Archives: 2016

vergi2.jpgYargıtay 22. Hukuk Dairesi’nin 22.12.2015 tarihli 2015/32949 Esas ve 2015/35364 Karar sayılı ilamında özetle; davacı, iş sözleşmesinin haksız şekilde işverence feshedildiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatları ile bir kısım işçilik alacağının hüküm altına alınmasını talep etmiştir. Mahkemece, davalı yanın itirazı kapsamında sendika ile işveren arasında imzalanan toplu iş sözleşmeleri,işyeri sicil dosyası, ücret bordroları, iş müfettişinin düzenlediği rapor ve ekleri dosya içerisine getirtilip, davacının sendika üyesi olup olmadığı ya da dayanışma aidatı ödemek suretiyle toplu iş sözleşmelerinden yararlanıp yararlanmadığı, ücret miktarının nasıl belirlendiği açıklığa kavuşturulmalıdır. Dosya kapsamında alınan bilirkişinin düzenlediği rapor ise işyeri kayıtlarındaki verilere dayalı olarak somutlaştırılmamıştır. Bu durumda davalının rapora karşı somut itirazlarının karşılanması ve denetime elverişli ayrıntılı rapor alınmalı ve taraflardan rapora karşı diyecekleri sorularak, bu yönde usulü işlemler tamamlandıktan sonra bir karar verilmelidir.

Devamını Oku..

imagesYargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 07.10.2015 tarihli 2015/7335 Esas ve 2015/15293 Karar sayılı ilamında; taraflar arasında daha önce görülen ve mahkemece kesin hüküm niteliğinde kabul edilen dosyada, velayeti anneye verilen müşterek çocuk adına iştirak nafakasına hükmedilmesinin talep edildiği, mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilerek iştirak nafakası bağlandığı anlaşılmaktadır. Temyize konu iş bu davada ise davacı baba tarafından iştirak nafakasının azaltılmasının istendiği görülmektedir. Önceki davanın iştirak nafakası, sonraki davanın ise iştirak nafakasının azaltılması davası olduğu belirlenmekle dava konusu ve dava sebebi aynı olmadığından her iki dava arasında kesin hükmün varlığından söz edilemez.

Devamını Oku..

NDIxNTAzNj-kamulastirmasiz-el-atma-davasiYargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 01.12.2015 tarihli 2015/958 Esas ve 2015/10614 Karar sayılı ilamında özetle; dava, hor kullanma tazminatı ve onarım süresi kira bedeli alacağının tahsili istemine ilişkindir. Kira sözleşmesinde eski hale getirme hükmü yer almadığına göre kiraya veren eski hale getirme talep edemez. 6098 sayılı T.B.K.’nun 316. (B.K.’nun 256) maddesi hükmü uyarınca kiracı kiralananı tam bir özenle kullanmak ve aynı kanunun 334. (B.K.’nun 266.) maddesi gereğince sözleşme sonunda aldığı hali ile kiralayana teslim etmekle yükümlüdür. Ancak kiracı sözleşmeye uygun kullanma dolayısıyla oluşan eskime ve bozulmalardan sorumlu olmayıp münhasıran kötü kullanım nedeniyle oluşan zarar ve hasardan sorumludur. Davalının kiralananı kullandığı süre ve kullanma amacı gözetildiğinde olağan kullanımdan kaynaklanan yıpranma ve eskimelerin olacağı kuşkusuzdur. Bilirkişi raporunda hasarların hor kullanımdan kaynaklandığı belirtilmiş ise de, kural olarak hasar kalemleri içerisinde yer alan boya ve badana masrafların normal kullanım sonucu oluştuğu kabul edilmektedir. Kira sözleşmesinde kiralanan taşınmazın tahliye sırasında boya ve badanasının yenileneceğine dair hüküm yer almadığı gibi eski hale getirmeye ilişkin düzenleme de bulunmamaktadır. Her ne kadar hükme esas alınan bilirkişi raporunda boya badana masrafı hor kullanma olarak belirtilmişse de, ne var ki bilirkişi raporunda bu hususta bir açıklama bulunmamaktadır. Bu durumda boya badana masrafının hor kullanma olup olmayacağı üzerinde durularak ve hor kullanma nedeniyle zarar gören parçaların yenisi ile değiştirilmesi durumunda yenilenen parçanın başlangıçtaki durumlarına göre yıpranma paylarının hesaplanarak alacaktan düşülmesi gerekir.

Devamını Oku..

iflas-ertelemeYargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 02.12.2015 tarihli 2015/30062 Esas ve 2015/35192 Karar sayılı ilamında özetle; 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun’da gizli ayıpların ne kadar sürede satıcıya ihbar edileceğine dair bir hüküm bulunmamaktadır. Bu durumda; 4077 sayılı TKHK’nun 30. maddesi gereğince, bu kanunda hüküm bulunmayan hallerde genel hükümlere göre uyuşmazlığın çözümü gerekli olduğundan Türk Borçlar Kanunu’nun bu konudaki 223. maddesi uygulanacaktır. Türk Borçlar Kanununun 223. maddesine göre, ” Alıcı, devraldığı satılanın durumunu işlerin olağan akışına göre imkan bulunur bulunmaz gözden geçirmek ve satılanda satıcının sorumluluğunu gerektiren bir ayıp görürse, bunu uygun bir süre içinde ona bildirmek zorundadır.” Bildirmediği takdirde ise satılanı kabul etmiş sayılır. Ancak, satılanda olağan bir gözden geçirmeyle ortaya çıkarılamayacak bir ayıp mevcut olup da, bu ayıp sonradan meydana çıkarsa bu durumu da hemen satıcıya ihbar etmediği takdirde yine satılanı bu ayıp ile birlikte kabul etmiş sayılır. TBK’nun 223. maddesinde öngörülen süre içinde ihbar edilmeyen ayıplar için dava açılamaz. Eksik iş, yapılması gerektiği halde yapılmayan işleri, ayıplı iş ise eserde olması gereken vasıfla fiilen mevcut olan arasındaki farkları ifade eder. İşin yapılmayan kısmının teslim ve muayenesi söz konusu olamayacağından iş sahibinin eksik işler yönünden ihbarda bulunmasına ya da ihtirazı kayıt koymasına gerek yoktur. İş sahibinin muayene ve ihbar yükümlülüğü sadece ayıplı işler içindir. 4077 sayılı Yasanın 30. maddesine göre, sözleşmeden kaynaklanan edimin ifasındaki eksiklik nedeniyle davacının 10 yıllık zamanaşımı süresi içerisinde satıcının sorumluluğuna gidebileceği kabul edilmelidir.

Devamını Oku..

UnalhukukYargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin 08.06.2015 tarihli 2014/2313 Esas ve 2015/8358 Karar sayılı ilamında özetle; dava, trafik kazasından kaynaklanan sürekli maluliyet tazminatı istemine ilişkindir. Somut olayda, davacı trafik sigortası bulunmayan motorsiklet sürücüsü olup araçla seyri sırasında plakasız ve tescilsiz motorsikletle arasında kaza meydana gelmiş olup, mahkemece hükme esas alınan kusur raporuna göre, davacı %40, karşı araç sürücüsü %60 kusurludur. Kaza sonucu karşı motorsiklet sürücüsü vefat etmiş olup mirasçılarına davalı güvence hesabınca 17.522,00-TL destekten yoksun kalma tazminatı ödenmiştir. Davalı güvence hesabının ilgili yönetmelik hükmü gereğince rücu hakkının varlığı, davacının olayda %40 oranında kusurlu bulunması dikkate alınarak davalı güvence hesabı vekilince süresinde takas ve mahsup defi ileri sürülmüş bulunduğu göz önünde bulundurularak, mahkemece davalı güvence hesabı tarafından yapılan ödeme güncellenerek davacının kusuru oranına tekabül eden miktar bulunup, mahkemece hükme esas alınan tazminat miktarından indirilmesi gerekir.

Devamını Oku..

6322_21Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 01.12.2015 tarihli 2015/8593 Esas ve 2015/22828 Karar sayılı ilamında özetle; Mahkemece, davalı-karşı davacı erkeğin eşine fiziki şiddet uyguladığı, çocuğun doğumu sırasında ve sonrasında eşini arayıp sormadığı, çocuğunu görmeye gelmediği kabul edilerek davacı-karşı davalı kadının boşanma davasının kabülüne karar verilmişse de; yapılan soruşturma ve toplanan delillerden, erkeğin müşterek çocuğun doğumunda ve sonrasında eşiyle ilgilenmediği fakat bundan sonra tarafların barışarak bir süre daha evlilik birliğini devam ettirdikleri anlaşılmaktadır. O halde, davacı-karşı davalı kadının, davalı-karşı davacı erkeğin bu kusurlu davranışını affettiği, en azından hoşgörüyle karşıladığının kabulü gerekir. Affedilen ya da hoşgörüyle karşılanan davranışlar boşanma davasında diğer tarafa kusur olarak yüklenemez ve buna dayanılarak boşanma kararı verilemez. Davalı-karşı davacı erkeğin başkaca kusurlu bir davranışı da kanıtlanamamıştır. Bu halde; davacı-karşı davalı kadının boşanma davasının da reddine karar verilmesi gerekir.

Devamını Oku..

cerkezkoyavukat-makale-0023Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 10.12.2015 tarihli 2015/7280 Esas ve 2015/10980 Karar sayılı ilamında özetle; asıl dava ve birleşen dava işyeri ihtiyacı nedeniyle tahliye istemine ilişkindir. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda, bilgisayar ve spot beyaz eşya satışı yapılan 107m2 alanlı kiralananın yapılmak istenen işe tek başına uygun olduğu, yine birleşen davaya konu edilen eczane olarak kullanılmakta olan bitişik 69m2 alanlı taşınmazın yapılmak istenen işe tek başına uygun olduğu belirtilmiştir. Yargılama devam ederken eczane olarak kullanılan bu yer tahliye edilmiş olup ihtiyacı karşılar niteliktedir. Bu durumda ihtiyacı karşılayan ve boş olan başka bir taşınmazın bulunması karşısında davacının ihtiyacının gerçek ve zorunlu olduğundan bahsedilemez. İşyeri ihtiyacı nedeniyle tahliye isteminde ihtiyacın gerçek ve zorunlu olması gerekmektedir. Mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken tahliyeye karar verilmesi doğru değildir.

Devamını Oku..

ipotekYargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin 05.11.2015 tarihli 2015/11225 Esas ve 2015/9962 Karar sayılı ilamında özetle; önalım davasına konu payın ilişkin bulunduğu taşınmaz paydaşlarca kendi aralarında taksim edilip her bir paydaş belirli bir kısmı kullanırken bunlardan biri kendisinin kullandığı yeri ve bu yere ait payı bir üçüncü kişiye satması halinde, satıcı bu süreçte ilgili yerde hak iddia etmeyen davacının tapuda yapılan satış nedeniyle önalım hakkını kullanması TMK’nın 2. maddesinde yer alan dürüstlük kuralına aykırıdır. Kötüniyet iddiası 14.02.1951 tarihli ve 17/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca davanın her aşamasında ileri sürülebileceği gibi mahkemece de kendiliğinden nazara alınması gerekir. Bu gibi halde savunmanın genişletilmesi söz konusu değildir. Eylemli paylaşmanın varlığı halinde davanın reddi gerekir.

Devamını Oku..

images
Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin 07.12.2015 tarihli 2015/17303 Esas ve 2015/30595 Karar sayılı ilamında özetle;
Çeke dayalı takip, genel yetkili yer olan borçlunun yerleşim yerindeki icra dairesinde (HMK 6. md.), muhatap bankanın bulunduğu yer ödeme yeri sayıldığından buradaki icra dairesinde (HMK 10. md.) veya İİK’nun 50/1. maddesi uyarınca çekin keşide edildiği yerdeki icra dairesinde yapılabilir. Somut olayda ise icra takibine konu çek için dosyasında ihtiyati haciz kararı verilmiş, söz konusu ihtiyati haciz kararına dayanılarak takip başlatılmıştır. Takip dayanağı çekte keşide yeri Cizre olup, muhatap banka ise İş Bankasının Şırnak Cizre şubesidir. Ancak; itiraz eden borçluya ödeme emri Osmaniye adresinde tebliğ edilmiştir. Bu durumda; mahkemece, borçlunun yetki itirazının kabulüne karar verilmesi gerekirken, ihtiyati haciz kararını veren mahkemenin bulunduğu yer icra dairesinin yetkili olduğu gerekçesi ile istemin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

 

Devamını Oku..

indirYargıtay 12. Hukuk Dairesinin 07.05.2015 tarihli 2015/29601 esas ve 2015/30709 sayılı kararı özetle; Türk Medeni Kanunu’nun 684. maddesi uyarınca bütünleyici parça, yerel adetlere göre asıl şeyin temel unsuru olup, o şey yok edilmedikçe, zarara uğratılmadıkça veya yapısı değiştirilmedikçe ondan ayrılmasına olanak bulunmadığı için taşınmazdan ayrı haczedilemez. Eklentinin ise kural olarak taşınmazdan ayrı olarak haczi mümkündür. Alacaklılar ana taşınmazı satmadan, orada bulunan eklenti niteliğindeki malları ayrı ayrı haczettirip sattırabilirler. Çünkü, eklentinin, taşınmaz yok edilmedikçe, zarara uğratılmadıkça veya yapısı değiştirilmedikçe ondan ayrılması mümkündür. Ancak, İİK’nın 83/c maddesi gereğince, ipotek akit tablosunda sayılan eklentilerin bu madde gereğince taşınmazdan ayrı olarak haczi mümkün değil ise de, anılan hükmün uygulanabilmesi için mahcuzun Türk Medeni Kanunu’nun 686. maddesinde tarif edilen şekilde eklenti niteliğini taşıması zorunludur. Olayda borçlu tarafından, haczedilen menkullerin, haciz işleminin yapıldığı tesisin ayrılmaz parçası oldukları iddia edildiği gibi, üçüncü kişi bankalar lehine rehinli/ipotekli oldukları da ileri sürülmüştür. Mahkemece, borçlunun iddiaları doğrultusunda, ilgili tapu kaydı ve ipotek akit tablosu da gözetilerek, mahcuzların taşınmaz telef, tahrif veya tağyir olunmadan ondan ayrılıp ayrılamayacağı ve ayrılması halinde tesisin amacına uygun şekilde çalışıp çalışmayacağını gösterir biçimde rapor alındıktan sonra oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekir.

Devamını Oku..

 

yarrgtay.jpgDava, davacının 2/3 oranında malul olduğunun tespiti ile hak ettiği tarihten itibaren maluliyet aylığı bağlanması istemine ilişkindir. Sosyal Güvenlik Kurumu yönünden Yüksek Sağlık Kurulunun işlevi, maddede sayılan sigortalılık hallerini saptamak, bu yönde gelişen uyuşmazlıkları kesin olarak karara bağlamaktır. Sosyal Sigortalar Kurumu Yüksek Sağlık Kurulu raporlarının davalı Kurum yönünden bağlayıcı olduğu, “ilgililer” kavramı içerisine Sosyal Güvenlik Kurumu’nun girmediği dolayısı ile Kurul raporlarına karşı itiraz edemeyeceği, Kurum yönünden bağlayıcı, lehine olması yönünden de ilgilisi (davacı) tarafından itiraz uğramayan Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulu raporuna karşı, malullük halinin bir kez de Adli Tıp Kurumu Başkanlığınca değerlendirilmesinde yasal gereklilik bulunmamaktadır. Mahkemece Sosyal Sigortalar Kurumu Yüksek Sağlık Kurulunun, 02.12.2009 tarihli raporundaki, davacının çalışma gücünün 2/3 oranında kaybettiği, maluliyet başlangıcının 01.09.2009 olduğu şeklindeki tespitin Kurumu bağlayacağını göz önünde bulundurarak, bu tarih itibari ile malullük aylığı için Kanunda aranılan diğer şartların tamam olup olmadığını tartışmak, şartları oluşmuş ise davacının maluliyet başlangıcı olan 01.09.2009 tarihini takip eden aybaşı olan 01.10.2009 tarihinden itibaren malullük aylığına hak kazandığına karar vermek gerekir.Dava, davacının 2/3 oranında malul olduğunun tespiti ile hak ettiği tarihten itibaren maluliyet aylığı bağlanması İSTEMİNE İLİŞKİNDİR. Mahkemece istemin reddine KARAR VERİLMİŞTİR.

Devamını Oku..