Somut davada dayanılan ve taraflar arasında uyuşmazlık konusu bulunmayan kira sözleşmesinin başlangıcı 15/04/2012 tarihli olduğuna göre TBK’nun 344. maddesinin 1. ve 2. fıkraları gereğince bir önceki kira yılının üretici fiyat endeksindeki artış oranını geçmemek koşuluyla kira tespitine karar verilmesi gerekir. O halde, mahkemece yapılacak iş en son ödenen aylık kira bedelinden az olmamak üzere endekse (ÜFE) göre artış yapılarak kira bedelinin tespitine karar verilmesi gerekirken yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.
Dava, bankanın Fon’a devredilmesine bağlı olarak, yöneticilerin karar ve işlemlerinden dolayı bankanın uğramış olduğu zararın tazmini, olmadığı takdirde 4389 sy.’nın 17/2 fıkrası gereğince şahsi iflası istemine ilişkindir. Şahsi iflasına gidilecek şahısların sorumluluk miktarları tespit edilemediği, … A.Ş’nin TMSF’ ye devrine bankanın geçmiş dönemlerden oluşan zararları birikerek gelmesinin sebep olduğu, bu birikim içinde hangi yöneticinin hangi yasaya aykırı eyleminden ne kadar bir zarar doğduğu ve bu zararın bankanın fona devrine nasıl sebep olduğunu tespit edecek bilgi ve belgelerin yetersiz olduğu, dolayısıyla dava konusu eylemler bakımından yasaya aykırılık, zararın varlığı ve bu zararın bankanın fona devrine doğrudan sebep olduğuna ve davalılardan hangisinin hangi sebeple bu zararın ne miktarında sorumlu olduğuna ilişkin iflasa esas alınacak belgelerin mevcut ve yeterli olmadığından iddianın ispat edilememesi nedeni ile verilen red kararı yerinde görülmüştür. Her ne kadar iş bu davada uygulanan 4389 sayılı yasada bu madde kapsamında açılan ve açılacak davalarda vekalet ücretine ilişkin hüküm bulunmasa da, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu 133.maddesinin hükümet gerekçesine bakıldığında, Fon tarafından açılan ve/veya açılacak davalar ile kanuni halef sıfatıyla takip edilen davalarda, kamu yararı gözetilerek maktu vekalet ücreti uygulanması getirildiği, ayrıca iflas davalarında vekalet ücreti maktu olduğundan bir kısım davalılar lehine nispi vekalet ücretine hükmedilmesi doğru olmamıştır.
Davacı … vekili Avukat … tarafından, davalı … vd. aleyhine 19/04/2010 gününde verilen dilekçe ile basın yoluyla manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 12/04/2011 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili ve davacı vekili taraflarından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, dükkân satım sözleşmesinden kaynaklanan tapu iptali ve tescil, kira kaybı tazminatı, olmadığı taktirde satım sözleşmesinin feshi ile ödenen bedelin denkleştirici adalet ilkelerine göre hesaplanacak karşılığının davalıdan tahsili, maddi tazminat istemine ilişkindir. Davaya konu taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi olan Bakırköy Asliye Ticaret Mahkemelerinin taşınmazın aynına ilişkin iş bu davaya bakmakla yetkili olduğu, ilk derece mahkemesinin taşınmazın aynına ilişkin kesin yetki kuralı bulunan iş bu davada yetkisizlik kararı vermesi usul ve yasaya aykırıdır. HMK’nun yetki sözleşmesinin geçerlilik şartları başlıklı 18-(1) maddesinde “Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri konular ile kesin yetki hallerinde yetki sözleşmesi yapılamaz” hükmü yer almaktadır. Taşınmazın aynına ilişkin olup HMK’nun 12. maddesi gereğince kesin yetki hali bulunan davada taraflar arasında yetki sözleşmesi yapılamaz. Taraflarca bu hususta yapılan yetki sözleşmesi geçerli olmaz. Ayrıca HMK’nun 17.maddesi gereğince tacirler veya kamu tüzel kişileri aralarında doğmuş veya doğabilecek bir uyuşmazlık hakkında yetki sözleşmesi yapabilirler. Yetki sözleşmesinin geçerli olabilmesi için taraflarının tacir veya kamu tüzel kişi olması gerekir. Davacılar gerçek kişi olup tacir sayılamaz. Davacıların tacir olduklarına ilişkin dosya kapsamında her hangi belge, bilgi ve kayıt bulunmamaktadır. Davanın tarafları arasındaki satım sözleşmesi kapsamında yapılan yetki sözleşmesi geçersizdir.
Davacı, kooperatifin 3 yıl üst üste genel kurul toplantısını yapamadığı ileri sürerek, Nevşehir ilinde faliyet gösteren Kooperatifin TMK hükümlerine göre kendiliğinden sona erdiğinin tespit edilmesini talep ve dava etmiştir. Davacı vekili, ek kararında tasfiye memur ücreti ve tasfiye avansının açık olmadığı kendilerinin daha önceden 1.500,00 TL tasfiye avansı yatırdıklarını, ayrıca bu masrafların kimden alınacağına dair her hangi bir açıklamanın da bulunmadığını belirterek tavzih talebinde bulunulmuş olup Mahkemece davacının talebi kabul edilerek, tasfiye memuruna tasfiye ücreti olarak 1.800,00 TL takdir edilmesine, masrafın davalı tarafça karşılanmasına, tasfiye için gerekli tasfiye avansının 1.500,00 TL den 3.000,00 TL çıkarılmasına, tasfiye avansının şimdilik davacı tarafça karşılanmasına, sonrasında davalıdan alınarak davacıya verilmesine, karar kesinleştikten sonra, daha önceden 1.500,00 TL tasfiye avansı yatırılmakla geriye kalan 1.500,00 TL tasfiye avansını yatırmak üzere davacı tarafa iki hafta süre verilmesine karar verilmiş, hüküm onanmıştır.
Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırı iddiası ile manevi tazminat talebine ilişkindir. Somut olayda; davaya konu haberin yayın tarihi itibariyle güncel, görünür gerçekliğe ve genel yayın ilkelerine uygun olduğu, matufiyet unsurunun gerçekleşmediği, İnternet yayınındaki fotoğrafta dükkanın “…” isminin buzlama yöntemiyle kapatıldığı, haber içeriğinde ise dükkanın ismi yada açık adresinin verilmediği, yayında toplumsal ilgi bulunduğu, okurun dikkatini habere çekmek amacı ile basının çarpıcı başlık ve ifadeler kullanmasının gazetecilik yayın tekniği olup, dava konusu haberin, basın ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı, haberde kamu yararı olduğu, gazetecinin bir savcı gibi somut gerçeği araştırmak görevi olmayıp o anda görünen gerçeği aktardığı, şayet gazetecinin bir savcı gibi gerçeği resen araştırmakla yükümlü tutulması halinde haberin güncelliğini yitireceği ve basın özgürlüğünün kısıtlanacağı, kaldı ki yazı içeriğinden gazetecinin bizzat alıcı gibi davranarak olayı aktardığının anlaşıldığı, bu durumda haberin, toplumun bilgi edinme, basının haber verme hakkı kapsamında kaldığı, özle biçim arasındaki dengenin bozulmadığı, davacının kişilik haklarına bir saldırı bulunmadığı, kamu yararının üstün tutulması ve basın özgürlüğü ilkesi gereğince davanın tümden reddi gerekirken
Dava, dava dışı sigortalı şirketin Rusya’ya ihraç ettiği emtianın davalı şirket tarafından taşınması sırasında hasara uğraması nedeniyle davacı sigorta şirketi tarafından sigortalısına ödenen zarar bedelinin davalıdan rücuen tahsili için başlatılan takibe vaki itirazın iptali istemine ilişkindir. Davacının sunduğu ibraname sigorta hukuku kapsamında düzenlenmiş bir ibraname olup Borçlar Kanununda tanımlanan anlamıyla alacağın temliki iradesini içermemektedir. Bu tespit ve değerlendirmeler ışığında, gerçek bir temlik iradesinin bulunmadığı, halefiyet ilkesine dayalı olarak talepte bulunulduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır. Bu durumda dava konusu taşıma karayolu taşıması olup, poliçe özel şartı gereğince davacı şirketin rücu hakkı bulunmamaktadır. İlk derece mahkemesinin gerekçeli kararında davacının aktif dava ehliyetinin (yani davacı sıfatının) bulunmadığı belirtilmiş, hüküm kısmında ise pasif husumet ehliyetinden söz edilmiş ise de, bu durum sonuca etkili değildir. Davanın, davacının aktif dava ehliyetinin (davacı sıfatının) bulunmaması nedeniyle reddi kararı sonucu itibariyle isabetli olup davacı vekilinin istinaf başvuru nedenleri yerinde görülmemiştir.
Dava, haksız rekabetin tespiti ve önlenmesi davası olup, istinaf açısından uyuşmazlık konusu davacı tarafından talep edilen ihtiyati tedbirlerin koşullarının oluşup oluşmadığı, mahkemece talebin reddine dair kararın dosya içeriğine uygun olup olmadığı noktalarındadır. Davalıların eylemlerinin hak arama eylemleri mi- haksız rekabet teşkil eden eylemler mi olup olmadığının belirlenmesi; yargılamayı gerektirmektedir. 6100 sayılı HMK’ nın 389/1 maddesine göre: “Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkansız hale geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hallerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir. ” 6100 sayılı HMK’nın 390. maddesine göre de; tedbir talep eden taraf, dilekçesinde dayandığı ihtiyati tedbir sebebini ve türünü açıkça belirtmek ve davanın esası yönünden kendisinin haklılığını yaklaşık olarak ispat etmek zorundadır. Mahkemece talep tarihi itibariyle değerlendirme yapılmış ve bu durum gerekçeli ara kararda da açıklanmıştır. İhtiyati tedbir talep eden taraf, tedbire esas olan hakkını, ihtiyati tedbir sebep veya sebeplerini keza davanın esası yönünden de haklılığını yaklaşık olarak ispat etmesi gerekir. Yani ispatı gereken hususların tam olarak olmasa da kuvvetle muhtemel gösterilmesi gerekmektedir. Açıklanan nedenler karşısında mahkemenin istinafa konu dosya içeriğine usul ve yasaya uygun olup, iddialar yargılamayı gerektirdiğinden, yargılamayı yürütüp uyuşmazlığı esastan karara bağlayacak olan ilk derece mahkemesinin talep tarihindeki takdirine göre; ihtiyati tedbir talebinin reddine ilişkin karar ve gerekçesinde yasa ve usule aykırılık bulunmadığı gibi kamu düzenine aykırılık görülmemiştir.
Dava, şirket yöneticisinin sorumluluğu nedeniyle azli ile şirketin ve şirket ortağının doğrudan ve dolaylı zararlarının tazmini istemine ilişkindir. Tazminat istemi davacının kendi adına ve şirket adına 2 ayrı 30.000+30.000=60.000-TL olmayıp; dava değeri 30.000-TL dir. Sonuç olarak iki ayrı tazminat talebi olmadığından davacının 30.000-TL tazminatın ilk talebi olan kendi adına ödenmesi, ikincil talebi ise şirket adına ödenmesi talebidir. Terditli davadaki, taleplerden biri asıl talep iken ikincisi fer’i (yardımcı, terditli, kademeli) taleptir. Davacı, ilk önce asıl talep hakkında karar verilmesini ister; yardımcı talebini ise asıl talebinin reddedilmesi ihtimali için yapar. Mahkeme davacının asıl talebinin, esastan reddine karar vermedikçe fer’i talebi inceleyip karara bağlayamaz. O halde; terditli davanın dinlenebilmesi için, asıl talep ile fer’i talep arasında bir bağlantı bulunmalı ve her iki talebin de hukuki ve ekonomik bakımdan aynı veya benzer bir amaca yönelmiş olması gerekir. Terditli davada mahkemece, ilk önce asıl talep hakkında inceleme yapılarak asıl talebin yerinde olduğu kanaatine varılırsa fer’i talebin incelenmesine gerek kalmayacaktır. Fakat ilk talep, yerinde bulunmazsa aynı hadiseden doğan ikinci talebin incelenmesi gerekecektir. Bu durumda iki ayrı dava değil, aynı davada talep sonuçlarından birinin kabul edilmemesi nedeniyle diğer talep sonucunun hükme bağlanması sözkonusudur. Davacı iki ayrı istemde bulunmadığına ve istemlerinden ilkinin reddi halinde diğerinin incelenebileceği gözönüne alındığında reddedilen asli talep için ayrı vekalet ücretine hükmedilemez.Dava, şirket yöneticisinin sorumluluğu nedeniyle azli ile şirketin ve şirket ortağının doğrudan ve dolaylı zararlarının tazmini istemine ilişkindir. Tazminat istemi davacının kendi adına ve şirket adına 2 ayrı 30.000+30.000=60.000-TL olmayıp; dava değeri 30.000-TL dir. Sonuç olarak iki ayrı tazminat talebi olmadığından davacının 30.000-TL tazminatın ilk talebi olan kendi adına ödenmesi, ikincil talebi ise şirket adına ödenmesi talebidir. Terditli davadaki, taleplerden biri asıl talep iken ikincisi fer’i (yardımcı, terditli, kademeli) taleptir. Davacı, ilk önce asıl talep hakkında karar verilmesini ister; yardımcı talebini ise asıl talebinin reddedilmesi ihtimali için yapar. Mahkeme davacının asıl talebinin, esastan reddine karar vermedikçe fer’i talebi inceleyip karara bağlayamaz. O halde; terditli davanın dinlenebilmesi için, asıl talep ile fer’i talep arasında bir bağlantı bulunmalı ve her iki talebin de hukuki ve ekonomik bakımdan aynı veya benzer bir amaca yönelmiş olması gerekir. Terditli davada mahkemece, ilk önce asıl talep hakkında inceleme yapılarak asıl talebin yerinde olduğu kanaatine varılırsa fer’i talebin incelenmesine gerek kalmayacaktır. Fakat ilk talep, yerinde bulunmazsa aynı hadiseden doğan ikinci talebin incelenmesi gerekecektir. Bu durumda iki ayrı dava değil, aynı davada talep sonuçlarından birinin kabul edilmemesi nedeniyle diğer talep sonucunun hükme bağlanması sözkonusudur. Davacı iki ayrı istemde bulunmadığına ve istemlerinden ilkinin reddi halinde diğerinin incelenebileceği gözönüne alındığında reddedilen asli talep için ayrı vekalet ücretine hükmedilemez.
Dava, İİK.nun 285 ve devamı maddelerince açılan konkordato talebine ilişkindir. İİK ‘nın 292. Maddesine göre iflas kararı verilebilmesi için borca batıklık şartı aranmamaktadır. Dosyaya sunulan raporlarda anlaşıldığı üzere davacı şirketin 31/07/2018 tarihi itibariyle rayiç değerler üzerinden öz kaynaklarının -14.987.812,11 TL borca batık olduğu, kaydi değerler üzerinden öz kaynaklarında ise 4 aylık mühlet süresi içerisinde 1.340.306,59 TL azalış olduğu, şirketin öz kaynakları ve birikmiş borcu, gerek geçmiş dönemler gerekse mühlet dönemi içerisindeki faaliyet karları dikkate alındığında ileride kapanması mümkün gözükmediği gibi daha fazla aktif – pasif dengesizliğine yol açacağı bu nedenle işletmenin devamı mümkün gözükmediğinden iflas kararı verilmesi yerindedir. Her ne kadar davacı tarafça, istinaf dilekçesinde özetle, geçici komiser heyeti raporlarının eksik ve yetersiz oldukları, yanlış tespitler içerdiği ve hatalı sonuçlara ulaşıldığı iddia edilmişse de, geçici komiser heyeti raporlarının dosya kapsamına uygun olduğu, dosyadaki verilere göre, davacı tarafça sunulan konkordato projesinin başarıya ulaşma şansının bulunmaması nedeniyle İİK 292.maddesi uyarınca mahkemece, davacıların kesin mühlet talebinin reddine, geçici mühletin kaldırılmasına, borçlulardan Isıdem Yalıtım Şirketinin iflasına dair verilen karar esas ve usul yönünden hukuka uygun olduğu anlaşılmıştır.
Dava, davalı şirketin genel kurul toplantısında sermaye artışına ilişkin 6 no.lu kararının iptaline ilişkindir. Mahkeme gerekçesine dayanak teşkil eden bilirkişi raporları ile davalı şirketin mevcut sermayesi ile ticari faaliyetini sürdürmesinin mümkün olmadığı, genel kurulda alınan miktarda sermaye artışının yapılmasının zorunlu hale geldiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, davacı vekilinin davaya konu genel kurul kararı ile yapılmak istenilen sermaye artırımının, şirketin çıkarları yerine oy çokluğunu elinde bulunduran diğer iki ortağın çıkarlarını korumak ve kötü niyetli olarak müvekkili, şirketteki pay, oy, kar ve tasfiye oranlarını adeta sıfırlayarak zarara uğratmak amacı ile yapılmış olduğuna ilişkin istinaf talebinin yerinde olmadığı anlaşılmaktadır.
26.06.2020 tarihinde www.resmigazete.gov.tr’de yayınlanan Danıştay VDDK kararı. Gözetim belgesinin ibraz zorunluluğu, o malın belli bir değerin altında kıymetle ithal edilmek istenmesi durumuna münhasır olup gözetim önlemi uygulanmasına karar verilen eşyanın, belirlenen bir kıymetin altında ithal edilmek istenilmesi halinde sadece ”gözetim belgesi” ibrazı zorunluluğu getirildiğinden bu zorunluluğa uyulmaması Gümrük Kanunu hükümlerine göre ek tahakkuk yapılmasını gerektirir bir durum değildir. Öte yandan İthalatta Gözetim Uygulanmasına İlişkin Tebliğlerde belirtilen birim kıymet, eşyanın Gümrük Kanunu hükümlerine göre belirlenmiş gerçek satış bedeli değildir. Bu nedenle gözetim önlemlerinin hukuka aykırı uygulanması suretiyle fazladan ödenen vergilerin Gümrük Kanunu’nun 211. maddesi kapsamında iadesi istemiyle yapılan başvurunun reddine dair karara vaki itirazın reddi yolunda tesis edilen işlemlerde hukuka uygunluk bulunmamaktadır.
Dava; tasfiyesi sonlanmış şirket ortağının, şirkete ait alacakların tahsili için açtığı alacak davasıdır. Davacının da ortağı olduğu şirketin son tescilinin 26.11.2012 tarihinde yapıldığı, şirketin 20.09.2011 tarihinde tasfiyeye girdiği, tasfiye kararının 21.09.2011 tarihinde tescil edildiği, ilanların yapılarak 1 yıl süre geçtiğinden tasfiyenin sonuçlandırıldığı ve şirketin tüzel kişiliğinin sicilden terkin edildiği belirlenmiştir. Tasfiye olan şirketin alacaklarının tahsilinin tamamlanmadan tasfiye sonu kapatıldığından davacı şirket ortağının tüzel kişiliğin ihyası isteminde hukuki yararı mevcuttur. Davacının talep ettiği alacak, kendisine ait olmayıp, şirket alacağı konumundadır. Mahkemece şirketin alacağını talep edebilmesi için ihya davası açılarak belgeleri sunması istenmiş, kendilerine süre verilmiş, buna rağmen davacı tarafından ihya davasının açılmayacağını, şirketin diğer ortağının ve tasfiye memurunun babası … olup, dava açılmadan taleplerinin değerlendirilmesini istemiştir. HMK 114/1d maddesi taraf ve dava ehliyetine sahip olunması bir dava şartıdır. Davacı sıfatı, dava konusu hakkın sahibine aittir. İlk derece mahkemesince, davacı tarafından ihyanın yapılmaması nedeniyle davacının tasfiye olmuş şirketin alacağını şahsi olarak talep etme hakkı olmadığı, davacının dava açmakta aktif husumet ehliyetinin bulunmadığı belirlenerek verdiği davanın reddine ilişkin kararında isabetsizlik yoktur.
Dava TTK 82/7 maddesi gereğince zayi belgesi verilmesi talebine ilişkindir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Daire Başkanlığının 14/10/2018 tarihli raporuna göre 11/10/2018 tarihinde davaya konu işyerinin arşiv odası olarak kullanılan bodrum katında su basması olayı meydana gelmiş ve odada poşet içerisinde bulunan muhtelif arşiv evrakı ıslanmak suretiyle zarar görmüştür. Su basması olayı 11/10/2018 tarihinde meydana gelmiş olup arşiv evraklarının zayi olduğu belirtilmiştir. TTK 82/7 maddesine göre tacirin bu durumda 15 gün içinde zayi belgesi talep etmesi gerekir. Davacı vekili her ne kadar zayi olayının 18/10/2018 tarihli tutanakla öğrenildiğini iddia etmiş ise de itfaiye daire başkanlığının tutanağına göre arşiv evraklarının zayi olduğu 11/10/2018 tarihi itibarıyla bellidir. Buna göre süresi içinde zayi belgesi verilmesi talep edilmemiştir. Bu nedenle, basiretli tacir gibi hareket etmekle yükümlü olan davacının kendi hizmet binası içerisinde meydana gelen hasarı hemen öğrenme imkanına sahip olduğu anlaşılmakla; dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamıştır.