Hakim, manevi tazminata 6098 Sayılı TBK 56. madde (eski Borçlar Kanunu’nun 47. maddesi) hükmüne göre, özel durumları göz önünde tutarak adalete uygun olarak hükmeder. Manevi tazminat, zarara uğrayanda, manevi huzuru gerçekleştirecek ve tazminata benzer bir fonksiyonu da olan özgün bir nitelik taşır. Manevi tazminat bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. Zarar görenin zenginleşmemesi, zarar sorumlusunun da fakirleşmemesi gerekmektedir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. Bu durumda hükmedilen manevi tazminat miktarı, somut olayın özellikleri, davacının maluliyet oranı, kaza tarihi, tarafların ekonomik ve sosyal durumları, olayın meydana gelmesindeki etkiler gibi hususlar birlikte değerlendirilerek belirlenmelidir. Somut olayda; olayın oluş şekli, davacının maluliyeti, kaza tarihi bir arada değerlendirildiğinde davacı için hükmedilen manevi tazminat bir miktar fazladır.
Dava, mera komisyon kararının iptali istemine ilişkindir. 4342 sayılı Mera Kanununun 13/5. maddesi hükmü uyarınca, komisyon kararlarına karşı 30 günlük askı ilan süresi ve tebligatı gerektiren hallerde tebliğden itibaren 30 günlük süre içinde asliye hukuk mahkemesine, kadastro yapılan yerlerde ise kadastro mahkemesine dava açılabilir. Aynı yasanın 21/2 maddesinde ise tahsis kararlarında belirtilen haklara tahsislerin kesinleştiği tarihten itibaren 5 yıl geçtikten sonra tespitlerden önceki hukuki sebeplere dayanılarak itiraz edilemeyeceği ve bunlara karşı dava açılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Davacının talebi, … İl Mera Komisyonunun Kararıyla hali arazi vasfı ile Hazine adına kayıtlı taşınmazın mera olarak tespitine dair kararın iptali istemine ilişkin ise de, taşınmaz hakkında henüz mera tahsis kararı alınmadığı anlaşılmaktadır. Dava konusu taşınmazın bulunduğu yerde, tamamlanmış bir komisyon çalışması da bulunmamaktadır. Bu duruma göre, davacı aleyhine alınmış herhangi bir mera tahsisi bulunmadığından, bu aşamada davacının dava açmakta hukuki yararı olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi gerekir.
3402 sayılı Yasa’nın 41.maddesi gereğince yapılan düzeltme işleminin iptali davasına, tapu kayıt malikinin davacılar dışında mirasçılarının da olduğu ve bu mirasçılar arasında elbirliği mülkiyeti bulunduğu gözetilerek, mahkemece davacılara diğer mirasçıların da davaya katılması veya terekeye temsilci atanması için süre ve olanak verilmesi, bu zaman zarfında taraf teşkilinin sağlanması halinde, tarafların iddia ve savunmalarına dair tüm kanıtlar toplanıp değerlendirilerek neticesine göre bir karar verilmesi gerektiği dikkate alınmadan, Uyap sorgusu ile davanın açılıp açılmadığının tespiti imkanı da bulunduğu halde, tapuda isim tashihi davası açılması hususunda verilen kesin mehile uyulmadığı gerekçesiyle usulden davanın reddine karar verilmesi isabetli değildir.
Davacı dilekçesinde; cinsiyet değişikliğine izin verilmesini ve nüfus kaydındaki cinsiyetinin ve isminin değiştirilmesini istemiştir. Dosyada bulunan Marmara Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nce düzenlenen raporun, davacı …’ın transseksüel yapıda ve üreme yeteneğinden sürekli biçimde yoksun bulunup bulunmadığına ilişkin bir tespit içermemesine rağmen hükme esas alınması, davacının cinsiyet değişikliğine ilişkin izin talebi ile ilgili olumlu veya olumsuz bir karar verilmemesi, nüfus kaydındaki kadın olan cinsiyetin erkek olarak değiştirilmesi talebi ile isim değişikliği talebinin tefrik edilerek ayrı esaslara kaydedilmesi, eldeki dosyanın bekletici mesele yapılması gerekirken davanın kabulü doğru görülmemiştir.
Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 405, 406 ve 408. maddeleri kapsamında kalan, akıl sağlığı, malvarlığını kötü yönetme, savurganlık ve yaşlılık sebeplerine dayalı kısıtlanma kararı verilmesi istemine ilişkindir. Davacıların dava dilekçesinde kısıtlı adayı …’ın, sadece Türk Medeni Kanununun 405. ve 408.maddelerinde düzenlenen akıl hastalığı ve yaşlılık nedeniyle değil aynı zamanda 406. maddede düzenlenen malvarlığını kötü yönetmesi iddiasında da bulunularak vesayet altına alınmasını talep edildiğinden ve vesayete ilişkin hükümler kamu düzenine ilişkin bulunduğundan, başta davacılar olmak üzere tarafların göstereceği tüm delillerin toplanıp değerlendirilerek oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, mahkemece yalnız akıl sağlığı yönünden inceleme yapan sağlık kurulu raporu dikkate alınıp yetersiz ve eksik inceleme ile davanın reddi doğru görülmemiştir.
Motorsikleti ile trafik güvenliğini tehlikeye sokacak şekilde trafikte seyreden ve alkollü olduğuna dair dosyada delil bulunmayan suça sürüklenen çocuk hakkında TCK’nın 179/2 maddesi gereğince temel cezası belirlenmesi gerektiği gözetilmeksizin, uygulama maddesinin, “TCK’nın 179/3-2 maddesi” şeklinde gösterilmesi bozmayı gerektirmiştir.
Dava YİDK kararının iptali ile markanın hükümsüzlüğüne ilişkin olup, mahkemece davalı tarafından tescil edilmek istenen işaret ile davacı adına tescilli markanın birbirine benzer olduğu fakat davalının tescil ettirmek istediği markanın ürün sınıflarının davacı adına kayıtlı ürün-hizmet sınıfları ile benzemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Ancak bilirkişi raporunda, hem çoğunluk, hem de azınlık görüşünde de ifade edildiği gibi, davalının tescil için başvurduğu markaya ilişkin “dokunmuş veya dokunmamış kumaşlar” malları ile davacı adına tescilli “kumaş işleme hizmetleri ve terzilik hizmetleri” ile “koruyucu amaçlı olanlar hariç hertürlü malzemeden yapılmış iç-dış giysiler, çoraplar, ayak giysileri, baş giysileri” mallarının, hammadde-mamül, ürün-ürün işleme ilişkisi nedeniyle ortalama tüketici kitlesinin bakış açısına göre benzer olduğu halde mahkemece aksi yönde değerlendirme yapılması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
Olayda dinlenen taraf tanıklarının beyanları, dosya içerisine ibraz edilen ceza dosyaları ile diğer bilgi ve belgeler değerlendirildiğinde; davacı – davalı erkeğin sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandığı, eşine fiziksel şiddet uyguladığı, hakaret ettiği ve bu nedenle ceza aldığı, buna karşılık davalı – davacı kadının da sadakat yükümlüğüne aykırı davranışlar sergilediği anlaşılmıştır. Gerçekleşen bu durum karşısında tarafların eşit kusurlu olduğunun kabul edilmesi mümkün değildir. Hal böyle olunca uyuşmazlığa konu davada davacı – davalı erkeğin ağır kusurlu olduğu dikkate alınarak davalı kadının maddi ve manevi tazminat (TMK m. 174/1, 2) taleplerinin kabulüne karar verilmesi gerekirken reddi doğru görülmemiştir.
Sanığın eşini porselen kupa fırlatmak suretiyle yaraladığı olayda; birden fazla nitelikli halin bulunması nedeniyle 5237 sayılı TCK’nin 3. maddesindeki orantılılık ilkesi ve TCK 61. maddesi dikkate alınarak asgari hadden ayrılmak suretiyle eylemine uyan 5237 sayılı TCK’nin 86/1, 86/3,a-e maddeleri uyarınca ceza tayin edilmesi gerekirken,yazılı şekilde alt hadden ceza tayin edilmesi bozmayı gerektirmiştir.
Yapılan imalatlar davalılar tarafından benimsendiğine göre dava tarihinde yürürlükte bulunan Borçlar Kanunu çerçevesinde kiracı yapmış olduğu yukarda yazılan sözleşme maddeleri kapsamı dışında kalan imalatlar ölçüsünde tazminat talebinde bulunabilir. Ancak yapılan imalatların değerinin belirlenmesinde, imalatların imalat tarihindeki değerleri ve yıpranma payları nazara alınmalıdır. Bu itibarla Mahkemece, bilirkişilerden ek rapor alınarak gerekirse yeniden keşif yapılarak, davacı kiracı tarafından yukarıda bahsi geçen sözleşme maddeleri kapsamı dışında yapılan ve kiralanan taşınmazda bulunan tadilatların imalat tarihi itibariyle, yıpranma payı düşürülmüş bedellerinin tesbiti ile bu tadilatların zorunlu ve faydalı masraf olup olmadığı, kiraya veren davalının bu tadilatlardan dolayı zenginleşip zenginleşmediği üzerinde durularak sonucuna göre faydalı ve zorunlu masraflarla ilgili bir karar verilmesi gerekirken eksik araştırmayla ve yazılı gerekçeyle davanın reddine doğru görülmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.
Dava dilekçesinde; davacı ile davalı …’nin evlilik dışı ilişkilerinden 10/04/2002 doğumlu….n adlı çocuklarının olduğu, …. davacının annesi ve babası üzerine kaydedildiği, bu sebeplerle 10/04/2002 doğumlu ….n’ın davacı ile soy bağının tespitiyle nüfustaki kayıtlarının düzeltilmesine karar verilmesi istenilmiştir. Mahkemece, davanın soybağının reddine ilişkin olduğu ve Türk Medeni Kanunu’nun 289 vd. maddelerinde belirtilen hak düşürücü süreler geçtiğinden bahisle davanın reddine karar verilmiştir. Verilen karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 12.01.2016 gün 2015/6207 Esas 2016/231 Karar sayılı ilamı ile bozulmuş, mahkemece önceki hükümde direnilmesine karar verilmesi üzerine, anılan direnme kararı davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Taraflarca imzalanan 24.12.2011 tarihli sözleşme ile, davalı arsa sahipleri tarafından tapuda davacılara satılan dairedeki eksik imalâtların, davalıların yüklenicisi dava dışı şirket tarafından tamamlanması, davacılar lehine garanti edilmiştir. 6098 sayılı TBK’nın 128. maddesi hükmünce; “üçüncü bir kişinin fiilini başkasına karşı üstlenen, bu fiilin gerçekleşmemesinden doğan zararı gidermekle yükümlüdür”. Yargılama sırasında tanık beyanları ve bilirkişi raporuna göre garanti konusu edimin ifa edilmediği saptanmış olup, davacıların dayanağı bu sözleşme geçerli olduğundan, davacıların satın aldığı taşınmazdaki eksik işlerin, sözleşmede işin teslimi gereken tarih yazılı olmadığından, alacağın muaccel hale geleceği sözleşme tarihinden itibaren makul tamamlama süresi geçtikten sonraki tarihteki yerel serbest piyasa rayiçleriyle, garanti edilen eksik imalatların giderim bedeli konusunda inşaat bilirkişisinden HMK’nın 281. maddesi uyarınca ek rapor alınarak, sonucuna göre bir hüküm verilmesi gerekir.
Yağma eyleminin birden fazla kişiyle, konutta ve silahla işlenmiş olduğunun anlaşılması karşısında; TCK’nın 149/1-c maddesinin yanında (a) ve (d) bentleriyle de uygulama yapılarak alt sınırdan uzaklaşılması gerektiğinin dikkate alınmaması; yakınanın üzerinde bulunan cüzdanı alan sanıkların içindeki parayı az bularak cüzdanı mağdura geri verdiklerinin yakınanın kolluk beyanından anlaşılması karşısında, TCK.nun 168 maddesinin değerlendirilmesi gerektiğinin gözetilmemesi bozmayı gerektirmiştir.
Davacı üyelerin genel kurul toplantısına çağrılmamalarının toplantı ve karar nisabına etkisi olmadığından ve davacıların üyelikleri haricinde alınan kararların yasaya, anasözleşmeye ve iyiniyet kurallarına aykırı olduğu kanıtlanmadığından mahkemece, davaya konu toplantıda alınan tüm kararların iptaline hükmolunması isabetli görülmemiştir.
Eserin teslimi sırasında ilk bakışta görülemeyen, muayene ile hemen anlaşılamayan, sonradan kullanılmakla ya da somut olayda olduğu gibi deprem ve benzeri bir olay nedeniyle ortaya çıkan ayıbın gizli ayıp olduğu, taraflar arasındaki 21.05.1987 günlü arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinde, inşaatla ilgili her türlü yükümlülüğün yükleniciye ait olduğu ve işin anahtar teslimi olarak teslim olunacağı tanzim olunduğu gibi, bilirkişi raporlarında, inşaatın, yapıldığı dönemde yürürlükte olan Deprem Yönetmeliğine aykırılıklar barındırdığı, zemin etüdünün yapılmadığı, beton kalitesinin düşük olduğu ve buna benzer noksanlıkların tespit edildiği anlaşıldığından, mahkemece bilirkişilerce hesaplanan güçlendirme masraflarının tamamının yüklenicilerden tahsiline karar verilmesi gerektiği gözetilmelidir.