Davacıya başarı primi ödeneceği konusunda yazılı iş sözleşmesi hükmü olmamasına rağmen, işyeri içi yazışması veya işyeri uygulaması ile bu ödemenin yapılacağı yönünde işveren tarafından taahhütte bulunulup bulunulmadığı ve bu beyana güven ile çalışan davacıya başarı primi ödenip ödenmeyeceğinin dava konusu olduğu somut olayda; güven sorumluluğunun gerçekleşebilmesi için, bir kimsede hukuken korunmaya değer bir güvenin olması, bu güvene dayanılarak bir tasarruf işleminde bulunulması, tüm bunların da bir kişiye isnat edilebilmesi gerektiği, öte yandan işyerinde işveren adına hareket eden, işin ve işyerinin ve işletmenin yönetiminde görev alan işveren vekilinin bu sıfatla işçilere karşı muamele ve yükümlülüklerinden doğrudan işverenin mesul olduğu, diğer taraftan işyerinde iç yazışmalarda kullanılması ve çalışana ait olması durumunda elektronik postanın belge ve delil olarak kabul edileceği gözetilmelidir.
Davacı, başarı priminin ödetilmesine karar VERİLMESİNİ İSTEMİŞTİR.
YEREL MAHKEMECE, davanın reddine KARAR VERİLMİŞTİR.
Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, davacının davalı bankada 01.09.1998-07.06.2012 tarihleri arasında çalıştığını son olarak Bireysel Kredi ve Risk Bölümünde Birim Yöneticisi unvanıyla görev yaptığını, iş sözleşmesinin haksız olarak feshedildiğini, davacının başarı primine hak kazanmasına rağmen ödenmediğini belirterek, bu alacağın tahsiline karar verilmesini TALEP ETMİŞTİR.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davacının bankadan prim alacağının bulunmadığını, alacak satım sürecine ilişkin yaptığı çalışmalar karşılığında %20 prime hak kazandığını, bu primin 820 TL olduğunu, davacının çalışması karşılığında kendisine 2009-2012 yıllarında prim ödemesi yapıldığını, bankada herhangi bir konuda başarı primi yapılabilmesi için ödüllendirme komitesinin bu konuda bir karar vermesi, yönetim kurulunun da bir karar alması gerektiğini, dava konusu primin bu süreçleri tamamlamadığını, davacı tarafından sunulan belgenin en az iki imza yetkilisi tarafından imzalanmış ve yönetim kurulunun onayından geçmiş olması gerektiğini belirterek, davanın REDDİNİ SAVUNMUŞTUR.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece yapılan yargılama sonunda alınan bilirkişi raporuna itibar edilerek, başarı priminin ödenmesine ilişkin alınmış bir yönetim kurulu kararı veya genel müdürlük makam onayının bulunmadığı, bu nedenle davacı alacağının ispat edilemediği kanaatine varıldığı gerekçesiyle reddine KARAR VERİLMİŞTİR.
D) Temyiz:
Kararı davacı vekili TEMYİZ ETMİŞTİR.
E) Gerekçe:
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davacıya başarı primi ödeneceği hususunda yazılı iş sözleşmesi hükmü bulunmamasına rağmen, işyeri içi yazışması veya işyeri uygulaması ile bu ödemenin yapılacağı yönünde işveren tarafından taahhütte bulunulup bulunulmadığı ve bu beyana güvenle çalışan davacının anılan işçilik alacağına hak kazanıp kazanamayacağı NOKTASINDA TOPLANMAKTADIR.
Öncelikle, taraflar arasındaki somut uyuşmazlığın çözümünde etkili olduğu düşünülen “güven ilkesi”, “güven kavramı” ve “güven sorumluluğu” hakkında açıklamalarda bulunulması YARARLI GÖRÜLMÜŞTÜR.
Hukukun evrensel ve genel ilkelerinden olan “dürüstlük ilkesi” (Türk Medeni Kanunu m. 2), bazı alt ilkelerin doğmasına SEBEP OLMUŞTUR. Bu ilkelerden birisi “ahde vefa ilkesi”, bir diğeri de “güven ilkesi”dir. Yine dürüstlük ilkesini temel alan bir akım da, irade beyanlarının yorumunda ve dolayısıyla sözleşmelerin kurulup kurulmadığını tespitte “korunmaya layık haklı güveni” esas alan “güven ilkesi” dir. Bu güven ilkesi de, “hukuki görünüşe güvenin korunması” alt ilkesini doğurmuştur(Oğuztürk, Burcu(Kalkan): Güven Sorumluluğu, Vedat Kitapçılık, 1. Bası, İstanbul 2008, sahife 1). Güven kavramı, anlam itibariyle sadece, etik ve moral beklentilerin mevcut olduğu bir KAVRAM DEĞİLDİR. O, aynı zamanda, toplum içerisindeki bireylerin iletişiminde çok ciddi rol oynayan ve bazı durumlarda eksik kalmış, tamamlanamamış ya da üstü kapalı olarak geçirilmiş, bazı irade beyanlarının yorumlanması ve tamamlanmasında önemli derecede etkisi olan psikolojik-sosyolojik BİR KAVRAMDIR. Bilgilendirme gereksinimi içinde, güven kavramının, ekonomik, sosyal ve kültürel anlamları DA MEVCUTTUR. Bir görüşe göre güven kavramı, toplum içerisinde, bir bireyin diğer bireylerle olan ilişkilerini tamamlayan; bu ilişkilerin yorumlanmasında kullanılan; ya da o bireyin geleceğiyle ilgili olan olaylarda yol gösterici bir rol oynayan, tamamen insanın kendi iç dünyasıyla ilgili bir davranış, bir ruh hali, bir zihniyet, bir anlayıştır (Oğuztürk, Burcu(Kalkan): a.g.e., s.4).
Güven kavramının temelinde; doğruluk, dürüstlük, açık sözlülük, içtenlik, gerçeklik, haklılık gibi anlamlar yatmakta; güven kavramının anlamı da sayılan bu İLKELERE DAYANMAKTADIR. Bu anlamda güven, İKİ TARAFLIDIR. Bir birey, ya karşısındakine güvenir, ya da karşısındaki, o bireye güven verir. Bir kimsenin, çevresine verdiği güven, aynı derecede bir karşılık ve hukuki olarak korunma gerektirmektedir (Oğuztürk, Burcu(Kalkan): a.g.e., s.4).
Özel bir ilişkiye girmiş taraflardan biri, hukuka ve güven ihlali söz konusu olduğunda da hukukun öngördüğü yaptırıma güvenerek karşı TARAFA GÜVENMİŞTİR. Karşı taraf omuzlarına da bu güvenden dolayı, doğru ve dürüst davranmak ve sadakatli olmak YÜKÜMLÜLÜĞÜ YÜKLENMİŞTİR. Kendisine güvenilen taraf da yapmış olduğu kendi davranışları ile bu güven olgusunu meydana getirdiği için, güvenen tarafa kendisine neden güvendiği hususunda bir itiraz hakkı söz konusu olmayacağı öğretide ileri sürülmüştür(Oğuztürk, Burcu(Kalkan): a.g.e., s.9).
Gerçekten de, her iki tarafın menfaatlerini korumak ve dengelemek için ileri sürülen güven ilkesine göre, bir irade beyanını anlamak ve değerlendirmek için, beyan muhatabınca bilinen ve bilinmesi gereken bütün hal ve şartları Medeni Kanun m.2’de düzenlenen dürüstlük ilkesi gereğince DEĞERLENDİRMEK GEREKECEKTİR. Böylece, beyana ne anlam verilmesi gerektiği ORTAYA ÇIKACAKTIR. Bu ilkeye göre, korunan karşı tarafın-beyan muhatabının- “haklı güven”idir. Beyan muhatabının gerekli dikkat ve özeni göstermeksizin, beyanı nasıl ANLADIĞINA BAKAMAYACAKTIR. Beyan muhatabı, kendisine ulaşan beyanı, dürüstlük ilkesi gereği, bildiği veya bilmesi gereken tüm unsurları dikkate ALARAK ANLAMALIDIR. Yani, onun bu beyanı o şekilde anlaması MK. m.2 uyarınca HAKLI GÖRÜNMELİDİR. İşte bu ilke, meydana gelen adaletsizliği ve taraflar arasında gerçekleşen sorunu ÇÖZMÜŞ OLMAKTADIR. Zira, güven ilkesi “karşılıklı birbirini gözetme” ve “bağlılık” ESASLARINA DAYANMAKTADIR. Bu ilkeye göre, hem beyan sahibinin hem de beyan muhatabının menfaatleri dengede TUTULMUŞ OLMAKLADIR. Bir yandan beyan muhatabının, dürüstlük kuralına(objektif iyiniyet) göre, bildiği ve bilebileceği bütün olguları değerlendirerek beyana vermesi gereken anlama olan haklı güveni korunmakta; diğer yandan ise, beyan sahibinin yaptığı beyanının, makul ve dürüst bir sözleşen insan tarafından anlaşılması olağan biçimde anlaşılacağına dair haklı güveni teminat altına alınmaktadır(Oğuztürk, Burcu(Kalkan): a.g.e., s.37-38).
Güven sorumluluğunun gerçekleşebilmesi için, bir kimsede hukuken korunmaya layık bir güvenin olması, bu güvene dayanılarak bir tasarruf işleminde bulunulması, tüm bunların da bir kişiye isnat EDİLEBİLMESİ GEREKİR.
Yukarıda güven sorumluluğuna ilişkin belirtilen genel şartlar, aynı zamanda Alman Hukukunda da aranmaktadır(Oğuztürk, Burcu(Kalkan): a.g.e., s. 128).
Öte yandan, güven sorumluluğu kavramı, 90’lı yılların ortalarına doğru, İsviçre Federal Mahkemesi kararlarına da konu olacak şekilde uygulama içerisinde, ciddi biçimde ağırlığını göstermeye başlamış, bu kavramın hukuk biliminde yer almasını sağlamıştır (Oğuztürk, Burcu(Kalkan): a.g.e., s. 166). İsviçre Federal Mahkemesinin kararları ve İsviçre Hukuk uygulaması, özellikle, bir kimsenin, karşı tarafta oluşturduğu güveni daha sonraki davranışlarıyla hayal kırıklığına dönüştürmesini, yani söz konusu olan çelişkili davranışları korumadığı anlaşılmaktadır (Oğuztürk, Burcu(Kalkan): a. g.e., s. 193; Kararlar için bak. s. 184 vd.).
Güven sorumluluğunun Türk Pozitif Hukuku’nda özel bir kanuni düzenlemesi bulunmamakla birlikte; Türk Hukuk Öğretisinde dürüstlük kuralından hareketle bir olayda güven sorumluluğunun gerçekleşebilmesi için şu şartlar aranmaktadır: Olayda bir “güven” unsuru bulunmalı, zarar gerçekleşmeli, yaratılan hukuki görünüme güvenin pozitif olarak korunması anlamında geçerlilik sonucu bağlanmamak, zararla yaratılan hukuki görünüş arasında nedensellik bağı söz konusu olmalı, başka hukuki kuramların uygulama alanına giren herhangi bir durum söz konusu olmamalı, hukuki görünüşü yaratan kimse kusurlu olmalı, kişinin haklı güveni, yani olayda iyiniyeti bulunmalıdır (Oğuztürk, Burcu(Kalkan): a.g.e., s.268). Güven sorumluluğu olabilmesi için, BK. 36/2 nci maddesinde olduğu gibi, bir “hukuki görünüşe haklı güven olgusu-Rechtsscheinhaftung” söz konusu olmalıdır)Oğuztürk, Burcu(Kalkan): s.271).
Belirtmek gerekir ki 4857 sayılı İş Kanunu’nun 2 nci maddesinde “İşyerinde işveren adına hareket eden ve işin ve işyerinin ve işletmenin yönetiminde görev alan kimselere işveren vekili denir. İşveren vekilinin bu sıfatla işçilere karşı muamele ve yükümlülüklerinden doğrudan İŞVEREN SORUMLUDUR.
Ayrıca, 6100 sayılı HMK.’un 199 uncu maddesi uyarınca “Uyuşmazlık konusu vakıaları ispata elverişli yazılı veya basılı metin, senet, çizim, plan, kroki, fotoğraf, film, görüntü veya ses kaydı gibi verilerle elektronik ortamdaki veriler ve bunlara benzer bilgi taşıyıcıları bu Kanuna GÖRE BELGEDİR. Bu anlamda elektronik posta işyerinde iç yazışmalarda kullanılması ve çalışan ait olması HALİNDE BELGEDİR. Kısaca elektronik postanın gönderildiği kişi kesin bir şekilde belli ise bu elektronik posta delil olarak KABUL EDİLMELİDİR.
Dosya içeriğine göre işyerinde başarı prim uygulaması vardır ve bu İŞVERENİN KABULÜNDEDİR. Davacı 2009 yılı için bu primin ödenmediğini belirterek, işverenden sadır 2009 yılı ödüllendirme belgesine, davacıyla davalı işyerinde işveren vekili konumunda olan Genel Müdür Yardımcısı arasında elektronik posta yazışmalarına dayanmış ve delil OLARAK GÖSTERMİŞTİR. Anılan belgede elektronik yazışma yapan işveren vekilinin İMZASI VARDIR. Elektronik postalarda(e-mail) prim alacak kişilerin bildirildiği, işveren vekilinin resmin ortaya çıkmasını beyan ettiği, CEO’nun değerlendirdiği, ancak %20 olmasının olası görünmediğini, aciz vesikalı avukatta %20 verdiklerini, takımında aynı olmasının makul geldiğini BEYAN ETMİŞTİR. Ödüllendirme belgesinde ise 01.01.2010’a kadar 33 mYTL yi aşan tutarın %20’si ilgili işkolunu takip eden ayın başında ödeneceği ve tutarın departman içindeki dağıtımının da CCO yetkisinde OLDUĞU BELİRTİLMİŞTİR. Bu ödüllendirme belgesinde davacının müdür olarak imzası DA VARDIR. Bu belge ve elektronik yazışmalara göre davacıya başarı primi verilmesi için bir GÜVEN VERİLMİŞTİR. Belgede imzası bulunan ve davacıyla elektronik ortamda yazışmalar yapan Genel Müdür Yardımcısı, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 2 nci maddesi uyarınca işveren vekilidir ve işlemleri işvereni bağlar. Davacının prim alacağıyla ilgili mailde geçen diğer çalışanlara ödeme yapılıp yapılmadığı, yapılmamış ise nedenleri araştırılarak alınan bilirkişi hesap raporu bir değerlendirmeye tabi tutularak prim alacağı hakkında karar VERİLMESİ GEREKİR. Yazılı gerekçe ve eksik incelemeyle sonuca GİDİLMESİ HATALIDIR.
F) Sonuç:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 15.11.2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE KARAR VERİLDİ.
Kaynak:Corpus
UYARI: Firmamızca basılı ortamdan elektronik ortama aktarılan içtihat metni, tarafımızdan içeriği etkilenmeyecek şekilde değiştirilmiş ve değişikliği yapan algoritma TESCİL ettirilmiştir. Tescil edilmiş içtihat metninin Corpus sözleşmesinde belirtilen amaçlar dışında herhangi bir ortamda (elektronik veya yazılı) bulundurulması/kullanılması durumunda firmamız tüm kanuni haklarını KULLANACAKTIR.
Bir önceki yazımız olan AHLAKA AYKIRI EDİMLER GERİ İSTENEMEZ başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.