Olayın intikal şekli ve aile içi uyuşmazlık ortamında ileri sürülmesi, sanığın aşamalardaki istikrarlı, suçu inkara yönelik ve müşteki Filiz ile aralarında boşanma davasına da konu olan husumet bulunduğuna dair savunmaları, bunu destekleyen tanık anlatımları, mağdure, müşteki ile kardeşi tanık Gizem’in aşamalardaki birbirleriyle çelişkili beyanları, mağdurenin intikal sonrası aldırılan muayene raporları ve tüm dosya kapsamından sanığın, mağdureye yönelik beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde çocuğun basit cinsel istismarı suçunu işlediği hususunda cezalandırılmasına yeter, her türlü şüpheden uzak, kesin, somut, tarafsız ve inandırıcı delil elde edilemediği anlaşıldığından, müsnet suçtan beraati yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesi kanuna aykırıdır.
İlk derece mahkemesince verilip re’sen de temyize tabi hüküm sanık müdafii tarafından duruşmalı temyiz edilmesi üzerine, dosya YARGITAY Cumhuriyet Başsavcılığından tebliğnameyle Daireye gönderilmekle, 08.02.2017 Çarşamba saat 13.30’a duruşma günü tayin olunarak sanık müdafiine çağrı kağıdı gönderilmişti.
Dava, gerçek annesi yerine başka bir kadının çocuğu olarak nüfusa kayıtlı çocuğun anne adının düzeltilmesi istemine ilişkindir. Davacı asil tarafından verilen ve dosyada bulunan vekaletnamede, nüfus kaydının düzeltilmesine dair özel bir yetki bulunmadığı tespit edilmiş olup, nüfus kaydının düzeltilmesine ilişkin başvuru vekil eliyle yapılan durumlarda vekilin vekaletnamesinde bu konuda özel yetki verilmiş olması gerektiğinin düşünülmemesi, Türk Medeni Kanununun 426/2. maddesi gereğince bir işte yasal temsilci ile küçüğün veya kısıtlının menfaati çatışıyorsa ilgilinin isteği ya da re’sen küçüğe veya kısıtlıya vesayet makamınca kayyım atanır. Bu davalar yasal temsilcinin menfaati ile küçüğün menfaati dava nedeniyle çatıştığından, çocuğu davada temsil etmek, hak ve menfaatlerini korumak üzere kayyım tayin edilmesi gerektiğinin gözardı edilmesi doğru görülmemiştir.
TMK’nın 309. maddesi; ”Evlat edinme, küçüğün ana ve babasının …sını gerektirir. ”…, küçüğün veya ana ve babasının oturdukları yer mahkemesinde sözlü veya yazılı olarak açıklanarak tutanağa geçirilir. Verilen …, evlat edinenlerin adları belirtilmemiş veya evlat edinenler henüz belirlenmemiş olsa dahi geçerlidir.” hükmü düzenlenmiş; 311. maddesi ise, ”Aşağıdaki hallerde ana ve babadan birinin …sı aranmaz: l-Kim olduğu veya uzun süreden beri nerede oturduğu bilinmiyorsa veya ayırt etme gücünden sürekli olarak yoksun bulunuyorsa, 2-Küçüğe karşı özen yükümlülüğünü yeterince yerine getirmiyorsa.” şeklindedir. Somut olayda TMK’nın 311. maddesi gereği …nın aranmaması gereken hallerden birinin gerçekleşmediği, davalı gerçek ana babanın evlat edinmeye …sının olmadığı anlaşıldığından; mahkemece, davanın reddine karar verilmesi yerine hatalı değerlendirme ile kabulü doğru görülmemiştir.
İİK’nun 140/1. maddesi gereğince; “Satış tutarı bütün alacaklıların alacağını tamamen ödemeye yetmezse icra dairesi alacaklıların bir sıra cetvelini yapar”. Öte yandan, İİK’nun 100. maddesi nazara alındığında borçluya ait paranın veya satılan malın tutarı vezneye girinceye kadar birden fazla alacaklı tarafından haciz konulması halinde, icra müdürlüğünce derece kararı yapılması gerekir. Yukarıda açıklanan maddelere göre, birden fazla alacaklının bulunduğu durumlarda icra müdürlüğünce İİK’nun 140. maddesi gereğince sıra cetveli yapılmalı ve alacaklılara diğer alacaklara yönelik itirazlarını ileri sürme imkanı tanınmalıdır. Somut olayda, şikayetçi kurumun itirazlarını ileri sürebilmesi için sıra cetveli yapılması gerekirken bu taleplerinin, icra müdürlüğünce ipotekli taşınmazın satılarak paraya çevrilmiş olduğu ve ihale bedelinin birinci ve ikinci sıralardaki ipotek alacaklılarına yetmediği gerekçesiyle 01.03.2016 tarihli kararla reddedildiği anlaşılmaktadır. O halde mahkemece, şikayetin kabulü ile anılan icra müdürlüğü işleminin iptali ile İİK’nun 140. maddesi uyarınca sıra cetveli yapılmasına karar verilmesi gerekir.
Dosya kapsamı incelendiğinde sanıkta ele geçirilen 7 çeşit muhtelif marka 224 paket kaçak sigaranın ticari mahiyette bulunduğu anlaşıldığından, mahkumiyet yerine beraat kararı verilmesi yasaya aykırıdır.
Tüm dosya kapsamına göre; davalı şirkete temsil kayyımı atandığı, organ eksikliğinin giderilmesi için kayyıma süre verildiği, müdür seçimi için olağan üstü genel kurulun toplantıya çağırıldığı, tüm paydaşların toplantıda temsil edildiği ancak oyların eşit çıkması nedeniyle şirket müdürünün seçilemediği, TTK 530. ve TTK 636/2. maddelerinde organ eksikliğinin giderilememesinin müeyyidesinin açıkça şirketin feshi olarak düzenlendiği gerekçesiyle davanın kabulü ile O…Enerji Yatırımları Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.nin TTK 530 ve TTK 636/2 maddesine göre fesih ve tasfiyesine karar verilmesi kanuna aykırıdır.
Dava, davacının Danimarka’da sigorta kapsamına alındığı 04.02.1980 tarihinin Türkiye’de sigortalılık başlangıç tarihi olarak tespiti istemine ilişkindir. İş mahkemelerinden verilen kararlar ve buna bağlı Yargıtay ilamına karşı karar düzeltme yolu bulunmamaktadır. Ne var ki, Yargıtay onama ve bozma kararlarında maddi hata bulunması halinde usuli kazanılmış haktan söz edilemeyeceği, giderek maddi yanılgının düzeltilmesi gerektiği Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarındandır. Türkiye Cumhuriyeti ile Danimarka Krallığı arasındaki … Sözleşmesi’nde, Danimarka ülkesinde çalışmaya başlanılan veya Danimarka Emeklilik Sigorta Rejimine tabi olunan ilk tarihin Türkiye’de sigorta başlangıcı sayılacağına dair herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Bu nedenle; davacının sigorta başlangıç tarihinin 3201 sayılı Kanunun 5’inci maddesine göre belirlenmesi gerekirken davanın kabulüne karar verilmesi hatalı ve bu kararın onanmasına dair Dairemizin 25.12.2014 tarih ve 2014/24962 Esas 2014/28475 sayılı kararı maddi yanılgıya dayalı olup davalı Kurum vekilinin bu yöndeki itirazları yerindedir. Hal böyle olunca davalı Kurum vekilinin maddi hatanın düzeltilmesi istemi kabul edilmeli, Dairemizin onama kararı kaldırılmalı ve Mahkemenin hükmü bozulmalıdır.
Dava, sigortalının iş kazasından vefatı nedeniyle eşi ve çocuklarının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir. Somut olayda iş kazası olduğu iddia olunan olayın … Kurumuna bildirilmediği anlaşılmaktadır. Zararlandırıcı olayın iş kazası niteliğinde olup olmadığının tespiti ön sorundur. İş kazasının tespiti ile ilgili ihtilaf … Kurumunun hak alanının doğrudan ilgilendirmekte olup tazminat davasında kurum taraf değildir. Yapılacak iş; davacılara iş kazasını … Kurumuna ihbarda bulunmak, olayın Kurumca iş kazası olarak kabul edilmemesi halinde ise … Kurumuna ve hak alanını etkileyeceğinden işveren aleyhine “iş kazasının tespiti” davası açması için önel vermek, tespit davasını bu dava için bekletici sorun yaparak çıkacak sonuca göre, olayın Kurumca iş kazası olduğunun kabul edilmesi halinde ise, davacıların Kuruma müracaat ederek iş kazası sigorta kolundan gelir bağlanması için önel vermek ve bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değerlerinin rücuya kabil kısımlarını 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 55.maddesi gereğince davacıların tazminat alacaklarından tenzil ederek, çıkacak sonuca göre bir karar vermekten ibarettir.
Davacı, 25/11/2013 tarihli dava dilekçesinde açıkça belirsiz alacak davası açtığını belirterek fazla mesai ve resmi tatil alacaklarının tahsilini talep etmiştir. Mahkemece verilen kısmen kabul kararı, Dairemizce 19/04/2017 tarihinde bozulmuş ve bozma kararından sonra 12/07/2017 tarihli bedel arttırım dilekçesi ile davacı talep miktarını arttırmıştır. Mahkemece, bedel arttırım dilekçesinin yargılamanın her aşamasında verilebileceği hususu gözetilmeksizin bedel arttırım dilekçesine itibar edilmeden sonuca gidilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
Taraflar arasında davacının fazla çalışma ve ulusal bayram genel tatil alacağının bulunup bulunmadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır. Mahkemece, fazla mesai ve genel tatil çalışmalarının ispat yükünün davacı tarafta olduğu ve davacı tanıklarından birisinin işten çıkarılmış olması ve yapılan işin mahiyeti satış mağazalarının açılış-kapanış, saatleri, ve yaz-kış çalışma düzeni itibariyle dosya kapsamına göre bu çalışmalarının varlığının alınan prim miktarlarını aştığının tam olarak delillendirilmiş sayılamayacağı gerekçesiyle fazla çalışma ve ulusal bayram genel tatil alacaklarının reddine karar verilmiştir. Davacı son ücretinin 1400 tl olduğunu, asgari ücret kısmının elden yatırıldığını belirtmiş davacının ayrıca prim aldığına ilişkin iddia ve talebi olmamıştır. Diğer yandan iş sözleşmesi ve dosyadaki diğer belgelerden de davacının prim usulü çalıştığına ilişkin bilgi ve belge bulunmamaktadır. Tüm tanık beyanları ve dosya kapsamından davacının fazla çalışma yaptığı ve ulusal bayram genel tatillerin bir kısmında çalıştığı anlaşılmaktadır. Bu nedenlerle davacının fazla çalışma ve ulusal bayram genel tatil alacağının tanık beyanları ve dosyadaki belgelere göre hesaplanarak kabulü gerekir.
Davacı menfi tespit davasını, davalının dava konusu alacağı temlik aldığı dava dışı Nazmi ‘den olan alacağına dayalı olarak takas istemine göre açmıştır. Borçlunun alacaklıya karşı ileri sürebileceği şahsi defileri temlik alana karşı da aynen ileri sürebilmesi mümkündür. TBK’nun 139. maddesi gereğince ( BK’nun 118 m.) takas, borcu söndüren sebeplerden olduğu için davacının takasa dayalı menfi tespit davası açması mümkündür. Mahkemece, davacının takas iddiasına dayanak yaptığı “borç ikrar belgesi” başlıklı belgede borçlu olarak yer alan Nazmi imzasını ikrar ve kabul ettiğine göre bu ikrara değer verilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken anılan belge üzerinde imzaları bulunan tanıkların anlatımına dayanarak belgenin geçersiz sayılıp yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru olmamış, hükmün bozulması gerekmiştir.
Dosya içerisinde 2006 takvim yılına ilişkin faturaların bulunmadığının anlaşılması karşısında, 213 sayılı VUK’nın 227/3 ve 230. maddelerinde öngörüldüğü üzere, sahte fatura düzenlemek suçunun oluşabilmesi için düzenlenen belgelerin 213 sayılı VUK’nın 230. maddesinde sayılan zorunlu unsurları taşıması gerektiği aksi takdirde ilgili Kanunun 227/3. maddesine göre hiç düzenlenmemiş sayılacağı cihetle; gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlenebilmesi bakımından; öncelikle suça konu fatura asıllarından kanaat oluşturacak sayıda temin edilip dosya arasına konulması, incelenerek kanunda öngörülen şekil şartlarını taşıyıp taşımadığının tespit edilmesi ve bunun sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini yerine, eksik araştırma ile yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması yasaya aykırıdır.
Sanığın 4k otomotiv isimli şirkette ikinci el oto alım satım biriminde satış sorumlusu olduğu ve araç almak için başvuran katılana 26.500 TL ‘ye araç sattığı halde bunun 15.000 TL’sini muhasebeye aktarıp kalanını uhdesinde tuttuğu ve şirket tarafından bu sebeple katılana aracın devrinin yapılmadığı iddia edilen olayda; sanığın tevil yollu ikrarı, katılanın tüm aşamalardaki istikrarlı beyanları, tanık ifadeleri karşısında; mahkumiyet kararı verilmesi gerekirken yazılı şekilde atılı suçtan sanığın beraatine hükmedilmesi bozmayı gerektirmiştir.
Dava, tapu kaydının mahkeme kararı ile iptal edilmesi nedeniyle uğranılan zararın, 4721 sayılı TMK’nın 1007. maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir. 4721 sayılı TMK’nın 705/2 maddesinde “ Miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma halleri ile kanunda öngörülen diğer hallerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hallerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır.” hükmüne yer verilmiştir. Dolayısıyla 4721 sayılı TMK’nın 705/2. maddesi uyarınca tapu kaydının iptaline ilişkin davaların kesinleştiği tarih itibariyle tapu malikinin mülkiyet hakkı son bulduğundan bu tarih itibariyle zarar oluşmuş olup tapunun iptaline ilişkin mahkeme kararının infaz edilmemiş olması sonuca etkili değildir. Davacının kayden paylı mülkiyet üzere maliki olduğu taşınmazın 30.610m2 yüzölçümlü kesiminin tapu kaydı kıyıda kaldığı gerekçesiyle mahkeme ilamıyla iptal edilmiş olup, anılan taşınmaza ilişkin hüküm eldeki dava açılmadan önce kesinleşmiştir. Bu durumda tapunun iptaline ilişkin mahkeme kararının kesinleştiği tarihte davacının zararı oluştuğundan mahkemece işin esası hakkında inceleme ve araştırma yapılıp sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken tapunun iptaline ilişkin davanın kesinleşmediği, tapu kaydının halen davacı adına kayıtlı olduğu gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmesi doğru değildir.
Türk Medeni Kanununun 166/1-2. maddesi uyarınca boşanma kararı verilebilmesi için evlilik birliğinin, ortak hayatı sürdürmeleri eşlerden beklenmeyecek derecede temelinden sarsıldığının sabit sabit olması gerekir. Oysa tanıkların sözlerinin bir kısmı duyduklarını aktarmaktan ibaret olduğu gibi, bir kısmı ise Türk Medeni Kanunu’nun 166/1. maddesinde yer alan temelinden sarsılma durumunu kabule elverişli olmayan beyanlar olup, sebep ile saiki belli olmayan, yoruma dayalı ve inandırıcı olmaktan uzak izahlardan ibarettir. Bu itibarla davanın reddi gerekirken, delillerin takdirinde hataya düşülerek yetersiz gerekçe ile boşanmaya karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır.