I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; milletvekili olan başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tutuklama dolayısıyla milletvekilliği görevinin yerine getirilememesi nedeniyle seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği İDDİALARINA İLİŞKİNDİR.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 15/2/2017 TARİHİNDE YAPILMIŞTIR.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra KOMİSYONA SUNULMUŞTUR.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına KARAR VERİLMİŞTİR.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına KARAR VERİLMİŞTİR.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık GÖRÜŞÜNÜ SUNMUŞTUR.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı BEYANDA BULUNMUŞTUR.
8. Birinci Bölüm tarafından 12/12/2017 tarihinde yapılan toplantıda niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28 inci maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine KARAR VERİLMİŞTİR.
III. OLAY VE OLGULAR
9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
A. Genel Bilgiler
10. Suriye’nin Türkiye sınırında bulunan Ayn el-Arap (Kobani) kentinde -PKK’nın Suriye kolu olduğu kabul edilen- PYD ile DAEŞ arasındaki çatışmalar, 2014 yılının Eylül ayı sonunda ve Ekim ayı BAŞINDA YOĞUNLAŞMIŞTIR. Bu sırada PKK’nın üst düzey yöneticilerinden Murat Karayılan’a ait olduğu belirtilen bir sosyal medya hesabından 5/10/2014 tarihinde saat 00.07’de “Gençleri kadınları 7 den 70 e herkesi Kobane’ye sahip çıkmaya onurumuzu namusumuzu korumaya metropolleri işgal etmeye çağırıyoruz.” şeklinde bir açıklamada bulunulmuştur (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 40170, 16/11/2017, § 21).
11. PKK güdümünde yayın yaptığı belirtilen bir internet haber sitesinde 6/10/2014 tarihinde “Komalen Ciwan Koordinasyonu” (PKK’nın gençlik yapılanması) adına bir AÇIKLAMA YAYIMLANMIŞTIR. Açıklamada “Bilindiği üzere 23 gündür Kobani merkezli DAİŞ (DAEŞ) faşizmi son barbarlığıyla DEVAM ETMEKTEDİR. … tüm kürt gençliği şehit Jiyan, şehit Gerilla ve şehit Militan yoldaşların ruhuyla zafere kadar Arin Mirkan (Kobani’deki çatışmalar sırasında düzenlediği intihar saldırısında ölen PYD/YPG mensubu) çizgisinde yürümeye çağırıyoruz. Kobaniyle başlayan devrim dalgası tüm Kürdistan’a yayılmalı ve bu temelde Kürdistan gençliğini ayaklanması çağrısında bulunuyoruz.” ifadelerine YER VERİLMİŞTİR. Aynı sitede yer alan ve “Kürdistan Kurumlar” adına yapıldığı belirtilen bir açıklamada ise “Kobani’ye yönelik saldırılar bir katliam eşiğine GELMİŞ BULUNMAKTADIR. Bütün dünya ve insanlık bu katliama kulaklarını kapamış GÖZLERİNİ YUMMUŞTUR. Kürdistan halkı olarak bu durumu kabul etmemiz mümkün değil. Bu nedenle bütün halkımız Suruç’a gidebilecekler hemen bir saniye zaman kaybetmeden gitmeli ve Kürdistan’ın her karış toprağı Kobani için AYAĞA KALKMALIDIR. Kobani tüm dünyanın gözleri önünde bir katliam tehlikesi altında iken bizim yerimizde oturmamız, uyumamız, günlük yaşantımızı sürdürmemiz MÜMKÜN DEĞİLDİR. Tüm halkımızı yediden yetmişe bulunduğu her yerde yaşamı IŞİD ve işbirlikçisi AKP’ye dar etmeye ve serhildanı en üst düzeyde genişleterek bu katliamcı çetelere karşı durmaya çağırıyoruz.” denilmiştir (Gülser Yıldırım (2), § 22).
12. 6/10/2014 tarihinde Halkların Demokratik Partisi (HDP) Merkez Yürütme Kurulu (MYK) da aynı olaylara ilişkin bir TOPLANTI YAPMIŞTIR. Toplantı sırasında HDP’nin sosyal medya hesabından “HALKLARIMIZA ACİL ÇAĞRI! ŞUANDA TOPLANTI HALİNDE OLAN HDP MYK’DAN HALKLARIMIZA ACİL ÇAĞRI! Kobané’de durum son DERECE KRİTİKTİR. IŞİD (DAEŞ) saldırılarını ve AKP iktidarının Kobané’ye ambargo tutumunu protesto etmek üzere halklarımızı sokağa çıkmaya ve sokağa çıkmış olanlara destek vermeye çağırıyoruz”, “Kobané’de yaşanan katliam girişimine karşı 7 den 70 e bütün halklarımızı sokağa, alan tutmaya ve harekete geçmeye çağırıyoruz.” ve “Bundan böyle her yer Kobane’dir. Kobane’deki kuşatma ve vahşi saldırganlık son bulana kadar SÜRESİZ DİRENİŞE çağırıyoruz.” şeklinde açıklama ve çağrılar yapılmıştır (Gülser Yıldırım (2), § 23).
13. Yukarıda belirtilen internet haber sitesinin 7/10/2014 tarihindeki yayınında “KCK (PKK’nın üst yapılanması) Yürütme Konseyi Eş Başkanlığı: DAİŞ vahşetine karşı milyonları sokağa çağırarak, ‘Kuzey halkımız IŞİD çetelerine, uzantılarına hiçbir yerde yaşam ŞANSI TANIMAMALIDIR.’ dedi. KCK, tüm sokakları Kobani sokaklarına dönüştürmeye çağırdı. KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanlığı yaptığı yazılı açıklamada; ‘Çirkin ve sinsi katliam’ karşısında kürt halkından mücadeleyi her yere, her zamana taşıyarak süreklileştirmesini isterken çetelere ve uzantılarına hiçbir yerde yaşam şansı tanınma[ma]sı gerektiğini kaydetti. KCK, özellikle ‘bu saatten itibaren milyonlar sokaklara akmalı, sınır insan SELİNE DÖNÜŞMELİDİR. Türk Devletinin ve kanlı çete IŞİD’in ortaklığı sonucu sınır hattı boşaltılarak Kobani direnişi desteksiz BIRAKILMAK İSTENMEKTEDİR. Halkımız bu çirkin ve sinsi katliam karşısında başlattığı mücadeleyi her yere, her zamana TAŞIYARAK SÜREKLİLEŞTİRMELİDİR. Kuzey halkımız IŞİD çetelerine, uzantılarına ve destekçilerine hiçbir yerde yaşam ŞANSI TANIMAMALIDIR. Tüm sokaklar Kobani sokaklarına dönüştürülmeli, tarihin bu eşsiz direnişine denk bir direniş gücü ve ÖRGÜTLÜĞÜ GELİŞTİRİLMELİDİR. Bu saatten itibaren milyonlar sokaklara akmalı, sınır insan SELİNE DÖNÜŞMELİDİR. Her Kürt ve onurlu her insan, dostlar, duyarlı kesimler bu andan itibaren EYLEME GEÇMELİDİR. An direniş eylemini geliştirme ve BÜYÜTME ANIDIR. Bu temelde tüm halkımızı, duyarlı kesimleri, dostlarımızı Kobani direnişini sahiplenerek yürütmeye, başta kürt gençleri … olmak üzere tüm gençlerin Kobani’de özgürlük saflarına katılarak, direnişi yükseltmeye çağırıyoruz’.[dedi]” şeklinde açıklamalar yer almıştır (Gülser Yıldırım (2), § 24).
14. Aynı sitenin 8/10/2014 tarihli yayınında ise “KCK: Milyonlar sokaklardan ve mücadele alanlarından çekilmemeli” başlıklı açıklamaya YER VERİLMİŞTİR. Yazıda “halkımız bulunduğu her yerde direniş mücadelesini BÜYÜTEREK SÜREKLİLEŞTİRMELİDİR. Halkımız haklı ve meşru mücadelesini zafere kadar yüksek bir KARARLILIKLA SÜRDÜRMELİDİR. Milyonlar sokaklardan ve mücadele ALANINDAN ÇEKİLMEMELİDİR. Halkımız; mücadeleden atılacak her geri adımın önümüzdeki günler, aylar ve zamanlarda daha büyük bedellere mal olacağı bilinciyle hareket ederek, mücadelesini KESİNTİSİZ YÜKSELTMELİDİR. Ve kendi öz savunmasını güçlendirerek ‘her yer Kobani, her yer direniş-serhildan’ anlayışıyla direnişini ZAFERE TAŞIMALIDIR.” şeklinde İFADELER BULUNMAKTADIR. Ayrıca sitede yer alan “Komalen Ciwan: Kürdistan’da devlet namına bir şey kalmamalı” başlıklı yazıda “Kürt gençlik hareketi Komalen Ciwan devrim halk savaşını her alanda güçlü yürütme çağrısında bulunarak, Devletin Kürdistan’da hiçbir meşruiyeti kalmamıştır, kalmamalıdır da, yasaklarla Kürdistan’ı zindana çevirmeye çalışan kararlarına karşı Kürdistan’ı onlar için zindana çevirmeli, mezar etmeli. Kürdistan’da devlet namına bir ŞEY KALMAMALIDIR.”; “Kürdistan Halk İnsiyatifi; sokağa çıkma yasağına uymayın” başlıklı yazıda ise “Kürdistan Halk İnsiyatifi yayınladığı bir açıklamayla Kürt halkı ve dostlarına Türkiye’nin Kuzey Kürdistan’da ilan ettiği sokağa çıkma yasağına uymamaları ve Kobani’deki saldırılara karşı Rojavayla dayanışma eylemlerini ve serhildanlarını sürdürmesini istedi.” şeklinde açıklamalar yer almaktadır (Gülser Yıldırım (2), § 25).
15. Bu çağrılar üzerine Suriye’deki çatışmalar dolayısıyla tepkilerini dile getirdiğini ileri süren gruplar 6/10/2014 tarihinden itibaren Türkiye’nin birçok yerinde günlerce devam eden ve kamuoyunda “6-7 Ekim olayları” olarak adlandırılan şiddet EYLEMLERİNİ GERÇEKLEŞTİRMİŞTİR. Bu eylemler sırasında ülkenin pek çok yerinde kamu binalarına, banka şubelerine, işyerlerine, araçlara, güvenlik güçlerine ve sivillere taş, sopa, molotof kokteyli ve silahlarla SALDIRIDA BULUNULMUŞTUR. Bu sırada kamu makamlarınca güvenliğin sağlanması için birçok şehirde eğitime ara verilmiş ve sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir (Gülser Yıldırım (2), § 26).
16. Kamu makamlarının ve soruşturma mercilerinin tespitlerine göre (aralarında İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Şanlıurfa, Van, Erzurum, Diyarbakır ve Gaziantep gibi büyük kentlerin de olduğu) 36 ayrı ilde gerçekleştirilen şiddet eylemleri sonucunda (2’si güvenlik görevlisi) 45 kişi hayatını kaybederken (331’i güvenlik görevlisi) 769 KİŞİ YARALANMIŞTIR. Ayrıca çatışmalar sırasında 5 örgüt mensubunun hayatını kaybettiği, 3 örgüt mensubunun ise YARALANDIĞI BELİRTİLMİŞTİR. Öte yandan ülke genelinde gerçekleştirilen 2.389 şiddet eylemine 121.899 kişinin katıldığı, olaylarda (737’si güvenlik güçlerine ait olmak üzere) 1.881 aracın zarar gördüğü, (27’si kaymakamlık, 52’si emniyet, 283’ü okul, 73’ü siyasi parti, 12’si belediye binası olmak üzere) 2.558 binaya saldırıda bulunulduğu ve zarar verildiği TESPİT EDİLMİŞTİR. Olaylara ilişkin olarak 4.291 şüpheli gözaltına alınmış, bunlardan 1.105’i hakkında tutuklama tedbiri uygulanmıştır (Gülser Yıldırım (2), § 27).
B. Başvurucunun Tutuklanmasına İlişkin Süreç
17. Başvurucu 7/6/2015 ve 1/11/2015 tarihlerinde HDP’den Kars MİLLETVEKİLİ SEÇİLMİŞTİR. Başvurucu HALEN MİLLETVEKİLİDİR.
18. Başvurucu hakkında milletvekili olarak görev yaptığı dönemde işlediği iddia olunan suçlara ilişkin olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca SORUŞTURMA YÜRÜTÜLMÜŞTÜR. Anayasa’nın 83 üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz.” hükmü uyarınca yasama dokunulmazlığına sahip olan başvurucunun dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle iki ayrı fezleke düzenlenmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) sunulmak üzere Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel MÜDÜRLÜĞÜNE GÖNDERİLMİŞTİR.
19. Bu fezlekelerde özetle başvurucunun kamuoyunda “6-7 Ekim olayları” olarak adlandırılan şiddet eylemlerini tahrik ve teşvik ettiği İLERİ SÜRÜLMÜŞTÜR. Bu bağlamda Kobani’de PKK terör örgütünün Suriye’deki uzantısı olduğu ifade edilen PYD/YPG ile DAEŞ arasındaki çatışmaların yoğunlaştığı dönemde PKK’nın yayın organlarında yapılan açıklamalarla halkın ayaklanmaya çağrıldığı -başvurucunun da üyesi olduğu- HDP MYK adına sosyal medya üzerinden yapılan açıklamayla da halkın sokağa ve direnişe davet edildiği, bu çağrılar üzerine ülkenin birçok yerinde binlerce kişi tarafından gerçekleştirilen büyük şiddet olaylarının yaşandığı belirtilmiştir (bkz. §§ 10-16).
20. 2014 yılının Ekim ayında yaşanan ve ülkenin büyük bir bölümünü etkileyen şiddet olayları ve sonrasında 2015 yılının Haziran ayından itibaren ülkede yaşanan terör saldırılarının artması (Gülser Yıldırım (2), §§ 28-33) dolayısıyla siyasi çevrelerde ve kamuoyunda milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması hususunda yoğun TARTIŞMALAR YAŞANMIŞTIR. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda değişiklik yapılmasını öngören kanun teklifi 12/4/2016 tarihinde TBMM BAŞKANLIĞINA SUNULMUŞTUR. Bu teklif; halihazırda Bakanlıkta, Başbakanlıkta, TBMM Başkanlığında, Anayasa ve Adalet Komisyonlarının üyelerinden kurulu Karma Komisyonda bulunan yasama dokunulmazlığı dosyalarıyla ilgili olarak Anayasa’da ve TBMM İçtüzüğü’nde öngörülen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin usulün uygulanmamasını ve bu dosyaların gereğinin yapılması amacıyla yetkili mercilere iade EDİLMESİNİ ÖNGÖRMEKTEDİR.
21. TBMM Genel Kurulunda 20/5/2016 tarihinde kabul edilen 6718 s. Kanun’un 1 inci maddesiyle Anayasa’ya eklenen geçici 20. madde ile “Bu maddenin Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildiği tarihte; soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri hakkında, bu dosyalar bakımından, Anayasanın 83 üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi hükmü uygulanmaz./ Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde; Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığında bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalar, gereğinin yapılması amacıyla, yetkili merciine iade edilir.” HÜKMÜ GETİRİLMİŞTİR.
22. Anayasa değişikliği 8/6/2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak YÜRÜRLÜĞE GİRMİŞTİR. Buna göre anılan maddenin TBMM tarafından kabul edildiği 20/5/2016 tarihi itibarıyla maddede sayılan mercilere intikal etmiş olan dosyalar hakkında Anayasa’nın 83 üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan yasama dokunulmazlığına ilişkin hüküm (bkz. § 18) uygulanmayacaktır. Ayrıca Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on beş gün içinde Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, TBMM Başkanlığında, Başbakanlık ve Bakanlıkta bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaların gereğinin yapılması amacıyla yetkili merciine iade EDİLECEĞİ ÖNGÖRÜLMÜŞTÜR.
23. Böylece Bakanlık verilerine göre Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) grubuna mensup 29 milletvekiline ait 50, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) grubuna mensup 59 milletvekiline ait 215, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) grubuna mensup 10 milletvekiline ait 23, HDP grubuna mensup 55 milletvekiline ait 518 ve 1 bağımsız milletvekiline ait 5 fezlekeyle ilgili olarak yasama dokunulmazlığına ilişkin hükümler uygulanmamış ve bu dosyalar gereği için ilgili mercilere İADE EDİLMİŞTİR.
24. Bu kapsamda başvurucu hakkındaki iki ayrı fezlekeye konu olan soruşturma dosyaları da Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü aracılığıyla gereğinin takdir ve ifası için Ankara Cumhuriyet BAŞSAVCILIĞINA GÖNDERİLMİŞTİR. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca, anılan soruşturmalara ilişkin olarak Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının yetkili olduğundan bahisle yetkisizlik KARARI VERİLMİŞTİR.
25. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Diyarbakır 3. Sulh Ceza Hakimliği 27/1/2017 tarihinde, başvurucu hakkındaki soruşturma dosyasına ilişkin olarak “soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği” gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 153 üncü maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca müdafiinin dosya içeriğini incelemesinin ve belgelerden örnek almasının kısıtlanmasına KARAR VERMİŞTİR.
26. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 29/1/2017 tarihinde başvurucunun yakalanarak gözaltına alınmasına KARAR VERMİŞTİR. Aynı gün gözaltına alınan başvurucu, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına getirilmiş ve burada İFADE VERMİŞTİR. İfade alma işlemi sırasında başvurucunun üç avukatı HAZIR BULUNMUŞTUR. İfade tutanağında, ifade alma işlemi öncesinde isnat edilen suçlamaların başvurucuya AÇIKLANDIĞI BELİRTİLMİŞTİR. Başvurucu ifadesinde “… Siyasi kapsamda değerlendirilecek eylemlerin soruşturma konusu yapılmasının Anayasanın 90. maddesine aykırı olduğunu belirtmek istiyorum. Uluslararası sözleşmeler ve anlaşmalar iç hukukumuzun bir parçasıdır ve bütün bu mevzuat doğrultusunda milletvekillerinin yargılanmasının yasal bir PROSEDÜRÜ VARDIR. Dolayısıyla dokunulmazlığımın kaldırılması HUKUKİ DEĞİLDİR. 6-8 Ekim olayları neticesinde meydana gelen ülkenin değişik yerlerindeki hadiselerin sebebiyetinin araştırılması için Mecliste araştırma komisyonu oluşturulması için müracaatta bulunmuştum. Mecliste bu talebimiz yerinde görülmeyerek reddedilmişti. Mecliste ki bu talebimizin reddinin suç teşkil ettiğini düşünüyorum. Ben partimin MYK üyesiydim. O tarihlerde milletvekili olmayan MYK üyesi arkadaşlarımızdan olayla ilgili ifade vermek amacıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat edenler olmuştu. Bildiğim kadarıyla bir kısmının ifadesi alınmış, bir kısmının da ifadesi alınmamıştı. Soruşturmanın bu kısmına ilişkin hukuki yürütülmediğine dair ENDİŞELERİM VARDIR.” şeklinde beyanda bulunmuş ve suçlamalara karşı savunma yapmak İSTEMEDİĞİNİ SÖYLEMİŞTİR.
27. Başvurucunun müdafileri ise HDP MYK toplantısının örgütün çağrısı doğrultusunda yapıldığının doğru olmadığını, HDP MYK toplantısında herhangi bir suç çağrısının yapılmadığını, yazılı bir kararın alınmadığını, meydana gelen olaylar ile bu çağrılar arasında illiyet bağının kurulamayacağını, dokunulmazlığın devam ettiğini belirterek başvurucunun serbest bırakılmasını TALEP ETMİŞLERDİR.
28. Başvurucu 29/1/2017 tarihinde tutuklanması istemiyle Diyarbakır 4. Sulh Ceza Hakimliğine SEVK EDİLMİŞTİR. Tutuklama talep yazısında HDP’ye ait olan sosyal medya hesabından atılan tweetlerin terör örgütünün çağrı ve talimatıyla atıldığı, bu suretle olay tarihinde HDP MYK üyesi olan başvurucunun terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olmak suretiyle üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, müsnet suçun katalog suçlardan olduğu, dolayısıyla başvurucu yönünden tutuklama nedenlerinin BULUNDUĞU BELİRTİLMİŞTİR.
29. Başvurucu, sorgu sırasında “… söz konusu tweetler Türkiye’nin tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine göre ifade özgürlüğü kapsamındadır, şok edici rahatsız edici açıklamalar bile AİHM kararında özgürlük kapsamında yer almaktadır, MYK toplantısı yapıldı bu konu değerlendirildi ancak böyle bir karar yok, Twitter paylaşımını kimin yaptığı da bilinmiyor, biz böyle bir karar da almadık, tweet atılması konusunda bir karar alınmadı ancak Kobani olayları tartışıldı, yazılı herhangi bir karar yok, biz böyle bir karar almadık, sadece tartışıldı, tweetler konusunda dediğim gibi böyle bir karar ve konuşmamız olmamıştır, kim tarafından atıldığını da bilmiyoruz, MYK da sadece Kobani olayları konusu tartışılmıştır, bu konuyla ilgili twett atma şeklinde herhangi bir karar alınmamıştır, MYK’nın böyle bir yazılı kararı da yoktur, bu twett’in kimin attığını ben bilmiyorum, halkı tahrik etme gibi bir niyetimiz de söz konusu değildir, sonraki olaylar ile MYK toplantısında tartıştığımız konuyla illiyet bağı da yoktur, biz daha sonradan Mecliste araştırma önergesi verdik ancak bu da kabul edilmedi, yaşanan olaylardan bizim bu nedenle herhangi bir sorumluluğumuz olamaz, KCK’nin açıklaması MYK toplantımızdan sonra atılan twettirlerdir ayrıca Murat Karayılan adına atılan twetti kimin attığını bilemeyiz sosyal medyada herkes istediği isim altında tweet atabilir bizim bunları takip etme imkanımız da yoktur …” şeklinde SAVUNMA YAPMIŞTIR.
30. Diyarbakır 4. Sulh Ceza Hakimliği 29/1/2017 tarihli kararıyla başvurucunun tutuklanması talebinin reddine KARAR VERMİŞTİR. Bununla birlikte Hakimlik tarafından, yurt dışına çıkmasının yasaklanması ve soruşturması tamamlanıncaya kadar en yakın polis karakoluna ayda bir kez imza atması yükümlülükleri uygulanmak suretiyle başvurucunun adli kontrol altına alınmasına KARAR VERİLMİŞTİR. Kararın ilgili bölümü şöyledir:
“… şüpheli tarafından söz konusu twettin atılmasına katılma veya talimatı olduğuna dair, kendi beyanının aksini gösterir, herhangi bir beyyine olmadığı anlaşılmakla, bu aşamada tutukluğun ölçülü olmayacağı ancak meydana gelen olayların iç ve dış bağlantılarının olabileceği, soruşturmanın ve meydana gelen olaylarla ilgili diğer dava ve soruşturmaların daha devam ettiği değerlendirildiğinde, şüphelinin adli kontrol hükümlerine tabi tutulmasının ölçülü olacağı tutuklamanın bir ceza değil tedbir olduğu dikkate alınarak C.Savcılığının şüphelinin tutuklanması hakkındaki talebinin reddine karar verildi.”
31. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tutuklama talebinin reddine ilişkin karara İTİRAZ ETMİŞTİR. İtiraz yazısında; söz konusu tweetlerin HDP MYK’da alınan kararlar doğrultusunda HDP’nin resmi twitter hesabından paylaşıldığı, bu paylaşımın PKK yöneticilerinin sosyal medya hesapları üzerinden yaptıkları paylaşımlardan hemen sonra yapıldığı, başvurucunun ifade alma işlemi ve sorgusu sırasında söz konusu tweetlerin içeriğini kabul etmediğini söylemediği, bu yönde bir açıklamasının olduğuna dair herhangi bir beyan veya delilin de bulunmadığı, başvurucunun sorgudaki ifadesinde HDP MYK toplantısında Kobani olaylarının tartışıldığını ve toplantıya katıldığını beyan ettiği, dolayısıyla toplantıda bulunduğuna dair herhangi bir şüphenin olmadığı belirtilmiş; başvurucu hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri düzenlenmesine karar verilmesi TALEP EDİLMİŞTİR.
32. Diyarbakır 5. Sulh Ceza Hakimliği 30/1/2017 tarihinde itirazın kabulüne, başvurucu hakkındaki adli kontrol kararının kaldırılmasına ve tutuklamaya yönelik yakalama emri çıkarılmasına KARAR VERMİŞTİR.
33. Başvurucu 31/1/2017 tarihinde Diyarbakır 5. Sulh Ceza Hakimliği önünde HAZIR EDİLMİŞTİR. Başvurucunun buradaki sorgusu sırasında da üç avukatı hazır bulunmuş; sorgu tutanağında, isnat edilen suçların başvurucuya okunup ANLATILDIĞI BELİRTİLMİŞTİR. Başvurucu, ifadesinde “… Bahsi geçen tarihte MYK toplantısı akşam saatlerinde yapılmıştı. Ancak dosyada mevcut ve tarafıma söylenen twettlerin atılış saati 10:51 ve 11:00 SAATLERİDİR. Bu saatlerde yapılmış bir MYK TOPLANTISI YOKTUR. Ben o gün yapılan MYK toplantısına katılmadım. Televizyon programı vardı ona gitmiştim. Dolayısıyla o gün ki toplantıda yoktum. Atılan twettlerden de HABERİM YOKTUR. Böyle bir karar altında benim imzam DA YOKTUR. Daha doğrusu bu yönde alınmış bir MYK kararı MEVCUT DEĞİLDİR. Böyle bir karar olmuş olsaydı rutin uygulama gereği MYK toplantısında alınan kararlar bize sunularak İMZAMIZ ALINMAKTADIR. O gün böyle birşey de yaşanmadı. Ben o gün yapılan MYK toplantısına hiç bir şekilde katılmadım. Televizyon programı bittikten sonra toplantıya kaldığı yerden devam ederim diye düşündüm ancak ertesi gün Muş’taki program nedeniyle toplantıya gitmedim ve uçak ile Muş’a ertesi gün gittim, oradaki programa katıldım. Buna ilişkin belgeleri avukatlarım sunacaktır … Tüm MYK toplantılarında o dönem yaşanan olaylar ayrıntılı bir şekilde genelde her toplantıda konuşulur ve görüşülürdü. Bana özelde bu tarihe ilişkin yapılan toplantıya ilişkin bir soru sorulmadı. Benim daha önceki beyanlarımda geçen toplantılardan kastım genelde o süreçte yapılan toplantılarda konuşulan KONUYA İLİŞKİNDİR. Yoksa ben 6 Ekim 2014 tarihinde yapılan MYK toplantısında yer aldığıma dair bir beyanda bulunmadım.” şeklinde ANLATIMDA BULUNMUŞTUR. Başvurucunun müdafileri de benzer açıklamalarda bulunarak başvurucunun serbest bırakılmasını TALEP ETMİŞLERDİR.
34. Diyarbakır 5. Sulh Ceza Hakimliği 31/1/2017 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına KARAR VERMİŞTİR. Tutuklama kararında, öncelikle “6718 s. Kanun’un 1 inci maddesiyle Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na eklenen geçici 20. madde uyarınca atılı suçlar yönünden yasama dokunulmazlığının bulunmadığı ve bu nedenle soruşturma ve kovuşturma işlemi yapılabileceği” şeklinde DEĞERLENDİRME YAPILMIŞTIR.
35. Anılan kararda, başvurucuya isnat edilen eylemlere ilişkin olarak aşağıdaki değerlendirmelere YER VERİLMİŞTİR.
“… Her ne kadar şüpheli savunmasında bu tarihte yapılan MYK toplantısında yer almadığını beyan etmiş ise de bundan önceki soruşturma dosyasındaki beyanlarında söz konusu toplantıda Kobani eylemlerinin konuşulduğunu ve görüşüldüğünü ancak tweet atmaya dönük bir karar alınmadığını kendisinin böyle bir kararın altında imzasının bulunmadığını beyan ettiğinin anlaşıldığı yine şüpheli müdafii tarafından sunulan belgelerde şüphelinin 07.10.2014 tarihinde Muş iline hava yoluyla seyahat ettiğine dair belge sunulmuş ise de söz konusu MYK toplantısının yapıldığı tarihin 06.10.2014 tarihi olduğu hususları nazara alındığında bu yöndeki şüpheli ve müdafii savunmasına itibar edilmemiş, Bu şekilde 6-10 Ekim 2014 olaylarının PKK-KCK Terör Örgütünün çağrılarıyla şüphelinin üyesi olduğu parti MYK’sının çağrıları üzerine başladığı, HDP Genel Merkezine ait resmi twitter hesabından MYK Toplantısının sonucu olarak söz konusu çağrıların yapıldığı, soruşturma dosyası içerisine bir haber sitesinin aslı gibidir yapılarak alınan 15 Ekim 2014 tarihli HDP Genel Başkanı Selahattin DEMİRTAŞ yapılan röportaj içeriğinde ‘O eylem çağrısını yapan da ben değilim. Partimin MYK’sının kararıydı. Üstlenirim tabii ama o çağrıyı tek başıma yapmışım gibi benim üzerimden bir algı operasyonuna girişildi.’ şeklinde beyanatının bulunduğunun anlaşıldığı,
Yukarıda belirtilen gerekçelerle şüphelinin üyesi olduğu ve katıldığı MYK toplantısı sırasında ve sonrasında yapılan çağrı neticesi gerçekleşen olaylarla yapılan çağrının PKK-KCK Terör Örgütünün çağrılarıyla aynı zamanda yapılmasıyla sonrasında yaşanan vehamet arz eden öldürme yaralama yağmalama olayları bir arada değerlendirildiğinde şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesi oluşturan somut deliller bulunduğu … anlaşıldığından … tutuklanmasına karar verildi.”
36. Başvurucu 2/2/2017 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Diyarbakır 1. Sulh Ceza Hakimliği 6/2/2017 tarihinde itirazın kesin olarak reddine KARAR VERMİŞTİR.
37. Başvurucu 15/2/2017 tarihinde bireysel BAŞVURUDA BULUNMUŞTUR.
38. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 8/2/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma, suç işlemeye tahrik etme, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet etme suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu DAVASI AÇILMIŞTIR.
39. İddianamede, başvurucu hakkında daha önce düzenlenen iki ayrı fezlekedeki olaylar (bkz. § 19) suçlamaya KONU EDİLMİŞTİR. Savcılık suçlamaya konu eylemlere ilişkin hukuki değerlendirmelerini ORTAYA KOYMUŞTUR. Bu değerlendirmeler şöyledir:
“… Şüphelinin söylem ve eylemleri, bulunmuş olduğu konum, toplumun geniş halk kitlelerini PKK terör örgütünün emir ve talimatları doğrultusunda yönlendirme kabiliyeti nazara alınarak, eylemler bir bütün olarak silahlı terör örgütü üyeliği ŞEKLİNDE NİTELENDİRİLMİŞTİR.
PKK terör örgütü tarafından yapılan açıklama ve çağrı üzerine partinin karar organı olan MYK’da yapılan görüşme ve alınan karar üzerine partinin kurumsal twitter hesabından MYK kararı olarak açıklama yapılmış, akabinde binlerce insan sokağa dökülerek birçok menfur EYLEM GERÇEKLEŞTİRMİŞLERDİR. Şüpheli Ayhan BİLGEN her ne kadar suçlamayı kabul etmese bile, partinin MYK üyesi olduğundan karara İŞTİRAK ETMİŞTİR. Zira partinin Genel Başkanı Selahattin DEMİRTAŞ 30/11/2014 tarihinde haber7.com isimli haber sitesine vermiş olduğu beyanatta özetle; ‘O eylem çağrısını yapan da ben değilim. Partimin MYK’sının kararıydı. Üstlenirim tabi. Ama o çağrıyı tek başıma yapmışım gibi bir algı operasyonuna girişildi. Çünkü kitlelerin sempatisini kazanmıştım.’ şeklinde ifadede bulunarak sorumluluğun tüm MYK üyelerine ait OLDUĞUNU SÖYLEMİŞTİR. Dolayısıyla şüphelinin eylemi TCK’nın 214/1 ve 214/son yollamasıyla 2911 sayılı Yasanın 27 nci maddesi delaletiyle aynı Yasanın 34/1-2. (cümle) maddesinde yazılı bulunan suç tipine uymaktadır …”
40. 17/2/2017 tarihinde iddianameyi kabul eden Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi, aynı tarihte -Ankara ağır ceza mahkemelerinin yetkili olduğu gerekçesiyle- yetkisizlik KARARI VERMİŞTİR.
41. Dosyanın gönderildiği Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi 17/3/2017 tarihinde karşı yetkisizlik kararı vermiş ve yetki uyuşmazlığının giderilmesi için dosyayı YARGITAY 5. Ceza DAİRESİNE GÖNDERMİŞTİR.
42. YARGITAY 5. Ceza Dairesi 31/5/2017 tarihli ilamıyla Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin yetkisizlik kararının kaldırılmasına KARAR VERMİŞTİR. Bunun üzerine dava dosyası Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/658 SIRASINA KAYDEDİLMİŞTİR.
43. Davanın ilk duruşması 8/8/2017 tarihinde yapılmış ve Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu bulunan başvurucunun ifadesi, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi VASITASIYLA ALINMIŞTIR. Başvurucu, ifadesinde “… Şimdi katılmadığım bir MYK toplantısından dolayı yargılanıyor olmam galiba ispata ihtiyaç bırakmayacak bir durum … müddeyi iddiasını İSPATLAMAKLA MÜKELLEFTİR. Eğer bu evrensel bir ilke ise doğruysa ki doğrudur galiba bu toplantıya kim katılmış, nasıl karar alınmış, MYK kararları nasıl alınır nasıl uygulanır buna dair dosyaya bir şey koyması gerekiyor. Ben … düzenli olarak MYK toplantılarına katılırım mazeretsiz katılmadığım bir TOPLANTI YOKTUR. Ama aynı saatte bir TV programımla çakıştığı için MYK toplantısı da planlanan saatten geçe kaldığı için yani o gün parti meclisi toplantısı çok geç saatte bittiği için toplantı başlarken toplantıdan ayrılmak zorunda kaldım. Dolayısıyla da burada 6 aydır tutuklu kalmamın sebebi sadece MYK üyesi olmamdır …” şeklinde BEYANDA BULUNMUŞTUR.
44. Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi 8/9/2017 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonucunda “üzerine atılı bulunan suçun vasfının değişme ihtimali, sorgusunun yapılmış olması, tutuklulukta geçirdiği süre gözetildiğinde suçun vasfı değiştiğinde tutuklama tedbiri ölçülü ve orantılı olmayacağı” gerekçesiyle başvurucunun tahliyesine KARAR VERMİŞTİR. Başvurucu aynı gün SERBEST BIRAKILMIŞTIR.
45. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tahliye kararına İTİRAZ ETMİŞTİR. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi 15/9/2017 tarihinde Başsavcılığın itirazını kabul ederek başvurucu hakkında yakalama emri çıkarılmasına KARAR VERMİŞTİR.
46. Başvurucu, anılan karara itiraz etmiş; itirazı değerlendiren Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi 27/9/2017 tarihli kararıyla yakalama emrinin kaldırılmasına kesin olarak KARAR VERMİŞTİR.
47. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece MAHKEMESİNDE DERDESTTİR.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
48. 5271 s. Kanun’un “Tutuklama nedenleri” kenar başlıklı 100. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiriyle ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
…
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
…”
49. 5271 s. Kanun’un “Tutuklama kararı” kenar başlıklı 101 inci maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hakimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re’sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukuki ve fiili nedenlere yer verilir.
(2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.”
50. 5271 s. Kanun’un “Adli kontrol” kenar başlıklı 109 uncu maddesinin (1) numaralı fıkrası ile (3) numaralı fıkrasının ilgili bölümleri şöyledir:
“(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adli kontrol altına alınmasına karar verilebilir.
…
(3) Adli kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir:
a) Yurt dışına çıkamamak.
b) Hakim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak.
c) Hakimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde mesleki uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak.
…
f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hakimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak.
g) Silah bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silahları makbuz karşılığında adli emanete teslim etmek.
…
j) Konutunu terk etmemek.
k) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek.
l) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek.”
51. 5271 s. Kanun’un “Müdafiin dosyayı inceleme yetkisi” kenar başlıklı 153 üncü maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili bölümü ile (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:
“(2) Müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hakim kararıyla kısıtlanabilir. Bu karar ancak aşağıda sayılan suçlara ilişkin yürütülen soruşturmalarda verilebilir:
a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
…
7. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 316),
…
(3) Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanakla bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz.”
(4) Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir.”
52. 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Silahlı örgüt” kenar başlıklı 314 üncü maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.”
53. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun “Terör tanımı” kenar başlıklı 1 inci maddesi şöyledir:
“Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil EDEN EYLEMLERDİR.”
54. 3713 s. Kanun’un “Terör suçlusu” kenar başlıklı 2 nci maddesi şöyledir:
“Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleriyle beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi TERÖR SUÇLUSUDUR.
Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır.”
55. 3713 s. Kanun’un “Terör suçları” kenar başlıklı 3 üncü maddesi şöyledir:
“26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, TERÖR SUÇLARIDIR.”
56. 3713 s. Kanun’un “Cezaların artırılması” kenar başlıklı 5 inci maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adli para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.”
B. Uluslararası Hukuk
1. Sözleşme Metinleri
57. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Özgürlük ve güvenlik hakkı” kenar başlıklı 5 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:
“1. Herkes özgürlük ve güvenlik HAKKINA SAHİPTİR. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:
…
c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulması;
…”
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
58. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme’nin 5 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi uyarınca yalnızca bir ceza soruşturması veya kovuşturması çerçevesinde kişinin suç işlediğine dair şüphenin bulunması halinde yetkili adli makamın huzuruna çıkarılması amacıyla tutuklanabileceği yönündeki içtihadını (Jecius/Litvanya, B. No: 34578/97, 31/7/2000, § 50; Wloch/Polonya, B. No: 27785/95, 19/10/2000, § 108) yakın dönemde verdiği Buzadji/Moldova ([BD], B. No: 23755/07, 5/7/2016) KARARINDA GELİŞTİRMİŞTİR. Buna göre ilk tutuklama kararından itibaren suçun işlendiğine ilişkin makul şüphenin varlığı yanında tutuklamaya ilişkin nedenlerin bulunduğunun ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya KONULMASI GEREKİR.
59. AİHM’e göre ilk tutuklama için yeterli görülen makul şüphenin varlığı, elde edilen deliller ve somut olayın kendine özgü koşulları da dikkate alındığında olaylara dışarıdan bakan, tamamen objektif bir gözlemciyi ikna edecek YETERLİLİKTE OLMALIDIR. Toplanan deliller, objektif bir gözlemciye sunulduğunda şüpheli ya da sanığın atılı suçu işlemiş olabileceği yönünde gözlemcide kanaat oluşturmaya yeterli ise somut olayda makul ŞÜPHE VARDIR. Diğer bir ifadeyle inandırıcı neden ya da makul şüphe, suçlanan kişinin üzerine atılı suçu işlemiş olabileceğine dair objektif bir gözlemciyi ikna etmeye yeterli olay, olgu veya bilginin varlığını gerektirmektedir (Fox, Campbell ve Hartley/Birleşik Krallık, B. No: 12244/86-12245/86-12383/86, 30/8/1990, § 32; O’Hara/Birleşik Krallık, B. No: 37555/97, 16/10/2001, § 34).
60. AİHM, tutukluluğu meşru kılan makul dört temel neden belirlemiştir: Sanığın duruşmaya çıkmama (kaçma) tehlikesi (Stögmüller/Avusturya, B. No: 1602/62, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü § 15), sanığın serbest bırakıldıktan sonra adaletin iyi idaresine zarar verecek tarzda önlemler alabilecek olma tehlikesi (Wemhoff/Almanya, B. No: 2122/64, 27/6/1968, hukuki gerekçe bölümü § 14), tekrar suç işleme tehlikesi (Matznetter/Avusturya, B. No: 2178/64, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü § 7) ve kamu düzenini bozma tehlikesidir (Letellier/Fransa, B. No: 12369/86, 26/6/1991, § 51).
61. Türk milletvekillerinin tutuklanması da AİHM kararlarına KONU OLMUŞTUR. Bu bağlamda 20/10/1991 tarihinde yapılan Genel Seçim’de milletvekili seçilen ve milletvekili olarak görev yaparken TBMM tarafından dokunulmazlıkları kaldırılan Sırrı Sakık, Ahmet Türk, Mehmet Hatip Dicle, Leyla Zana, Mahmut Alınak ve Orhan Doğan devletin istiklalini ve birliğini bozmak veya devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmak ve PKK terör örgütüyle bağlantılı OLMAKLA SUÇLANMIŞLARDIR. Bu kişilerin anılan suçlara ilişkin soruşturma kapsamında 17/3/1994 tarihinde mahkemece tutuklanmaları üzerine yaptıkları başvuruda, diğer şikayetlerin yanında suç işlendiğine dair makul bir şüphe bulunmadan tutuklandıkları (tutuklamaların hukuka uygun olmadığı) İLERİ SÜRÜLMÜŞTÜR.
i. Avrupa İnsan Hakları Komisyonu (Komisyon) Sakık ve diğerleri/Türkiye (B. No: 23878/94, 23879/94, 23880/94, 23881/94, 23882/94 ve 23883/94, 23/5/1996) kararında, başvurucuların bu iddialarına ilişkin olarak Sözleşme’nin 5 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlal EDİLMEDİĞİNE HÜKMETMİŞTİR. Anılan kararda, devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozma suçlamasıyla yasama dokunulmazlığı kaldırılan ve tutuklanan milletvekili başvurucuların Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesinin (DGM) 8/12/1994 tarihli kararıyla bölücülük propagandası yapma ve/veya silahlı örgüte üye olma suçlarından hüküm giydiklerine dikkat çekilmiş; tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası reddedilirken aşağıdaki değerlendirmelere yer verilmiştir (bkz. §§ 54-58):
“54. Komisyon tutuklamanın hukukiliğiyle ilgili olarak, Sözleşme’nin, özünde iç hukuktaki düzenlemelere öncelikle atıfta bulunduğunu ve usule ilişkin bir mesele olarak iç hukukun birtakım maddi standartları haiz olması yükümlülüğü öngördüğünü; fakat bunun yanında herhangi bir özgürlükten yoksun bırakılmanın, Sözleşme’nin 5 inci maddesinin bireyi keyfiliğe karşı koruma amacıyla uyumlu olması GEREKLİLİĞİNİ HATIRLATIR.
55. Şüphenin derecesiyle ilgili olarak Komisyon, Sözleşme’nin 5 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi bağlamında yapılan gözaltı sırasındaki sorgulamanın konusunun, tutuklamanın dayandığı somut şüphelerin reddedilmesi ya da onaylanması suretiyle ceza soruşturmasının tamamlanması OLDUĞUNU HATIRLATIR. Makul şüphenin varlığı, söz konusu bireyin isnat edilen suçu işlediği hususunda objektif bir gözlemciyi ikna edecek bilgi veya olgunun bulunmasını gerekli kılar. Bununla birlikte neyin ‘makul’ sayılabileceği hususu somut olayın koşullarının TÜMÜNE BAĞLIDIR.
56. Somut başvuruda, Komisyon öncelikle başvurucuların yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla ilgili sürecin Sözleşme’nin 5 inci maddesi anlamında tutuklanmalarına ilişkin prosedürün bir parçası olmadığını ve başvurucuların, yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecindeki sakatlıkların Sözleşme’nin bu hükmüyle uyumlu olmadığı yönündeki şikayetini not eder.
57. Başvurucuların suç işlediklerine dair makul şüphelerin varlığı konusunda ise Komisyon, başvurucuların devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak suçlamasıyla Ankara DGM Cumhuriyet Savcısının talimatıyla gözaltına ALINDIKLARINI BELİRTİR. Yakalanmalarının ardından başvurucular devlet güvenlik mahkemelerinin görevine giren toplu suçların soruşturulması prosedürüne ilişkin Türk mevzuatına uygun olarak 12 ila 14 günlük sürelerde hakim ÖNÜNE ÇIKARILMIŞLARDIR. Başvurucuların yakalanması kararını veren savcı 21/6/1994 tarihli iddianameyle onları, Türk Ceza Kanunu’nun bazı hükümlerini ihlal ETMEKLE SUÇLAMIŞTIR. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi 8/12/1994 tarihli kararla başvuruculardan Türk, Zana, Dicle ve Doğan’ın Türk topraklarının bir kısmını ayırmayı amaçlayan silahlı örgüt üyeliğinden, Sakık ve Alınak’ın ise bölücülük propagandası yapmaktan suçlu OLDUKLARINI SÖYLEMİŞTİR.
58. Buna göre, Komisyon somut olayla ilgili olgular ışığında başvurucuların, Sözleşme’nin 5 inci maddesinin (1) numaralı fıkrası anlamında suç işlediklerinden ‘şüphelenilecek makul sebepler’ temelinde ‘yasal yollara uygun bir şekilde’ tutuklanmış ve gözaltına alınmış olduklarının kabul EDİLEBİLECEĞİNİ DÜŞÜNMEKTEDİR.”
ii. Başvurucular, Avrupa İnsan Hakları Divanı (Divan) önündeki incelemede Komisyonun vardığı sonucu kabul ETTİKLERİNİ BİLDİRMİŞLERDİR. Divan da Sözleşme’nin 5 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlal edilmediğinin açık olduğu sonucuna varmıştır (Sakık ve diğerleri/Türkiye, § 40).
62. AİHM, tutuklandıktan sonra milletvekili seçilen Mustafa Ali Balbay tarafından yapılan başvuruda, suç işlendiğine dair şüphe duyulması için makul sebepler bulunmadığı için tutuklamanın hukuki olmadığı yönündeki iddiayı incelerken başvurucuya yöneltilen suçlamalara (bir suç örgütünün hükümeti şiddet kullanarak devirmek amacıyla faaliyetlerde bulunmakla suçlanan aktif üyelerinden biri olmak, özellikle basın ile söz konusu suç örgütü arasında koordinasyon görevini üstlenmek, ülkede kaotik bir durum yaratmak için bahsi geçen örgütün askeri üyelerinin talimatı altında faaliyet yürütmek, eski bir kuvvet komutanı askerin darbe günlüğünün bir bölümünü saklamak ve devletin gizli belge ve bilgilerini yasa dışı şekilde elde etmek) dikkat çekmiş; başvurucunun ağır nitelikteki bu suçları işlediğine dair şüphelere dayanılarak telefon dinleme kayıtları, bazı suç ortaklarının ifadeleri, farklı aramalar sırasında el konulan belgeler gibi delillerin Savcılık tarafından yakalama öncesinde toplandığını belirtmiş ve yargılama sonucunda başvurucunun 35 yıl 4 ay hapis cezasına mahkum edildiğine VURGU YAPMIŞTIR. AİHM, bu değerlendirmesi sonucunda ceza dosyasının başvuranın kovuşturulmasına neden olan suçu işlemiş olabileceği konusunda objektif bir gözlemciyi ikna edebilecek bilgiler içerdiği kanaatine vararak başvurucunun iddialarını açıkça dayanaktan yoksun görerek kabul edilemez bulmuştur (Balbay/Türkiye (k.k.), B. No: 666/11-73745/11, 3/3/2015, §§ 66-75).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
63. Mahkemenin 21/12/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Soruşturma Dosyasına Erişimin Kısıtlandığına İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
64. Başvurucu; gözaltı ve tutuklama süreçlerinde suçlamalara dair ayrıntılı şekilde bilgilendirilmediğini, soruşturma dosyasını inceleme talebinin kısıtlama kararı gerekçe gösterilerek kabul edilmediğini, soruşturma konusu suçların işlendiği iddia edilen tarihten uzun bir süre sonra -gözaltına alınmasının hemen öncesinde- verilen kısıtlama kararında neden soruşturmanın tehlikeye düşeceğinin açıklanmadığını, kısıtlama kararı dolayısıyla kendisine yönelik suçlamaları ve bunların delillerini öğrenemediğini ve suçlamalara cevap verme imkanı bulamadığını İLERİ SÜRMÜŞTÜR. Başvurucuya göre soruşturma mercilerinin bu tutumu “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” İLKELERİYLE BAĞDAŞMAMAKTADIR. Zira bu durum kendisini Savcılık makamına göre dezavantajlı KONUMA GETİRMEKTEDİR. Başvurucu sonuç olarak tutuklamaya karşı etkili bir şekilde itirazda bulunma imkanından yoksun bırakıldığını ve savunma hakkının kısıtlandığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliğiyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini İDDİA ETMİŞTİR.
65. Bakanlık görüşünde; öncelikle başvurucunun 5271 s. Kanun’un 141 inci maddesinde düzenlenmiş olan tazminat yoluna başvurmadığı, bu yolun suçlamalar hakkında bilgilendirilmeyen kişilere tazminat hakkı SAĞLADIĞI BELİRTİLMİŞTİR. Bakanlık ayrıca başvurucunun kısıtlama kararını öğrendiği tarihten itibaren bu karara karşı itiraz hakkının bulunduğunu ancak bu yola BAŞVURMADIĞINI BELİRTMİŞTİR. Öte yandan Bakanlık görüşünde, ifade alma işlemi sırasında hakkındaki suçlamaların başvurucuya anlatıldığı, başvurucunun hangi suçlardan hangi nedenlerle tutuklandığının tutuklama kararında açık bir şekilde belirtildiği vurgulanmış; buna göre başvurucunun suçlamalardan bilgi sahibi olduğu SONUCUNA ULAŞILMIŞTIR.
66. Bakanlık son olarak başvurucunun tutukluluğa itiraz dilekçesine atıf yapmak suretiyle hakkındaki iddiaları çürütme imkanına sahip olduğunu İFADE ETMİŞTİR.
2. Değerlendirme
67. Anayasa’nın “Kişi hürriyeti ve güvenliği” kenar başlıklı 19 uncu maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:
“Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma HAKKINA SAHİPTİR.”
68. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesiyle bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa’nın 19 uncu maddesinin sekizinci fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında İNCELENMESİ GEREKİR.
a. Genel İlkeler
69. Anayasa’nın 19 uncu maddesinin dördüncü fıkrası, yakalanan veya tutuklanan kişiye yakalama veya tutuklama sebeplerinin ve haklarındaki iddiaların hemen yazılı olarak bildirilmesini, yazılı bildirimin mümkün olmaması halinde sözlü olarak derhal; toplu suçlarda ise en geç hakim huzuruna çıkarılıncaya kadar bildirilmesini öngörmektedir (Günay Dağ ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1631, 17/12/2015, § 168).
70. Diğer taraftan Anayasa’nın 19 uncu maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca; hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma HAKKINA SAHİPTİR. Fıkrada öngörülen bu usulde, adil yargılanma hakkının bütün güvencelerini sağlamak mümkün değilse de iddia edilen tutmanın koşullarına uygun somut güvencelerin yargısal nitelikli bir kararla sağlanması gerekir (Mehmet Haberal, B.No: 2012/849, 4/12/2013, §§ 122, 123).
71. Bu bağlamda tutukluluk halinin devamının veya serbest bırakılma taleplerinin incelenmesinde “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkelerine riayet edilmelidir (Hikmet Yayğın, B. No: 2013/1279, 30/12/2014, § 30). Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usul hakları bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması ANLAMINA GELMEKTEDİR. Çelişmeli yargılama ilkesi ise taraflara dava dosyası hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını, bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir (Bülent Karataş, B. No: 2013/6428, 26/6/2014, §§ 70, 71).
72. Özellikle üçüncü kişilerin temel haklarını korumak, kamu menfaatini gözetmek veya adli makamların soruşturma yaparken başvurdukları yöntemleri güvence altına almak gibi amaçlarla soruşturma aşamasında bazı delillere erişim yönünden kısıtlama getirilmesi gerekebilir. Bu nedenle soruşturma evresinin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi amacıyla müdafiinin dosya inceleme yetkisinin kısıtlanmasının demokratik toplum düzeni bakımından gerekli olmadığı söylenemez. Ancak dosyaya erişim hakkına getirilecek kısıtlamanın kısıtlama kararıyla ulaşılmak istenen amaçla orantılı olması, savunma hakkının yeterince kullanılmasını engelleyecek nitelikte bulunmaması gerekmektedir (AYM, E.2014/195, K.2015/116, 23/12/2015, § 107).
73. Yakalanan bir kişiye yakalanmasının temel maddi ve hukuki sebepleri teknik olmayan ve kişinin anlayabileceği basit bir dilde açıklanmalı; böylece kişi, uygun görürse hürriyetinden yoksun bırakılmasının Anayasa’nın 19 uncu maddesinin sekizinci fıkrası kapsamında kanuna uygunluğuna itiraz etmek üzere mahkemeye başvurma imkanına SAHİP OLABİLMELİDİR. Bununla birlikte Anayasa’nın 19 uncu maddesinin dördüncü fıkrası; yakalama veya tutuklama sırasında verilen bilgilerin yakalanan veya tutuklanan kişiye isnat edilen suçların tam bir listesini içermesini, bir başka deyişle hakkındaki suçlamalara esas tüm delillerin bildirilmesini ya da açıklanmasını gerektirmemektedir (Günay Dağ ve diğerleri, § 175).
74. İfadesi ya da savunması alınırken başvurucuya erişimi kısıtlanan belgelerin içeriğine ilişkin sorular sorulmuş veya başvurucunun tutukluluk kararına yönelik itirazında bu belgelerin içeriğine atıfta bulunmuş olması durumunda tutukluluğa temel teşkil eden belgelere erişiminin olduğunun, içerikleri hakkında yeterli bilgiye sahip bulunduğunun ve bu nedenle de tutukluluk halinin gerekçelerine yeterli biçimde itiraz etme imkanını elde ettiğinin KABULÜ GEREKMEKTEDİR. Böyle bir durumda kişi, tutukluluğa temel teşkil eden belgelerin içeriği hakkında yeterli bilgiye sahiptir (Hidayet Karaca [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015, § 107).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
75. Diyarbakır 3. Sulh Ceza Hakimliği 27/1/2017 tarihinde 5271 s. Kanun’un 153 üncü maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurucu hakkındaki soruşturma dosyasına ilişkin olarak “soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği” gerekçesiyle müdafiinin dosya içeriğini incelemesinin ve belgelerden örnek almasının kısıtlanmasına KARAR VERMİŞTİR.
76. Kısıtlama kararının daha sonra kaldırılıp kaldırılmadığı hususunda herhangi bir belge veya bilgi bulunmamakla birlikte Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesince iddianamenin kabul edildiği 17/2/2017 tarihi (bkz. § 40) itibarıyla kısıtlılık 5271 s. Kanun’un 153 üncü maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca kendiliğinden sona ermiş bulunmaktadır (bkz. § 51).
77. Başvurucuya yöneltilen suçlama, yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Anayasa değişikliği yapılmadan önce Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen fezlekelerde belirtilen EYLEMLERE İLİŞKİNDİR. Bu fezlekeler ve fezlekelere ekli soruşturma dosyalarının içeriğinin kısıtlama kararının öncesinde milletvekili olan başvurucunun veya müdafilerinin erişimine açık olmadığı yönünde herhangi tespit ya da İDDİA BULUNMAMAKTADIR.
78. Öte yandan Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan ifade alma işlemi sırasında başvurucuya, isnat edilen suçlamalara ilişkin açıklamalarda bulunulduğu ve sorular YÖNELTİLDİĞİ GÖRÜLMEKTEDİR. Bu sorularda, suça konu edilen olaylarla ilgili bilgi ve delillere ayrıntılı bir şekilde YER VERİLMİŞTİR. Başvurucunun suçlamalara ilişkin açıklama yapmadığı ifade alma işlemi sırasında müdafileri, suçlamaya konu olgulara yönelik savunmalarını dile getirmişlerdir (bkz. §§ 26, 27). Yine Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının tutuklama talep yazısında ve Diyarbakır 4. Sulh Ceza Hakimliğince verilen tutuklama talebinin reddi kararına yönelik itiraz yazısında (bkz. §§ 28, 31) başvurucuya isnat edilen suçlamalara dair ayrıntılı bilgi ve DEĞERLENDİRMELER BULUNMAKTADIR. Ayrıca Diyarbakır 5. Sulh Ceza Hakimliği tarafından yapılan sorgu işlemi sırasında başvurucuya üzerine atılı suçlamaların anlatıldığı, başvurucunun da suçlama konusu olayların esasına yönelik savunmasını etraflıca ifade ettiği görülmektedir (bkz. § 33). Diyarbakır 5. Sulh Ceza Hakimliğince başvurucunun tutuklanmasına karar verilirken de isnat konusu suçlarla ilgili değerlendirmelerde bulunulmuştur (bkz. § 35). Son olarak başvurucu tarafından verilen tutukluluğa itiraz dilekçesinde, suçlamalara ilişkin maddi olgulara da değinilmek suretiyle detaylı bir savunma YAPILDIĞI GÖRÜLMEKTEDİR. Dolayısıyla başvurucunun ve müdafilerinin isnat edilen suçlamalara ve tutukluluğa temel teşkil eden bilgilere erişimlerinin OLDUĞU ANLAŞILMAKTADIR.
79. Bu itibarla suçlamalara dayanak olan temel unsurların ve tutmanın hukukiliğinin değerlendirilmesi için esas olan bilgilerin başvurucuya veya müdafilerine bildirilmiş ve başvurucuya bunlara karşı savunma ve itirazlarını ileri sürme imkanı verilmiş olması dikkate alındığında kısa bir süre devam eden soruşturma aşamasında uygulanmış olan kısıtlılık kararı nedeniyle başvurucunun tutukluluğa karşı etkili bir şekilde itirazda bulunamadığının kabulü MÜMKÜN GÖRÜLMEMİŞTİR.
80. Açıklanan nedenlerle başvurucunun kısıtlama kararı nedeniyle tutukluluğa etkili bir şekilde itirazda bulunamadığı iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar VERİLMESİ GEREKİR.
B. Tutuklamanın Hukuki Olmadığına İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
81. Başvurucu; yasama dokunulmazlığından yararlanmasına rağmen hukuka aykırı bir şekilde tutuklandığını, olayda kuvvetli suç şüphesinin veya suç işlediğine dair somut bir delilin olmadığını, suça konu paylaşımların yapıldığı gün gerçekleştirilen HDP MYK toplantısına katıldığına veya bu HDP MYK toplantısında suç işleme çağrısı yapıldığına yönelik bir karar alındığına ilişkin herhangi bir tespit veya araştırmanın soruşturma makamlarınca yapılmadığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini İLERİ SÜRMÜŞTÜR.
82. Anayasa’nın 38 inci maddesinin beşinci fıkrası uyarınca kendisini suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye hiç kimsenin zorlanamayacağını ifade eden başvurucuya göre Savcılıkta ve sorgudaki ifadelerinde, twitter üzerinden yapılan suça konu açıklamaya karşı aleyhe bir hususu beyan etmediğinden bahisle tutuklanması anılan güvencenin ihlali SONUCUNU DOĞURMUŞTUR.
83. Başvurucu, ayrıca tutuklama ve tutukluluğa itirazın reddi kararlarının gerekçeden yoksun olduğunu İFADE ETMİŞTİR.
84. Öte yandan -adli kontrol tedbiri uygulanarak- serbest bırakılmasına ilişkin karara karşı Cumhuriyet savcısının itiraz yetkisinin bulunduğu yönünde özel bir düzenlemenin olmadığına dikkat çeken başvurucu, bu durumda Savcılığın anılan karara itirazda bulunmasının mümkün olmadığını, buna rağmen itiraz yolu (Savcılık yönünden) kapalı olan bir karara karşı yapılan başvuru neticesinde tutuklanmasına karar verildiğini, kararın bu bakımdan da hukuka aykırı olduğunu İDDİA ETMİŞTİR.
85. Başvurucu son olarak hakkındaki tutuklama tedbirinin suçların önlenmesi amacıyla değil HDP mensubu bir milletvekili olarak siyasi faaliyetlerini engelleme ve muhalefetin susturulması amacıyla UYGULANDIĞINI BELİRTMİŞTİR.
86. Bakanlık görüşünde; Anayasa Mahkemesinin ve AİHM’in tutukluluğa ilişkin benzer kararları hatırlatılarak başvurucu hakkındaki tutuklama kararında yer alan gerekçeler, iddianamede atılı suçlar ve mevcut deliller dikkate alındığında tutuklama anında başvurucunun suç işlemiş olabileceğinden şüphelenilmesi için inandırıcı delillerin bulunduğu İFADE EDİLMİŞTİR.
87. Bakanlık özellikle “6-7 Ekim olayları”na atıf yaparak bu olayların tutuklama kararında kuvvetli şüphe nedenleri olarak gösterilmesinin delillerin takdirinde keyfilik oluşturmadığını DİLE GETİRMİŞTİR.
88. Başvurucuya isnat edilen eylemlerin tutuklama kararında ve iddianamede bireyselleştirildiğine dikkat çeken Bakanlığa göre başvurucunun suç işlediğinden şüphelenilmesi için inandırıcı nedenler bulunmadan tutuklandığı iddiası YERİNDE DEĞİLDİR.
89. Bakanlık sonuç olarak tutuklamanın hukuki olmadığı yönündeki şikayetlerin açıkça dayanaktan yoksun OLDUĞU GÖRÜŞÜNDEDİR.
2. Değerlendirme
90. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13 üncü maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
91. Anayasa’nın “Kişi hürriyeti ve güvenliği” kenar başlıklı 19 uncu maddesinin birinci fıkrasıyla üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
“Herkes, kişi hürriyeti ve GÜVENLİĞİNE SAHİPTİR.
…
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla tutuklanabilir.”
92. Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa’nın 19 uncu maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında İNCELENMESİ GEREKİR.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
93. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan bu bölümdeki iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar VERİLMESİ GEREKİR.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
94. Anayasa’nın 19 uncu maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı OLARAK SAYILMIŞTIR. Dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
95. Ayrıca kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir müdahale, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin ölçütlerin belirlendiği Anayasa’nın 13 üncü maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 19 uncu maddesinin ihlalini TEŞKİL EDECEKTİR. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13 üncü maddesinde öngörülen ve tutuklama tedbirinin niteliğine uygun düşen; kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir (Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, §§ 53, 54).
96. Anayasa’nın 13 üncü maddesinde temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceği HÜKME BAĞLANMIŞTIR. Öte yandan Anayasa’nın 19 uncu maddesinde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi GEREKTİĞİ BELİRTİLMİŞTİR. Dolayısıyla Anayasa’nın 13. ve 19 uncu maddeleri uyarınca kişi hürriyetine ilişkin müdahale olarak tutuklamanın kanuni bir dayanağının bulunması zorunludur (Murat Narman, § 43; Halas Aslan, § 55).
97. Anayasa’nın 19 uncu maddesinin üçüncü fıkrasında, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin ancak kaçmalarını, delilleri yok etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla tutuklanabilecekleri belirtilmiştir (Halas Aslan, § 57).
98. Buna göre tutuklama ancak “suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler” BAKIMINDAN MÜMKÜNDÜR. Bir başka anlatımla tutuklamanın ön koşulu, kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli BELİRTİNİN BULUNMASIDIR. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle DESTEKLENMESİ GEREKİR. İnandırıcı delil sayılabilecek olguların niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 72).
99. Başlangıçtaki bir tutuklama için kuvvetli suç şüphesinin bulunduğunun tüm delilleriyle birlikte ortaya konulması her zaman mümkün olmayabilir. Zira tutmanın bir amacı da kişi hakkındaki şüpheleri teyit etmek veya çürütmek suretiyle ceza soruşturmasını ve/veya kovuşturmasını ilerletmektir (Dursun Çiçek, B. No: 2012/1108, 16/7/2014, § 87; Halas Aslan, § 76). Bu nedenle yakalama veya tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka GEREKLİ DEĞİLDİR. Bu bakımdan suç isnadına ve dolayısıyla tutuklamaya esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgularla ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkumiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (Mustafa Ali Balbay, § 73).
100. Bununla birlikte şüpheli veya sanığa isnat edilen eylemlerin ifade, basın ve sendika özgürlükleriyle siyasi faaliyette bulunma hakkı gibi demokratik toplum düzeni bakımından vazgeçilmez temel hak ve özgürlükler kapsamında olduğu hususunda ciddi iddiaların bulunduğu veya bu durumun somut olayın koşullarından anlaşılabildiği hallerde tutuklamaya karar veren yargı mercilerinin kuvvetli suç şüphesini belirlerken daha özenli DAVRANMALARI GEREKİR. Buradaki özen yükümlülüğüne riayet edilip edilmediği Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir (Gülser Yıldırım (2), § 116; bu yöndeki denetim sonucunda verilen ihlal kararı için bkz. Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016, §§ 72-78; kabul edilemezlik kararları için bkz. Mustafa Ali Balbay, § 73; Hidayet Karaca, § 93; İzzettin Alpergin [GK], B. No: 2013/385, 14/7/2015, § 46; Mehmet Baransu (2), B. No: 2015/7231, 17/5/2016, §§ 124, 133, 142).
101. Öte yandan Anayasa’nın 19 uncu maddesinin üçüncü fıkrasında, tutuklama kararının “kaçma” ya da “delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini” önlemek amacıyla VERİLEBİLECEĞİ BELİRTİLMİŞTİR. Bununla birlikte anayasa koyucu, tutuklama nedenlerine ilişkin olarak “bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde” ibaresine yer vermek suretiyle hem tutuklama nedenlerinin Anayasa’da ifade edilenlerle sınırlı olmadığını belirtmiş hem de bunların dışında bir tutuklama nedeninin ancak kanunla düzenlenmesini mümkün kılmıştır (Halas Aslan, § 58).
102. Tutuklama nedenlerinin düzenlendiği 5271 s. Kanun’un 100. maddesinde tutuklama NEDENLERİ SAYILMIŞTIR. Buna göre şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların bulunması, şüpheli veya sanığın davranışlarının delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturması hallerinde tutuklama KARARI VERİLEBİLECEKTİR. Maddede ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması şartıyla tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlara ilişkin bir listeye yer verilmiştir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 46; Halas Aslan, § 59). Bununla birlikte başlangıçtaki bir tutuklama için Anayasa ve Kanun’da öngörülen tutuklama nedenlerinin dayandığı tüm olguların somut olarak belirtilmesi -işin doğası gereği- her zaman mümkün olmayabilir (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 68).
103. Diğer taraftan Anayasa’nın 13 üncü maddesinde temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamaların “ölçülülük” ilkesine aykırı OLAMAYACAĞI BELİRTİLMİŞTİR. Anayasa’nın 19 uncu maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “tutuklamayı zorunlu kılan” ibaresiyle de tutuklamanın ölçülü olması gerektiğine işaret edilmektedir (Halas Aslan, § 72).
104. Ölçülülük ilkesi “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt İLKEDEN OLUŞMAKTADIR. Elverişlilik, öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını; gereklilik, ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahaleyle ulaşılmasının mümkün olmamasını; orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahaleyle ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
105. Bu bağlamda dikkate alınacak hususlardan biri tutuklama tedbirinin isnat edilen suçun önemi ve uygulanacak olan yaptırımın ağırlığı karşısında ÖLÇÜLÜ OLMASIDIR. Nitekim 5271 s. Kanun’un 100. maddesinde; işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiriyle ölçülü olmaması halinde tutuklama kararı verilemeyeceği ifade edilmiştir (Halas Aslan, § 72; Gülser Yıldırım (2), § 121).
106. Ayrıca tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunun söylenebilmesi için tutuklamaya alternatif diğer koruma tedbirlerinin yeterli OLMAMASI GEREKİR. Bu çerçevede -tutuklamaya göre temel hak ve özgürlüklere daha hafif etkide bulunan- adli kontrol yükümlülüklerinin ulaşılmak istenen meşru amaç bakımından yeterli olması halinde tutuklama TEDBİRİNE BAŞVURULMAMALIDIR. Nitekim bu hususa 5271 s. Kanun’un 101 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasında işaret edilmiştir (Halas Aslan, § 79; Gülser Yıldırım (2), § 122).
107. Her somut olayda tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin olup olmadığının, tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığının ve tutuklama tedbirinin ölçülülüğünün takdiri öncelikle anılan tedbiri uygulayan yargı MERCİLERİNE AİTTİR. Zira bu konuda taraflarla ve delillerle doğrudan temas halinde olan yargı mercileri Anayasa Mahkemesine kıyasla daha iyi konumdadır (Gülser Yıldırım (2), § 123).
108. Bununla birlikte yargı mercilerinin belirtilen hususlardaki takdir aralığını aşıp aşmadığı Anayasa Mahkemesinin DENETİMİNE TABİDİR. Anayasa Mahkemesinin bu husustaki denetimi, somut olayın koşulları dikkate alınarak özellikle tutuklamaya ilişkin süreç ve tutuklama kararının gerekçeleri üzerinden yapılmalıdır (Erdem Gül ve Can Dündar, § 79; Selçuk Özdemir, § 76; Gülser Yıldırım (2), § 124).
Nitekim 5271 s. Kanun’un 101 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasında, tutuklamaya ilişkin kararlarda kuvvetli suç şüphesini, tutuklama nedenlerinin varlığını ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren delillerin somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterileceği belirtilmiştir (Halas Aslan, § 75; Selçuk Özdemir, § 67).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
109. Somut olayda öncelikle başvurucunun tutuklanmasının kanuni dayanağının olup olmadığının BELİRLENMESİ GEREKİR. Başvurucu, iki ayrı fezlekeye konu aynı eylem (bkz. § 19) nedeniyle PKK silahlı terör örgütünün üyesi olma suçundan 5271 s. Kanun’un 100. maddesi UYARINCA TUTUKLANMIŞTIR.
110. Diğer taraftan başvurucu, yasama dokunulmazlığından yararlanmasına rağmen hakkında tutuklama tedbirinin uygulandığını İDDİA ETMEKTEDİR.
111. Anayasa’nın 83 üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde; seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin “Meclisin kararı olmadıkça” tutulamayacağı, sorguya çekilemeyeceği, tutuklanamayacağı ve YARGILANAMAYACAĞI BELİRTİLMİŞTİR.
112. Bununla birlikte 6718 s. Kanun’un 1 inci maddesiyle Anayasa’ya eklenen geçici 20. maddeyle, bu maddenin TBMM tarafından kabul edildiği 20/5/2016 tarihi itibarıyla Bakanlığa, Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya -Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu- Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş olan dosyalar hakkında Anayasa’nın 83 üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan yasama dokunulmazlığına ilişkin hükmün uygulanmayacağı düzenlenmiştir (bkz. § 21).
113. Başvurucunun da aralarında bulunduğu yetmiş milletvekili tarafından “dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair TBMM kararı niteliğinde olduğu” ileri sürülerek anılan düzenlemenin iptali istemiyle Anayasa MAHKEMESİNE BAŞVURULMUŞTUR. Anayasa Mahkemesi, bu düzenlemenin Anayasa’nın 85 inci maddesi kapsamında yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin bir karar olmadığı, Anayasa değişikliği niteliğinde bulunduğu sonucuna ulaşmış; Anayasa değişikliklerinin iptali istemine dair usule uyulmadığından talebin reddine karar vermiştir (AYM, E.2016/54, K.2016/117, 3/6/2016, §§ 4-15).
114. Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı dikkate alındığında yapılan Anayasa değişikliğiyle belirli aşamalardaki dosyalarla ilgili olarak yasama dokunulmazlığı yönünden bir istisna GETİRİLDİĞİ ANLAŞILMAKTADIR. Başvurucunun, hakkındaki tutuklama kararına konu suçların bu istisna kapsamında olmadığı yönünde bir İDDİASI BULUNMAMAKTADIR.
115. Nitekim Diyarbakır 5. Sulh Ceza Hakimliğince de başvurucunun tutuklanmasına karar verilirken “6718 s. Kanun’un 1 inci maddesiyle Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na eklenen geçici 20. madde uyarınca atılı suçlar yönünden yasama dokunulmazlığının bulunmadığı ve bu nedenle soruşturma ve kovuşturma işlemi yapılabileceği” değerlendirmesinde bulunulmuştur (bkz. § 34).
116. Dolayısıyla somut olayın koşullarında başvurucunun yasama dokunulmazlığı nedeniyle tutuklanamayacağı söylenemez. Bu yönüyle başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır (Aynı yöndeki değerlendirme için bkz. Gülser Yıldırım (2), § 132).
117. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın ön koşulu olan “suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti” bulunup bulunmadığının DEĞERLENDİRİLMESİ GEREKİR.
118. Başvurucunun tutuklanmasına karar veren Diyarbakır 5. Sulh Ceza Hakimliği, tutuklama kararında “6-7 Ekim olayları” kapsamında HDP’nin sosyal medya hesabından HDP MYK adına yapılan çağrıları ve başvurucunun HDP MYK üyesi olmasını dikkate alarak PKK silahlı terör örgütü üyesi olma suçu yönünden kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu sonucuna varmıştır (bkz. § 35).
119. Anayasa Mahkemesi Gülser Yıldırım (2) kararında HDP MYK’sı adına yapılan çağrı (bkz. § 12) ile PKK tarafından yapılan çağrılar (bkz. §§ 10, 11-13, 14) arasında, yine bu çağrılar ile söz konusu şiddet olayları (bkz. §§ 15, 16) arasında illiyet bağı kurulmasının olgusal ve hukuki temellerinin olduğunun SÖYLENEBİLECEĞİNİ BELİRTMİŞTİR. Mahkeme Gülser Yıldırım yönünden bu sonuca ulaşırken başvurucunun anılan çağrının iradesi dışında yapıldığını iddia etmediğine, aksine çağrıyı sahiplenecek şekilde beyanda bulunduğuna dikkat çekmiştir (Gülser Yıldırım (2), §§ 136-139).
120. HDP’nin sosyal medya hesabından HDP MYK adına, halkın sokağa çıkması ve direnişe katılması yönünde çağrı yapıldığı ve başvurucunun HDP MYK üyesi olduğu hususlarında KUŞKU BULUNMAMAKTADIR. Bununla birlikte -soruşturma makamlarınca başvurucunun aşamalardaki beyanları arasında suçlamaya konu HDP MYK toplantısına katılıp katılmadığı hususunda çelişki olduğu değerlendirilmişse de- başvurucu suça konu çağrının yapılması yönünde bir iradesinin olmadığını her aşamada İFADE ETMİŞTİR. Başvurucu, bu ifadelerinde kendisinin katıldığı herhangi bir toplantıda çağrı yapılması yönünde bir karar alınmadığını da istikrarlı bir şekilde söylemiştir (bkz. §§ 29, 33, 43).
121. Suça konu çağrının yapılmasının kararlaştırıldığı iddia edilen HDP MYK toplantısında çağrının yapılmasına karar verildiği sırada başvurucunun da hazır bulunduğuna ve bu çağrının başvurucu tarafından sahiplenildiğine, dolayısıyla çağrının başvurucunun iradesi doğrultusunda yapıldığına dair soruşturma makamlarının somut olgulara dayalı bir TESPİTİ BULUNMAMAKTADIR. Nitekim ilk kez tutuklamaya sevk edildiğinde başvurucunun tutuklanması talebini reddeden Diyarbakır 4. Sulh Ceza Hakimliği de 29/1/2017 tarihli kararında benzer yönde gerekçelere yer vermiştir (bkz. § 30). Soruşturma makamlarının aksi yöndeki değerlendirmelerinin dayanağı olan haber metninde ise çağrı yapılmasına karar verildiği sırada başvurucunun HDP MYK toplantısında hazır bulunduğuna ilişkin bir ibare bulunmamaktadır (bkz. §§ 35, 39).
122. Bu itibarla eldeki belgelere göre somut olayda “suç işlendiğine dair kuvvetli belirti”nin soruşturma makamlarınca yeterince ortaya konulamadığı SONUCUNA VARILMIŞTIR.
123. Anayasa Mahkemesince varılan bu sonuç karşısında tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığının, tutuklamanın ölçülü olup olmadığının ve tutuklamanın hukuki olmadığına yönelik başvurucunun diğer iddialarının ayrıca incelenmesine GEREK GÖRÜLMEMİŞTİR.
124. Son olarak tutuklama süreci ve eldeki belgeler dikkate alındığında somut olayda başvurucunun Anayasa’da öngörülen amaç dışında siyasi saikle tutuklandığına ilişkin şikayetinin yeterli temelinin BULUNMADIĞI DEĞERLENDİRİLMİŞTİR.
125. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 19 uncu maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar VERİLMESİ GEREKİR.
126. Diğer taraftan başvurucu -Anayasa Mahkemesinin bazı kararlarını emsal göstererek- tutuklanması nedeniyle seçilme hakkının doğrudan sonucu olan yasama faaliyetine katılmasının engellendiğini, siyaset yapamaz hale geldiğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkıyla bağlantılı olarak seçilme hakkının da ihlal edildiğini İLERİ SÜRMÜŞTÜR. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun temel şikayetiyle ilgili olarak kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği SONUCUNA VARMIŞTIR. Bu nedenle somut olayın koşulları dikkate alınarak başvurucunun seçilme hakkının ihlal edildiği iddiasının ayrıca incelenmesi GEREKLİ GÖRÜLMEMİŞTİR.
C. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
127. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi halinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hallerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
128. Başvurucu 100.000 TL manevi tazminat TALEBİNDE BULUNMUŞTUR.
129. Başvuruda, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa’nın 19 uncu maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine KARAR VERİLMİŞTİR. Başvurucu hakkındaki davada 8/9/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar verilmiş ve başvurucu aynı gün serbest bırakılmıştır (bkz. § 44). Dolayısıyla başvurucunun tutukluluk hali SONA ERMİŞTİR. Bu durumda tazminat dışında ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gereken bir hususun BULUNMADIĞI ANLAŞILMAKTADIR.
130. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar VERİLMESİ GEREKİR.
131. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 1.800 TL vekalet ücretinden oluşan toplam 2.057,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar VERİLMESİ GEREKİR.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 19 uncu maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 257,50 TL harç ve 1.800 TL vekalet ücretinden oluşan toplam 2.057,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması halinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2017/658) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/12/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE KARAR VERİLDİ.
Başkan: Zühtü ARSLAN
Başkanvekili: Burhan ÜSTÜN
Başkanvekili: Engin YILDIRIM
Üye: Serdar ÖZGÜLDÜR
Üye: Serruh KALELİ
Üye: Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Üye: Recep KÖMÜRCÜ
Üye: Nuri NECİPOĞLU
Üye: Hicabi DURSUN
Üye: Celal Mümtaz AKINCI
Üye: Muammer TOPAL
Üye: M. Emin KUZ
Üye: Hasan Tahsin GÖKCAN
Üye: Kadir ÖZKAYA
Üye: Rıdvan GÜLEÇ
Üye: Recai AKYEL
Üye: Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Bir önceki yazımız olan KİŞİLİK DEĞERLERİNE SALDIRI başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.