Dava, kullanmama nedenine dayalı markanın hükümsüzlüğü istemine ilişkin olup, mahkemece yazılı şekilde 556 sayılı KHK’nın 14. maddesi gereğince markanın kullanmama nedeniyle iptaline karar verilmiştir. Ancak, 24.07.2014 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesinin 09.04.2014 tarih 2013/147 esas ve 2014/75 karar sayılı kararı ile 556 sayılı KHK’nın 42/1-c maddesinin iptaline; karar tarihinden sonra 06.01.2017 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesinin 14.12.2016 tarihli 2016/148 esas ve 2016/189 karar sayılı kararı ile 556 sayılı KHK’nın 14. maddesinin iptaline karar verilmiştir. Bu durumda, Anayasa Mahkemesi’nin anılan iptal kararı değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiğinden kararın bozulması gerekmiştir.
Taraflar arasında görülen davada İstanbul Anadolu(Kapatılan) 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nce verilen 24/11/2015 tarih ve 2014/180-2015/159 sayılı kararın YARGITAYca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ düşünüldü:
Taraflar arasında görülen davada Ankara 4. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nce verilen 28/03/2016 tarih ve 2014/529-2016/79 sayılı kararın YARGITAYca incelenmesi davalı şirket vekili ve davalı TPE vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Sefa Er tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ düşünüldü:
Mevcut nüfus kaydına göre davacı-davalı Hasan’ın 5.1.2018 tarihinde öldüğü anlaşılmaktadır. Bu halde evlilik ölümle sona ermiş, boşanma davası konusuz kalmıştır. Açıklanan husus gözetilerek bir karar verilmek üzere hükmün bozulması gerekmiştir.
Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 2014/3430 e. ve 2014/16303 k. sayılı ilamına göre kamulaştırma bedelinin tespiti ilişkin karar;
Dava, düğün merasimi kapsamında çekilen kamera kayıtlarının bozuk olmasından dolayı ayıplı hizmet nedeniyle manevi tazminat İSTEMİNE İLİŞKİNDİR. Mahkemece davanın kısmen kabulüne dair verilen karar, davacılar vekili tarafından manevi tazminatın miktarı yönünden süresi içinde TEMYİZ EDİLMİŞTİR.
Çeklerde ilk ciranta olarak görünen imzaların davacıların eli ürünü olmadığının bilirkişi incelemesi ile tespit edildiği, çeklerin davacılar emrine düzenlendiği, davacılar elinde iken çalındığı, sahte ciro ile tedavüle konulduğu, sahtelik defi’nin mutlak defilerden olduğu, iyi niyetli olsa dahi hamile (davalı faktoring şirketine) karşı ileri sürülebilir.
Dava dilekçesinde siyasi partinin (CHP’nin) olağanüstü ilçe kongresini yapmak üzere delege GÖREVLENDİRİLMESİ İSTENİLMİŞTİR. Mahkemece davanın kabulü cihetine gidilmiş, hüküm davalı CHP Genel Merkezi vekili tarafından TEMYİZ EDİLMİŞTİR.
Davacı, feshin geçersizliğine, işe iadesine ve yasal sonuçlarına hükmedilmesine karar VERİLMESİNİ İSTEMİŞTİR.
Dava, Medeni Kanunun 713. maddesi hükmü uyarınca tapusuz olan taşınmazın tesciline ilişkindir. Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yerde tesbit tarihinden önce 2896 sayılı Kanuna göre 1978 yılında yapılıp 19/02/1986 – 19/02/1987 yılları arasında ilan edilen, davalı taşınmazın bulunduğu yerde Kadastro Mahkemesinin 1982/39-1993/349 sayılı dosyası ile açılan dava nedeniyle 13.11.1995 tarihinde kesinleşen orman kadastrosu ve 2/B uygulaması bulunmaktadır. Daha sonra 3302 sayılı Kanuna göre 1990 yılında yapılıp 11/09/1991 tarihinde kesinleşen aplikasyon ve 2/B uygulaması vardır. Taşınmazların bulunduğu yerde genel arazi kadastrosu işlemi 1981 yılında yapılmış ve sonuçları 31.12.1982 – 31.01.1983 tarihleri arasında ilan edilmiş ve kesinleşmiş ve dava konusu yer pürenlik niteliği ile tescil harici bırakılmıştır. Kesinleşme tarihi ile davanın açıldığı tarih arasında 20 yıllık süre geçmiştir. İncelenen dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye, uzman orman bilirkişi tarafından orman kadastrosuna dayalı olarak yöntemine uygun biçimde yapılan inceleme ve araştırmada çekişmeli taşınmazın kesinleşen orman tahdidi dışında kaldığı, orman sayılmayan yerlerden olduğu anlaşıldığına ve davacı ile birleşen dosya davacısı yararına 3402 sayılı Kanunun 14. maddesinde yazılı kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği yoluyla taşınmaz edinme koşullarının oluşmadığı belirlenerek yazılı biçimde hüküm kurulmasında bir isabetsizlik yoktur.
Öncelikle Osman’ın babasının Hüseyin olduğu yönündeki babalığın tespitine dair davanın nüfus kaydının düzeltilmesi davasından tefrik edilerek ayrı bir esasa kaydedilmesi ve Aile Mahkemesinde görülmek üzere görevsizlik kararı verilmesi, bundan sonra davacıların babası Osman’ın gerçeğe aykırı beyana dayalı olarak oluşturulan Şaban ve Fadime’nin nüfus hanesindeki kaydının iptali ile biyolojik annesi M.. nüfusuna kaydı talebi yönünden gerçeğe aykırı oluşturulan nüfus kayıtlarının düzeltilmesi davasında mahkemece hiçbir kuşku ve duraksamaya yer bırakmaksızın doğru sicil oluşturmak zorunluluğu bulunduğundan, taraflar ve tanık beyanları ile yetinilmeyip, iddialar ile ilgili olarak DNA testi yaptırılıp alınacak rapor ile toplanacak deliller birlikte değerlendirilip nüfus kayıtlarının kapalı olduğu hususu da gözönünde bulundurularak bir karar verilmesi gerekirken ve dava sonucu itibariyle miras hukukunu yakından ilgilendirdiğinden; anne olduğu iddia edilen Mevlüde’nin bütün mirasçılarının davalı sıfatı ile davaya katılmaları gerekirken, mahkemece re’sen gözetilmesi gereken bu durum nazara alınmadan ve taraf teşkili de sağlanmadan davanın esası hakkında eksik inceleme ve araştırma sonucu davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Olayımızda, rekabet yasağını ve buna bağlı olarak ceza koşulunu düzenleyen sözleşmede, sadece işçi aleyhine ceza koşulu getirildiği, bunun karşılığında işverene bir yükümlülük getirilmediği anlaşılmaktadır. Bu nedenle sözleşmedeki ceza koşulu geçersiz olup, geçersiz sözleşmeye dayalı alacak talebi yerinde değildir.
Açıkta bulunan bisikleti çalan suça sürüklenen çocuğun eyleminin TCK’nın 141/1 maddesinde yazılı bulunan suçu oluşturduğu gözetilmeden suç vasfının hatalı tayini ile TCK’nın 142/1-e maddesi ile uygulama yapılarak fazla cezaya hükmedilmesi bozmayı gerektirmiştir.
Suça sürüklenen çocuğun aşamalarda olay günü müştekinin evinin karşısında ikamet eden arkadaşı temyiz dışı suça sürüklenen çocuk …’ye diğer temyiz dışı suça sürüklenen çocuk … ve yanında köpeği ile birlikte geldiğini, köpeğini müştekinin evinin penceresinin demir korkuluğuna zincirle bağladığını, zincirini çözerken ses çıkması üzerine müştekinin kendisiyle tartıştığını savunduğu, müşteki …’in 04.07.2012 tarihli duruşmadaki beyanından ve kolluk tarafından tutulan 07.09.2011 tarihli tutanaktan da suça sürüklenen çocuğun yanında köpek olduğunun ve haklarında beraat kararı verilen suça sürüklenen çocuklar … ile …’ın da suça sürüklenen çocuğun savunmasını doğruladığının anlaşılması karşısında, bir kimsenin yanında köpek olduğu halde hırsızlık yapmasının hayatın olağan akışına uygun olmadığı, suça sürüklenen çocuğun yüklenen suçu işlediğine dair, her türlü kuşkudan uzak, hukuka uygun, kesin ve inandırıcı kanıt bulunmadığı gözetilmeden, yasal ve yeterli gerekçe olmaksızın mahkumiyetine karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.
Sanığın müştekinin … isimli işyerine camını kırmak suretiyle girip içeriden iki adet telefon kontörü ve iki adet kalem çalması şeklinde gerçekleşen eylemine uyan 5237 sayılı TCK’nın 142/1-b maddesinde düzenlenen hırsızlık suçu için öngörülen cezanın türü ve üst sınırına göre, aynı Kanun’un 66/1-e, 67/4. maddelerine göre hesaplanan 12 yıllık zamanaşımı süresinin, suç tarihi olan 18.12.2005 gününden inceleme tarihine kadar geçmiş bulunması bozmayı gerektirmiştir.
Dava, davacının şirket ortaklığına dayanan Bağ-Kur sigortalılığının 31/03/2005 tarihi itibariyle iptali ile müracaat tarihi itibariyle 506 sayılı Yasa kapsamında yaşlılık aylığı bağlanması ve aylıkların yasal faizi ile birlikte ödenmesi istemine ilişkindir. Somut olayda, davacının Bağ-Kur sigortalılığı kapsamında yaptığı prim ödemelerinin 30/11/2004 tarihine kadar olan sigortalılık süresini karşıladığı anlaşıldığından 5510 sayılı Yasanın geçici 63. maddesine göre davacının Bağ-Kur sigortalılığının bu tarih itibariyle durdurulması gerekmektedir. Bu durumda, davacının 15/03/2007-2010/6. ay arasındaki 506 sayılı Yasa (5510 sayılı Yasanın 4/1-(a) bendi) kapsamında geçen çalışmalarının geçerlilik durumuna engel olan bir çakışan sigortalılık durumu kalmamaktadır. Bu nedenle, 5510 sayılı Yasanın geçici 63. maddesi doğrultusunda davacının 30/11/2004 tarihinde Bağ-Kur sigortalılığının durdurulmasına karar verilmesi gerekirken şirketin vergi kaydının son bulmuş olması nedeniyle 31/03/2005 tarihi itibariyle sigortalılığının sona erdiğinin tespitine karar verilmesi hatalı olmuştur. Ayrıca, davacının 30/11/2004 tarihinde 5510 sayılı Yasanın geçici 63. maddesine göre durdurulan Bağ-Kur sigortalılığı ve 08/10/1978-28/10/2011 tarihleri arasında devam eden 506 sayılı Yasa (5510 sayılı Yasanın 4/1-(a) bendi) kapsamındaki çalışmaları dikkate alındığında, 3600 prim gün sayısını 06/02/2009 tarihinde tamamlamış olması sebebiyle 506 sayılı Yasanın geçici 81. maddesinin (C) fıkrası hükmüne göre tahsis talep tarihinde 58 yaşını tamamlamış olması gerekmektedir. Davacı, 58 yaş şartı ile birlikte Yasada belirtilen diğer koşulları tahsis talep tarihinde sağlamaktadır. Ancak, gerekçede 55 yaş şartını yerine getirdiğinin belirtilmiş olması doğru olmamıştır.