Kişilik haklarına saldırı niteliği taşımasına karşın, bir basın açıklamasının kişinin rızası nedeniyle hukuka uygun sayılabilmesi için verilen rızanın yasanın belirlediği sınırlar içerisinde kalması gerekir. Hukuka ya da ahlaka aykırı olarak verilmiş olan bir onay basın yoluyla yapılan açıklamayı hukuka uygun hale getirmez. O halde, şeref ve haysiyet gibi kendisinden vazgeçilemeyen değerlere yönelik saldırılara ilişkin rıza hukuka aykırıdır. Bu nedenle, gerektiğinde kişinin kendisine karşı dahi mutlak olarak korunması gereken “kişilik onuru, kişilik, sır alanına giren gizli yaşam” gibi olguların kişinin rızası ile yayımlandığı düşünülerek, hukuka aykırılığın kaldırıldığı ve saldırının haklılık kazandığı kabul edilemez.
Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 9.Hukuk Mahkemesi’nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 28.11.2000 gün ve 1999/169 E. 2000/715 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, YARGITAY 4.Hukuk Dairesi’nin 25.6.2001 gün ve 1979-6763 sayılı ilamiyle; (…Dava, davalılardan Ayşe Kulin tarafından yazılan ve öteki davalı tarafından basımı ve satışı yapılan “Adı Aylin” isimli kitapta, davacının özel yaşamının anlatılması nedeniyle manevi tazminat İSTEMİNE İLİŞKİNDİR. YEREL MAHKEMECE davanın kısmen kabulüne karar verilmiş olup, kararı taraflar TEMYİZ ETMİŞTİR.
Davaya konu edilen kitabın bir bölümünde, davacının özel yaşamını oluşturan olayların açıklandığı konusunda UYUŞMAZLIK YOKTUR. Davalılar, yazılan hususları bizzat davacının yazara anlattığını, başkasından öğrenilmesinin mümkün olmadığını, kişilik hakkına ve özel yaşama saldırı amacı bulunmadığını, yazılmasına davacının rıza ve muvafakatı BULUNDUĞUNU SAVUNMUŞLARDIR. Davacı ise, rıza ve muvafakatı bulunmadığını özel yaşamını oluşturan olayların sır olarak güvendiği kişilere anlatılması durumunda bile o güvenilen kişinin bunları alenileştirmesinin kişilik hakkına saldırı oluşturduğunu İDDİA ETMİŞTİR. Dosyadaki bilgi, belge ve açıklamalardan ve bilhassa davalı tanıkları Coşkun Kırcayla Selçuk Erez’in yeminli anlatımlarından; davacının kitapta yazılan olayları yazara anlattığı, bu konuşmaların kasete alındığı davacının isminin gizli tutulmasını istemediği ismini ve anlattıklarını yazmasına izin ve rızası bulunduğu KANAATİNE VARILMIŞTIR. Davacının izin verdiği bu hususların yazılması kişilik hakkına ve özel yaşama saldırı oluşturmayacağı gibi, MK.nun 2 nci maddesinde düzenlenen iyiniyet kuralına aykırı olarak davacının tazminat istemeyeceği DE AÇIKTIR. Şu durum karşısında davanın reddi gerekirken YEREL MAHKEMECE tanık beyanlarının somut olmadığı belirtilerek delillerin takdirinde yanılgıya düşülmesi BOZMAYI GEREKTİRMİŞTİR…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki KARARDA DİRENİLMİŞTİR.
TEMYİZ EDEN : Davalılar vekilleri
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ:
Dava, yayın yoluyla kişilik haklarına saldırı nedeniyle maddi ve manevi tazminat İSTEMİNE İLİŞKİNDİR.
Davalı Ayşe Kulin tarafından yazılan, diğer davalı Remzi Kitabevi A.Ş. tarafından basılan “Adı Aylin” adlı kitabın 145. sayfasından başlayıp 160. sayfasında sona eren “Kız Nuri” başlıklı bölümde davacıyla ilgili bir takım hususların yayınlandığı konusunda taraflar arasında UYUŞMAZLIK BULUNMAMAKTADIR.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davacıyla ilgili olarak yazılan yazıda, davacının kişilik haklarına saldırı olup olmadığı NOKTASINDA TOPLANMAKTADIR.
Davacı, maddi tazminat isteğini atiye terk etmiş, manevi tazminat DAVASINI SÜRDÜRMÜŞTÜR.
3444 sayılı ve 04.05.1988 tarihli Kanunla Medeni Kanunun 24 üncü maddesinde yapılan değişikliklerde, önce şahsiyetin tecavüze karşı korunmasına ilişkin “ilke” belirtilmiştir. Bu hükme göre: “Hukuka aykırı olarak şahsiyet hakkına tecavüz edilen kişi, hakimden tecavüzde bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Şahsiyet hakkı ihlal edilenin rızasına veya üstün nitelikte bir özel yada kamu yararına veya kanunun verdiği bir yetkiye dayanmayan her tecavüz HUKUKA AYKIRIDIR.”
Medeni Kanunun yeni 24 üncü maddesiyle açıklığa kavuşturulan HUSUSLAR ŞUNLARDIR.
1- Eski metinde “şahsi menfaatlerinde” tecavüze uğrayan deyimine yer verilmişken, yeni metinde “şahsiyet hakkına” tecavüz edilen DEYİMİ KULLANILMIŞTIR. Diğer taraftan, eski metindeki şahsi menfaatlere tecavüz deyimiyle, şahsiyetin unsurlarına tecavüzün kastedildiği doktrinde belirtilmekteydi. Yeni metinde bu husus da AÇIKLIĞA KAVUŞTURULMUŞTUR.
Zira şahsiyet hakkına tecavüz, şahsiyetin kapsamına giren unsurlara tecavüzü ifade eder. Şahsiyet hakkı, şahsiyeti oluşturan değerlerin tümü üzerindeki hakkı belirtmek üzere KULLANILAN DEYİMDİR. Bu genel şahsiyet hakkının münferit unsurlar bakımından görünümüne münferit şahsiyet hakları denilebilir.
Bu açıdan kişinin hayatı, sağlığı ve vücut tamlığının, şeref ve haysiyetinin, resminin, özel hayatının gizliliğinin, sırlarının vs. hukuka aykırı tecavüze karşı korunmasından söz edilir. Şahsiyeti oluşturan unsurların teker teker sayılması MÜMKÜN DEĞİLDİR. Zamanın ihtiyaçlarına göre yeni unsurlar NAZARA ALINMAKTADIR.
Şahsiyet hakkı etkisini, şahsiyete tecavüz edilmemesini isteme yetkisinde gösterir. Bu yetki bir mutlak hakka dayanır ve şahsiyeti oluşturan unsurların her biri bu korumanın kapsamına girer.
2- Eski metin “haksız” tecavüz deyimi kullanılmıştı. Bununla kastedilen “hukuka aykırı” tecavüzdü. Yeni metinde bu husus da açıklığa kavuşturulmuş ve “Hukuka aykırı olarak şahsiyet hakkına tecavüz” DEYİMİ KULLANILMIŞTIR.
3- Diğer taraftan yeni metinde hukuka aykırılıktan anlaşılacak mana belirtilmiştir; Bir kimsenin şahsiyetine yönelmiş bir tecavüz bir mutlak hakkı ihlal etmesi sebebiyle HUKUKA AYKIRIDIR. Ancak hukuka aykırılığı kaldıracak bir sebebin varlığı, failin davranışını şahsiyete hukuka aykırı tecavüz teşkil etmekten kurtarır. Yeni metinde bu husus 24 üncü maddenin 2 nci fıkrasında vurgulanmış ve “şahsiyet hakkı ihlal edilenin rızasına veya üstün nitelikte bir özel yada kamu yararına veya kanunun verdiği bir yetkiye dayanmayan her tecavüz hukuka aykırıdır” denilmiştir (Prof.Dr.Kemal Oğuzman İSVİÇRE VE TÜRKİYE’DE MEDENİ KANUN VE BORÇLAR KANUNUNDA ŞAHSİYETİN HUKUKA AYKIRI TECAVÜZE KARŞI KORUNMASI VE ÖZELLİKLE MANEVİ TAZMİNAT DAVASI BAKIMINDAN YAPILAN DEGİŞİKLİKLER PROF.DR.HALUK TANDOĞAN’ın ANISINA ARMAĞAN. Banka ve Ticaret Hukuku araştırma Enstitüsü Ankara-1990 s:7 vd.).
24/II. maddede “şahsiyet hakkı ihlal edilenin rızasına dayanmayan her tecavüz”ün hukuka aykırı sayılması, 23 üncü maddenin temel felsefesinin geniş ölçüde İNKARI DEMEKTİR. Zira 23 üncü maddenin kişiye, bizzat kendisine karşı koruyan hükümleri sayılmadan “rıza”nın, hukuka aykırılığı bu derece genel ve mutlak olarak kaldırabileceği söylenemez. 23 üncü madde insan onuru ile ve kişiliğe bağlı diğer değerlerle bağdaşmayan “rıza” veya muvafakat’ın tecavüze haklılık kazandıramayacağını ve onu hukuka uygun hale getiremeyeceğini son derece veciz iki kural İFADE ETMİŞTİR. Yeni 24/II. maddenin, bu kurallar değiştirilmeden “rızanın yokluğuna hukuka aykırılık tanımında yer vermesi, maksadı aşan bir YANLIŞLIK ESERİDİR. Rızanın, hukuka aykırılığı gideremeyeceği en önemli hal, kişilik haklarına TECAVÜZ HALİDİR. Tecavüze razı olmanın sorumluluğu kaldıran etkisine B.K.nun 44/I.hükmünde yer verilmiş bulunmasını anlamak kolaydır; fakat MK.nun 24 üncü maddesindeki “rıza” sözcüğünün kişilik hakları sistemine son derece yabancı düştüğünde şüphe yoktur (Prof.Dr.Selahattin Sulhi Tekinay Medeni Hukukun Genel esasları ve gerçek kişiler hukuku 1992 baskı s.259). MK. md. 24/a’da sözü edilen rıza ile BK.md.44’de öngörülen “zarara uğrayan kişinin rızası” bir BİRLERİYLE KARIŞTIRILMAMALIDIR. Birinci halde fiili hukuka uygun hale getiren rıza söz konusu olduğu halde, ikinci halde fiil hukuka aykırı olup, zarar görenin vermiş olduğu rıza nedeniyle sadece tazminattan tenkisi yoluna yada tazminata hiç hükmetmemeye yol açan bir rıza HALİ VARDIR.
Kişilik haklarına saldırı niteliği taşımasına rağmen, bir basın açıklamasının kişinin rızası nedeniyle hukuka uygun sayılabilmesi için verilen rızanın MK. md.23. sınırları içerisinde KALMASI GEREKİR. Bu anlamda olmak üzere rıza hukuka yada ahlaka AYKIRI OLMAMALIDIR. Hukuka yada ahlaka aykırı olarak verilen rıza MK. md.23’e aykırı olup, basın yoluyla yapılan açıklamayı hukuka uygun hale getiremez. Buna örnek olarak bir kimsenin bütün sırlarının ifşa edilmesine, aile yaşantısıyla ilgili en mahrem olan konuların açıklanmasına, şeref ve haysiyetine her türlü saldırının yapılmasına ilişkin rızalar gösterilebilir. Bu gibi hallerde yapılan açıklama, rızaya rağmen HUKUKA AYKIRIDIR.
O halde şeref ve haysiyet gibi kendisinden vazgeçilemeyen varlıklara yönelik saldırılara ilişkin rıza HUKUKA AYKIRIDIR. (Prof.Dr.Ahmet Kılıçoğlu Türkiye Barolar Birliği Dergisi; sayı 3/1990 s: 371)
Medeni Kanunun 24 üncü maddesinde yapılan bu değişikte Kanun Koyucunun amacının, İsviçre Medeni Kanununun bu hükmü karşılayan 28 inci maddesinde yapılan değişikliğe paralel bir düzenleme yapılması olduğu, gerek Kanun gerekçesinde, gerekse ilgili Kanunun Meclis MÜZAKERELERİNDE VURGULANMIŞTIR. Oysa MK. m.24 f.II hükmü alınırken İMK.m.28 f.II hükmü yanlış TERCÜME EDİLMİŞTİR. Gerçekten İMK.nun 28 inci madde 2 nci fıkrasındaki “Bir ihlal mağdurun rızası … ile haklı gösterilmedikçe hukuka aykırıdır” ifadesi “…zarar görenin rızasına dayanmadıkça her tecavüz HUKUKA AYKIRIDIR.” şeklinde TERCÜME EDİLMİŞTİR. Bu iki ifade arasında büyük farklılık OLDUĞU AÇIKTIR. Zira, kaynak Kanunun ilgili hükmünden, ihlalin, ancak zarar görenin rızasının haklı gösterdiği durumlarda hukuka uygun hale geleceği, aksi taktirde geçersiz sayılacağı ANLAMI ÇIKMAKTADIR. Buna göre, ihlali hukuka aykırı olmaktan çıkaran rızalar olduğu gibi, ihlali hukuka aykırı olmaktan çıkarmayıp sadece bir indirim sebebi oluşturan rızalar DA VARDIR. Buna karşılık Medeni Kanunumuzun 3444 s. Kanunla değişik m.24 f II’de “muhalif mefhumuyla” zarar görenin kişilik haklarının ihlaline rızasının kesin olarak hukuka aykırılığı kaldıracağı anlamını veren mutlak bir İFADE KULLANILMIŞTIR. Bu hüküm, Kanun koyucunun İMK.m.28 f.II. hükmüne paralel bir düzenleme getirme amacı da göz önünde bulundurularak kaynak Kanundaki GİBİ YORUMLANMALIDIR. Bu bakımdan, sadece zarar görenin rızasının haklı gösterdiği durumlarda kişilik haklarının ihlaline rıza geçerli sayılmalıdır (Y.Doç.Dr.Mustafa Tiftik, Dicle üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Sayı: 6/1993 s.385).
Yukarıda anlatılanların ışığında somut olaya bakıldığında; davaya konu edilen kitapta “Kız Nuri” “…Nuri, kız sen Amerika’ya gideceksin deselerdi…” “…Kabaca bir oğlan çocuğu…”, “…Büyümüş de küçülmüş sıska oğlan…”, “…Ona bir erkeklik hormonunu çok gören Yüce Allah…”, “…Aralarında, keşke ben de hadım olsaydım da, Amerika’ya gitseydim…”, “…Odasına kapanıp açık saçık dergiler karıştırmaya, hatta mastürbasyon yapmaya bile başladı…”, “…Bir erkek olarak bazı İHTİYAÇLARI VARDIR… Porno dergiler… izin gecelerinde kızlara para yedirmeler., mastürbasyon yapmak istiyor, utanıyordu…”, “…Hiçbir zaman yaşayamayacağı, zevkleri, duyguları niye dinlesin ki, İnsanlar öylesine duyarsızdırlar ki özürlülerin hislerine…” gibi davacı hakkında tanımlamalar ve DEĞERLENDİRMELER YAPILMIŞTIR.
Kitabın 54. basımında, davacının kendisiyle ilgili yazılanlardan haberi olması olgusu yerel mahkemeyle Özel Daire arasında uyuşmazlık KONUSU DEĞİLDİR.
Aylin isimli kişinin yaşam öyküsünün anlatıldığı biyografik romanda yer alan sözler, davacının kimliği açıklanarak, doğrudan hedef alınarak, aşağılayıcı bir ÜSLUPLA KULLANILMIŞTIR. Her ne kadar bir tanık davacının konuşmasının yer aldığı ses bandını dinlediğini, söylediklerinin yayınlanmasına rıza (muvafakat) gösterdiğini ifade etmişse de davalılar tarafından ses bantları İBRAZ EDİLMEMİŞTİR. Tanığın açıklamaları rızasın kapsamını ve amacını açıklayacak nitelikte olmayıp, davacının hormonal tedavi gördüğünü BİLDİKLERİNDEN İBARETTİR. Anılan değerlendirmelerdeki sözcüklerin davacının özel yaşamı onun sır alanıyla yakından ilgili OLDUĞU KUŞKUSUZDUR. Dosyadaki bilgi ve belgelere göre, davacının bu alanla ilgili olarak yazılanlara geçerli bir rızasının (muvafakatının) bulunduğunu söyleyebilme OLANAĞI BULUNMAMAKTADIR. Ayrıca yukarıda ayrıntılı şekilde anlatıldığı gibi kendisine karşı bile mutlak korunması gereken kişinin onuru, kişiliği, sır alanına giren gizli yaşamının onun rızasıyla hukuka aykırılığı ortadan kaldırdığını ve tecavüze haklılık kazandırdığını ileri sürmenin yasanın amacına açıkça aykırı OLDUĞU AŞİKARDIR. Davacının özel yaşamı bu kadar açık bir şekilde topluma sunulamayacağından kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu KABUL EDİLMİŞTİR. O halde direnme kararı yukarıda yazılı GEREKÇEYLE YERİNDEDİR.
Ne var ki, Özel Dairece tazminat miktarına yönelik temyiz itirazları bozma nedenine göre incelenmemiş olup, dosyanın davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Dairesine GÖNDERİLMESİ GEREKİR.
SONUÇ : Yukarda açıklanan nedenlerle manevi tazminat isteğinin kabulüne ilişkin direnme uygun bulunduğundan diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 4.HUKUK DAİRESİNE gönderilmesine, 26.3.2003 tarihinde yapılan ikinci görüşmede OYÇOKLUĞUYLA KARAR VERİLDİ.
KARŞI OY YAZISI
Hukuk Genel Kurulu önüne getirilen uyuşmazlık;davacının kendisiyle ilgili yayınlatılmasına izin verdiği özel yaşamıyla ilgili özelliklerin kitapta yazılması durumunda; kişilik hakkına, özel yaşamına saldırı da bulunulup bulunamayacağı, bu nedenle davacı yararına manevi tazminata hükmedilip hükmedilemeyeceği NOKTASINDA TOPLANMAKTADIR.
Federal Mahkeme ve hukuk öğretisi kişinin yaşam alanını özel yaşam, kamuya açık yaşam ve gizli yaşam olarak üçe ayırmakta, bu ayrıma “üç alan” teorisi ADI VERİLMEKTEDİR. Gizli yaşam, kişinin güven duyduğu kimselerle paylaştığı alan; özel yaşam, kişinin gizli yaşamına dahil olmayan fakat ailesi, yakınları ve arkadaşlarıyla paylaştığı bir alan; kamuya açık yaşam, kişinin başkasının bilmesinden rahatsız OLMADIĞI ALANDIR. (Bkz. Helvacı, Serap:Türk ve İsviçre Hukuklarında Kişilik Hakkını Koruyucu davalar; MK. md.24/a fıkra I/İMK m. 28/a fıkra 1; Doçentlik Tezi, İstanbul 2001 s.63).
Kural olarak kişinin gizli ve özel yaşamına müdahale HUKUKA AYKIRIDIR.
Kişisel hakka yapılan saldırıların konuyla sınırlı normatif alanda korunması, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 12 nci maddesi, Anayasa 15-17; Medeni Kanunun m.24, 25 (MK. m.24/a); Borçlar Kanunun m. 49 dur. Bkz.Kılıçoğlu Mustafa:Sorumluluk Hukuku, c.1 Sözleşme Dışı Sorumluluk, Ankara 2002, s. 173; Zevkliler/Acabey/Gökyayla: Zevkliler Medeni Hukuk, Giriş Başlangıç hükümleri, Kişiler Hukuku, Aile Hukuku, B.5, İzmir 1995, s. 442).
Hukuka aykırılığı hukuka uygun hale getiren hukuki kurum hukuka uygunluk sebepleridir:Genel olarak bunlar, kamu yetkisinin hukuka uygun kullanılması, özel hukuktan doğan özel yetkiler, zarar görenin rızası, meşru savunma, zaruret hali ve kendi hakkını korumak için KUVVET KULLANMADIR.
“Volenti non fit iniuria” ilkesine göre, mağdurun rızasının mevcut olması durumunda, rızanın verilmesi hukuka ve ahlaka aykırılık teşkil etmediği sürece, hukuka aykırılıktan sözedilemez. (Kılıçoğlu, Mustafa:s 357 ve orada gösterilen Brehm, OR 41 N.63: Keller/Gabi, s. 50-61; Oftinger, s. 134; Rey, s. 168) Normatif dayanağı Medeni Kanun m. 24’dür.
Borçlar Kanunu 20/1 gereği geçersiz olmayan subjektif bir hakkın sahibi, kural olarak önceden ondan vazgeçebilir. Kendisini hukuka aykırı davranıştan koruyan normdan yoksun kalır. Böyle durumlarda hukuka aykırı davranıştan sözedilemez.
Rıza tek taraflı bir HUKUKİ İŞLEMDİR. Rızanın geçerlilik koşulları;fiil ehliyeti, irade sakatlılığının bulunmaması, hukuka ve ahlaka AYKIRI OLMAMASIDIR. (Rey, Henz:Ausservertraglıctıes Haftpftlichtrecht, 2.Auflage, Zürich 1998, s.168, 169; Nak, Kılıçoğlu, s. 358).
Rıza sınırlı olarak verilebilir. Tanınan sınırın aşılması durumunda eylem hukuka aykırı olur.
Daha önce söz edildiği gibi rıza hukuka ve ahlaka uygun OLMASI GEREKİR. Aksi halde rıza Borçlar Kanunu 19, 20 anlamında geçersiz olur. Yargıç ancak Borçlar Kanunu 44 anlamında tazminattan indirimde bulunur. (Dural, Mustafa: Türk Medeni Hukukunda Gerçek Kişiler, İstanbul 1995, s.147). Öztan Bilge: Şahsın Hukuku, Hakiki Şahıslar, B.7, Ankara 1997,s 149).
Ahlaka aykırılık kavramı, Roma Hukukundaki gelişim süreci sonucunda “contra bonos mores” kavramı altında; münferit kanun hükümlerinin tümünden çıkarılan genel hukuk düzeni ilkesini veya ahlaki duygularımızı ihlal eden anlaşmaların tümünü kapsayan bir GENİŞLİK KAZANMIŞTIR. (Hatemi, Hüseyin: Hukuka ve Ahlaka Aykırılık Kavramı ve Sonuçları; Özellikle BK.65 Kuralı; Doçentlik Tezi, İstanbul 1976, s. 62) Medeni Kanun 23; Borçlar Kanunu 19, 20’de konuyla sınırlı olarak terim olarak YER ALMIŞTIR. Ahlak terimine verilen anlama temel bir ölçüt yada MODEL GETİRİLEMEMİŞTİR. Ülkeden ülkeye, ülke içinde zamana hatta yargıcın dava tarihine yada karar tarihine göre farklı bir ahlak anlayışına VARMASI MÜMKÜNDÜR.
Öte yandan ahlak kavramı içerisinde kamu düzeni kavramı da değerlendirilebilir. Çünkü kamu düzeni kuralları örgütlenmiş toplumun temel yapısını ve temel çıkarlarını korur. Ferdin ve toplumun zararını önleme amacını güden ahlak kavramıyla sıkı bir İLİŞKİ İÇİNDEDİR. (Hatemi: s.55)
Dava konusu “Adı Aylin” ismiyle yayımlanan biyografik roman davalı Ayşe Kulin TARAFINDAN YAZILMIŞTIR. Dava tarihine kadar 54 BASKI YAPMIŞTIR. Kitabın önsözünde;kitabın oluşması için Newyork’da değerli zamanlarını ve anılarını benimle paylaşan Nuri Çelik’e teşekkürlerimi iletmek isterim SÖZCÜKLERİ BULUNMAKTADIR.
Davacı Nuri Çelik dava dilekçesinde;özellikle cinsiyet olarak erkek olan davacının “Kız Nuri”, “Nuri, kız sen Amerika’ya gideceksin deselerdi….”, “…kabaca bir oğlan çocuğu…” “büyümüş de küçülmüş sıska oğlan” ve benzeri sözcüklerle cinsiyeti, cinsel aktivitesi üzerinde tereddüt uyandırıldığı ve özürlü konuma getirildiğini İDDİA ETMİŞTİR.
Davanın bu şekilde ortaya konması kural olarak kişinin gizli YAŞAMINA SALDIRIDIR. HUKUKA AYKIRIDIR. Davacının bu sözlere rıza gösterdiği davacı tanıkları Coşkun Kırca, Prof. Selçuk Erez, tarafından açıkça ifade edildiği dosya İÇERİĞİNDEN ANLAŞILMAKTADIR. Kaldı ki bu durum yargıç tarafından da kabul edildiği direnim kararı GEREKÇESİNDEN ANLAŞILMAKTADIR.
Rızanın sınırlı verildiğine dair de davacı tarafından bir İDDİA BULUNMAMAKTADIR.
Şu durumda hukuki uyuşmazlık kitapta geçen sözcüklerin ahlaka aykırı olup olmadığı NOKTASINDA TOPLANMAKTADIR.
Roman kahramanı Aylin’in yaşam öyküsünü ele alan yayında davacıya oldukça YER VERİLMİŞTİR. Kitabın tamamı okunduğunda davacı Aylin’in aile yaşamı çevresinde yer aldığı, hormonal eksikliğin tedavi yoluyla giderildiği ifade edilmiş, ancak bu olgular aşağılayıcı, doğrudan davacıyı hedef alan bir üslupla değil, bir aile ferdi olarak görülen bu kişinin yaşamından bir kesit;bir roman karakteri olarak özellikle tedavi aşamalarına, sevinçlerine, hüzünlerine akıcı bir üslupla YER VERİLMİŞTİR.
Toplumun temel yapısını bozan, temelden değiştiren, ferdin ve toplumun zararını amaç edinen bir yayımdan söz edilemez. Yayım ilk basımın yapıldığı Temmuz 1997’den davanın açıldığı 1999 yılına kadar 54 KEZ GERÇEKLEŞMİŞTİR. Edebiyat dünyasında yer almış, okuyucu tarafından kabul görmüş BİR ESERDİR. İlk baskısı bizzat davacı tanığı Yelda Deniz’in ifadesine göre davalı yazarca DAVACIYA GÖNDERİLMİŞTİR. Davacının bu süre içerisinde kitaptan haberi olmaması ve suskun kalması yaşamın olağan akışına UYGUN DÜŞMEMEKTEDİR.
Öte yandan edebiyat ve sanat dünyasını kendi koşulları içerisinde DÜŞÜNMEK GEREKİR. Çünkü yazar veya sanatçılar yazdığı çağın YARATICI TANIKLARIDIR. Ahlak kavramı da bu BAĞLAMDA DEĞERLENDİRİLMELİDİR. Tazminat baskısı altındaki bir yazarın yada sanatçının çalışma isteği, varlığının geliştirmesi mümkün olmadığı gibi çağımız anlayışıyla da çelişir. Gelecek kuşaklar davacının adı soyadıyla İLGİLENMEYECEKTİR. Bir roman karakteri OLARAK DÜŞÜNECEKTİR.
Şu durumda söz konusu yapıtta davacının kişilik hakkına saldırı niteliğinde bir ahlaka aykırılıktan söz edilemez. Yerel mahkeme kararının bu gerekçeyle bozulması gerekirken onanması görüşüne yukarıda anlatılan maddi ve hukuki olgular ışığında katılamıyoruz.
Bir önceki yazımız olan 'LAN' DEMEK; HAKARET SUÇU başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.