmasına karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Devamını Oku..

handcuff.jpg-300x199Olay tarihinde mağdur Abdulkadir ve sanık Ufuk’un da aralarında bulunduğu grubun, tanık B’in askere gidecek olması nedeniyle düzenlenen eğlenceye katıldıkları, sanık Ufuk’un katılımcı grubu eğlendirmesi içim davul ve zurna çalan iki kişi ile anlaşarak eğlencenin yapıldığı teras katına getirdiği, zurnacıdan farklı istek parçalar istendiği, bir süre sonra herkesin kendi istek parçasının çalınmasını istemesine sinirlenen zurnacının eğlence yerinden ayrıldığı, eğlencenin bitmesi üzerine teras katından aşağıya inen mağdur Abdulkadir’in “bu zurnacıyı getirenin anasını avradını sinkaf edeyim” demesine sinirlenen sanığın, batın bölgesinden karaciğer sağ lob anterolateralde laserasyona ve hayati tehlike geçirmesine neden olacak şekilde tek bıçak darbesiyle mağduru yaraladığı, eylemine kendiliğinden son vererek olay yerinden kaçtığı olayda;sanık ve mağdur arasında olay öncesi öldürmeyi gerektirecek bir husumetin bulunmaması, hayati tehlikeye neden olan yaranın tek olması, engel  hal bulunmadığı halde sanığın eylemine son vermesi dikkate alındığında, eylemi ile ani olarak ortaya çıkan kastının yaralamaya yönelik olduğu, öldürme kastını açığa çıkaran kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı anlaşılmakla,kasten silahla yaralama suçundan , alt sınırdan uzaklaşılmak suretiyle hüküm kurulması yerine suç niteliğinde hataya düşülerek,öldürmeye teşebbüsten hüküm kurulması bozmayı gerektirmiş.Buna ilişkin karar şu şekildedir:

Devamını Oku..

imagesSomut olayda; sanığın,telefonda katılana söylediği “ben bitmişim seni de bitiririm, kendimi de bitiririm başkasına işimi gördürmem yani değil akraba yedi zuhuriyetin kim olsursa olsun” ,”ateşle oynuyorsun” biçimindeki sözlerin objektif olarak korkutucu nitelikte bulunması ve tehdit suçunda tasarlama unsurunun aranmaması nedeniyle,TCK’nın 106/1-son maddesindeki sait tehdit suçunu oluşturduğu gözetilmeden, kanuni olmayan gerekçeyle beraat hükmü kurulması kanuna aykıdır. Buna ilişkin karar şu şekildedir:

Yerel mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre, gerekçeli kararın sanığa usulüne uygun şekilde tebliğ edilmemesi nedeniyle temyiz isteği süresinde kabul edilerek dosya görüşüldü,Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre, yapılan incelemede;1-Sanığa yükletilen hakaret eylemiyle ulaşılan çözümü haklı kılıcı zorunlu öğelerinin ve bu eylemin sanık tarafından işlendiğinin Kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı,Eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanunda öngörülen suç tipine uyduğu, Cezanın kanuni bağlamda uygulandığı, 

Devamını Oku..

yargıtayHükme esas alınan Yargıtay 14.Hukuk Dairesi’nin 09.01.2012 tarihli 2011/13487Esas 2012/30Karar sayılı ilamında özetle dava konusu parseller bakımından kuraklığın olduğu 2006-2007 yıllarında sözleşmede kararlaştırılan kira parasından “felaketli vakalar” sebebiyle tenzili gereken miktarın bilirkişiye incelettirilerek ayrıntılı ve gerekçeli rapor alınması ve bu şekilde bir veri sağlandıktan sonra gerekirse Türk Medeni Kanunu’nun 4.maddesinin hakime tanıdığı takdir yetkisini de kullanarak her iki parsel için tenzil edilmiş kira parasına hükmedilmesi, bu yapılırken davacının 19.07.2010 tarihli dilekçesindeki taleplerinin ve artırılan kira parasının gözetilmesi gerektiği belirtilmiş olup,bozma sonrasında alınan 11/12/2012 tarihli ek bilirkişi raporunda ise dava konusu her iki parsel için 2007 yılındaki zarar miktarı belirlendiği halde bu zarar miktarları dikkate alınmaksızın sözleşmedeki artış şartı gereğince hesaplanan 2006 yılı aylık kira bedeli ile 2007 yılı aylık kira bedeli arasındaki fark kadar indirim yapılabileceği bildirilmiştir.Mahkemece bozma ilamına uyulmasına rağmen bozma gereklerine uygun olmayan belirtilen bilirkişi raporu esas alınarak TMK. 4.maddesinin hakime tanıdığı takdir hakkı kullanılmaksızın hakkaniyete uygun olmayacak şekilde indirim yapılmak suretiyle kira bedelinin belirlenmesi doğru değildir.

Dava, ürün kirasında kira bedelinin uyarlanması istemine ilişkindir.Mahkemece davanın kısmen kabulüne , 135 parsel sayılı zeytinliğin 2007 yılı kira bedelinin aylık 24.690TL, 54 parsel sayılı zeytinliğin ise 9400TL olarak uyarlanmasına karar verilmiş, hüküm davacı ve davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Devamını Oku..

ta1.jpgSomut olayda davacı fazla mesai ücreti alacağının tahsilini talep etmiş, davalı davacının fazla mesai yapmadığını, kaldı ki davacı tarafından imzalanan iş akdinde fazla mesai ücretlerinin aylık ücrete dahil olduğunu bu nedenle talebin reddi gerektiğini belirtmiş, mahkemece taraflar arasında imzalanan iş akdinde her ne kadar fazla mesai ücretinin aylık ücretin içerisinde olduğu düzenlenmiş ise de davacının yönetici olmadığından bahisle fazla mesai ücretinin kabulüne karar verilmiştir. Taraflar arasında imzalanan iş akdine göre fazla mesai ücretinin kabulüne karar verilmiştir.Taraflar arasında imzalanan iş akdine göre fazla mesai ücretinin aylık ücrete dahil olduğu konusunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık iş akdindeki bu düzenlemenin geçerli olup olmadığı hususunda toplanmaktadır.Olayımızda üzerinde durulması gereken husus davacının aylık ücret seviyesinin bu düzenlemenin uygulanmasına elverişli olup olmadığıdır.Çünkü davalı bazı aylarda ücret bordrolarında fazla mesai tahakkuku yaparak ödemiştir.Davacının temel aylık ücret yanında prim usulü çalıştığı, prim hariç çıplak aylık ücretinin fesih tarihi itibarıyla taraflar arasındaki fazla mesai ücretinin aylık ücrete dahil olduğu düzenlemesinin uygulanabilir olduğu açıktır.Bu durumda yapılacak iş ilke kararında belirtildiği üzere, davacının yıllık olarak yapmış olduğu fazla mesaiden 270 saat mahsup edilmek suretiyle çıkacak sonuca göre karar vermektir.Buna ilişkin karar şu şekildedir: 

Devamını Oku..

YARGITAYHukukumuzda kamu düzeninden sayılan ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 303 (HUMK’nın 237.maddesi) maddesinde düzenlenen kesin hüküm tarafların anlaşmaları ile ortadan kaldırılamadığı gibi, mahkemece kendiliğinden göz önünde tutulur. Düzenlediği hak ve çıkar ilişkileri yönünden yasal gerçeklik sayıldığından taraflarını bağlar. Dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hükümle çözümlenmiş olması olumsuz dava şartıdır.(HMK m.114/1-i). Birinci dava ile ikinci davanın müddeabihlerinin yani dava ile elde edilecek sonucunun aynı olması, dava sebeplerinin yani davanın dayandığı maddi vakıaların aynı olması yanında davaların taraflarının da aynı olması halinde maddi anlamda kesin hüküm oluşur. Buna ilişkin karar şu şekildedir:

Dava, tenkis isteğine ilişkin olup, mahkemece, kesin hüküm nedeniyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacılar tarafından temyiz edilmiştir.

Davacılar, mirasbırakanları Salim Ç’nin noterde düzenlediği vasiyetname ile tüm mallarını davalı eşi Refika Ç’ye vasiyet ettiğini, ancak bu vasiyetnameyle mahfuz hisselerinin ihlal edildiğini, söz konusu vasiyetnamenin Şebinkarahisar Sulh Hukuk Mahkemesinin 2005/73 K. Sayılı ilamıyla açıldığını ileri sürerek mahfuz hisseleri ihlal eden tasarrufun tenkisini istemişlerdir.

Devamını Oku..

hakkinda_clip_image012Kiralananın hor kullanılması halinde taşınmaz maliki veya kiraya veren kiralananın tamiri için gereken süre kadar kira kaybı alacağı talep edebilir.Nitekim gerek tespit raporunda gerekse yargılama sırasında alınan bilirkişi raporlarında taşınmazın hor kullanma nedeniyle 30 gün içinde tamir edilerek eski haline getirilebileceği belirtilmiştir. Davacı, kiralananı kullanılamaz olması nedeniyle tamirat süresi boyunca kiraya veremeyeceğinden mahkemece 30 günlü kira kaybı alacağına hükmedilmesi gerekirken istemin reddine karar verilmesi doğru değildir. Davalı vekilinin faiz başlangıç tarihine yönelik temyiz itirazlarına gelince: Davalılar vekili dava dilekçesinde fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak talep ettiği alacak kalemlerine ilişkin olarak şimdilik 10.000TL’nin yasal faiziyle tahsilini istemiş,25/11/2013 tarihli dilekçe ile talebini ıslah ederek 62.377,93TL’ye çıkarmıştır. Bu durumda mahkemece talep edilen alacağın 10.000TL’sine dava tarihinden,kalan kısmına ise ıslah tarihinden itibaren faiz işletilmesi gerekir. Buna ilişkin karar şu şekildedir:

Dava, hor kullanma tazminatı, erken tahliye nedeniyle makul süre kira alacağı, tamirat süresi kira kaybı ve kira sözleşmesine ek olarak düzenlenen protokoldeki artış şartından kaynaklanan kira farkı alacağının tahsili istemlerine ilişkindir. Mahkemece davanın kısmen kabulüne, eski hale getirme bedeli ve kira farkı alacağı toplamı 33.946,68 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin taleplerin reddine karar verilmiş, hüküm davacılar ve davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Devamını Oku..

AnaSayfaSlide-46100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 294/3.maddesi uyarınca, hükmün tefhimi, her halde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur. Gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz.(6100 s.HMK. m.298/2). Buna göre, tefhim edilen hüküm sonucu yanlış da olsa , gerekçeli kararın, tefhim edilen hüküm sonucuna uygun düzenlenmesi gerekmektedir. Yanlışlık ancak temyiz kanun yoluna başvurulması ve kararın bozulması halinde düzeltilebilir.Tefhim edilen ve duruşma tutanağına geçirilen hüküm sonucu ile gerekçeli karar arasındaki aykırılık diğer yönler incelenmeden tek başına bozma sebebi olur.O halde mahkemece yapılacak iş,10.4.1998 tarihli 7/4 sayılı içtihadı birleştirme kararı gözetilerek yeniden karar oluşturmaktan ibarettir.

Yargılamanın sona erdiği oturumda verilen ve duruşma tutanağına geçirilen tefhim edilen kararda müşterek çocuklar için iştirak nafakasına hükmedildiği halde, sonradan yazılan gerekçeli kararda bu hususlarda herhangi bir hüküm kurulmadığı görülmektedir. Başka bir ifadeyle tefhim olunan hüküm sonucuna aykırı gerekçeli karar oluşturulmuştur. (HMK.md.298/2)

Devamını Oku..

Doktor teşhisi hatalarıDava; davacılar tarafından, İ. B.’in SSK Ankara Doğumevi ve Kadın Hastalıkları Hastanesi’nde 05.11.2002 tarihinde gerçekleşen doğumu esnasında anne adayı M. B.’e gerekli dikkat ve özenin gösterilmediği, uygulanan sağlık hizmeti sunumunda kusurlu davranıldığı, bu nedenle davacılardan İlker Başer’in bünyesinde korpus kollozum agenezisi, miyelinizasyon, migrasyonda gecikme rahatsızlıkları oluştuğu ileri sürülerek toplamda 340.000,00-TL maddî, 45.000,00-TL manevî olmak üzere 385.000,00-TL tazminatın 05.11.2002 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı idareden tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır. Buna ilişkin karar şu şekildedir:

İstemin Özeti: Ankara 3. İdare Mahkemesi’nin 07/02/2013 günlü, E:2009/1139; K:2013/164  sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Savunmaların Özeti: Davalı idarece davacının temyiz taleplerinin reddi gerektiği savunulmakta olup, davacılar tarafından savunma verilmemiştir.

Devamını Oku..