Taraflar arasında görülen adi ortaklığın feshi ve tasfiyesi davasının yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hükmün temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması davacı vekili tarafından istenilmekle; taraflara yapılan tebligat üzerine duruşma için tayin olunan günde temyiz eden davacı vekili geldi. Aleyhine temyiz olunan davalı vekili geldi. Gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için saat 14.00’e bırakılması uygun görüldüğünden, belli gün ve saatte dosyadaki bütün kağıtlar okunarak, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlenip, gereği düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili dilekçesi ile; müvekkilinin, yurt dışında yaşadığını, babası H. A.’a para göndererek, davalı ile 1/2 oranında ortak ticari araç almasını istediğini, hatlı minübüsün davalı K. S. adına alındığını; minübüsün bugüne kadar davalılar K. ile müvekkilinin kardeşi B. A. tarafından birlikte işletildiğini; müvekkiline aracın işletilmesi karşılığında, kazancından herhangi bir pay ödenmediğini iddia ederek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere; şimdilik 10.000 TL’nin yasal faiziyle birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini; ayrıca, dava konusu aracın trafikteki malik kaydının iptali ile 1/2 hissesinin müvekkili adına tesciline karar verilmesini veya ticari aracın hatlı olarak toplam bedelinin 1/2 oranında davalılardan alınarak davacıya verilmesini; bu nedenle, şimdilik 10.000 TL’nin yasal faiziyle tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar cevap dilekçelerinde; davacı ile davalılar arasında yapılan sözleşme bulunmadığını, sözleşmenin tek taraflı ( davalı K.’a ait ) beyan layihası olup, davalının sözleşmeden dönme hakkının bulunduğunu; dava dilekçesinde 1/2 malik gösterilmişse de ekli beyan gereğince, davacının, aracın 1/4 maliki olarak gösterilmesi gerektiğini, davacının temerrüde düşürülecek bir eyleminin bulunmadığını, alacağın aracın alınma tarihinden istenmesinin de doğru olmadığını davacının hakkından fazlasını alma çabasında olduğunu savunmuşlar; davanın reddini istemişlerdir.
Davacı vekili, 02.07.2013 tarihli dilekçesi ile; davasını ıslah ederek; taraflar arasında kurulan adi ortaklığın haklı nedenle feshi ile tasfiyesine karar verilmesin talep etmiştir.
Mahkemece, ” Talep, cevap, tanık anlatımları, gelen yanıtlar, ıslah beyanı ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; yargılama aşamasında dava adi ortaklığın feshi ve tasfiyesi olarak ıslah edilmiş, davalı K. S. tarafından 41 … … plaka nolu aracın yarı hissesinin kendisine ve kalan yarı hissenin B. A. ile M. A. adına kayıtlı olduğu yönündeki Gebze 4. Noterliği’nin 11/07/2007 tarih ve 5760 Yevmiye nolu tek taraflı beyanı ve ilk oturumda benzer beyanı vardır. Diğer davalı aynı oturumda davacının kendisine para göndermediğini, babalarına göndermiş olabileceğini, babasının da karşılığında davacıya arsa verdiğini, beyan etmiştir. Yargılama aşamasında ıslahın tahkikatın sona ermesine kadar yapılabileceği kabul edilerek, HMK 177/1 maddesi gereğince usulünce yapılmayan ıslah talebi kabul edilmemiş, davacı tarafından davaya konu edilen aracın alımına yönelik olarak para gönderdiği iddiasını ispatlayamadığı ve ayrıca araç tescil işleminin idari işlem olduğu gözetilerek davanın reddine yönelik aşağıdaki hüküm kurulmuştur, gerekçesiyle ” davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiştir.
Davada, davalılar ile ortak alınan ticari minübüsün gelirinden pay verilmediği ileri sürülerek; hissesine düşen kâr payı ile minübüsün 1/2 hissesinin trafik kaydında adına tescili, olmadığında bedelinin tahsili istenilmektedir. Islah dilekçesi ile de; adi ortaklığın feshi ve tasfiyesi talep edilmiştir.
Borçlar Kanunu hükümlerine göre, adi ortaklık sözleşmesinin yazılı şekilde yapılması şekil şartı olmayıp ispat koşulu yönünden öneme haizdir. Davacı iddiası, davalıların savunması ve davalı K. S.tarafından düzenlenen beyannameler ile tüm dosya kapsamına göre, taraflar arasında, dava konusu ticari aracın alınıp işletilmesi hususunda bir adi ortaklık ilişkisinin kurulduğu; davacının 1/4 oranında hissedar bulunduğu kabul edilmelidir.
Bir davada, maddi olayları ( vakıaları ) açıklamak taraflara, hukuki nitelendirmeyi yapmak, olaya uygun kanun maddelerini bulup uygulamak hakime ait bir görevdir.
Bir ortak tarafından, ortaklığın faaliyetlerinden dolayı kâr payı ile birlikte, ortaklığa ilişkin sermaye payının istenmesi durumunda; bu talepler, aynı zamanda ortaklığın feshini ve tasfiyesini de kapsar. Uyuşmazlık, bu bağlamda değerlendirilip, çözüme kavuşturulmalıdır.
Her ne kadar, davacı taraf; ıslah dilekçesi ile, ortaklığın feshi ve tasfiyesini talep etmiş, mahkemece de; ıslahın süresinde yapılmadığı ifade edilmiş ise de; davacının dava dilekçesindeki talebi bu sonuca ( fesih ve tasfiyeye ) matuf bulunduğundan, ıslah talebinin bir bağlayıcılığı bulunmamaktadır.
Bu durumda, mahkemece; 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 620 ve devamı maddelerinde düzenlenen adi ortaklık hükümleri dikkate alınmalı, Türk Borçlar Kanununun 642.madde ve devamı hükümlerine göre tasfiye işlemi gerçekleştirilmelidir. Zira, 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 1.maddesine göre; Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki fiil ve işlemlere, bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına, bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse, kural olarak o kanun hükümleri uygulanır. Ancak, Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra bu fiil ve işlemlere ilişkin olarak gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve tasfiye, Türk Borçlar Kanunu hükümlerine tabidir.
Adi ortaklık sözleşmesi, iki yada daha fazla kişinin emeklerini ve mallarını ortak bir amaca erişmek üzere birleştirmeyi üstlendikleri sözleşmedir. ( TBK. 620/1 md. )
Adi ortaklık ilişkisi, TBK’nun 639.maddesinde sayılan sona erme sebeplerinden birinin gerçekleşmesi ile sona erer.Bu şekilde ortaklığın sona ermesinin başlıca iki sonucu ortaya çıkar. Bunlardan ilki, yöneticilerin görevlerinin sona ermesi, diğeri de ortaklığın tasfiyesidir.
Adi ortaklığın tüzel kişiliği yoktur. Bu nedenle adi ortaklığa karşı açılan dava, diğer ortakların tümüne karşı yöneltilmiş demektir. Başka bir anlatımla, aktif ve pasif taraf ehliyeti tüm ortaklara aittir. Bu açıdan ortaklar arasında mecburi dava arkadaşlığı vardır. Adi ortaklık, adına üçüncü kişiler aleyhine açılacak davaların bütün ortaklar tarafında açılması gerekir. Keza, bir ortağın diğer aleyhine açtığı davada da, tüm ortaklar davaya dahil edilmelidir.
Tasfiye, ortaklığın bütün malvarlığının belirlenip, ortakların birbirleri ile alacak verecek ve ortaklıktan doğan tüm ilişkilerinin kesilmesi yoluyla ortaklığın sonlandırılması, malların paylaşılması ya da satış yoluyla elden çıkarılmasıdır. Diğer bir anlatımla tasfiye memuru tarafından yapılacak bir arıtma işlemi olup; hesap ve işlemlerin incelenip, bir bilânço düzenlenerek, ortaklığın aktif ve pasifi arasındaki farkı ortaya koymaktır.
Tasfiye usulünü düzenleyen Türk Borçlar Kanununun 644.maddesine göre; “Ortaklığın sona ermesi hâlinde tasfiye, yönetici olmayan ortaklar da dâhil olmak üzere, bütün ortakların elbirliğiyle yapılır. Ancak, ortaklık sözleşmesinde, ortaklardan biri tarafından kendi adına ve ortaklık hesabına belirli bazı işlemlerin yapılması öngörülmüşse, bu ortak, ortaklığın sona ermesinden sonra da o işlemleri tek başına yapmak ve diğerlerine hesap vermekle yükümlüdür.
Ortaklar, tasfiye işlerini yürütmek üzere tasfiye görevlisi atayabilirler. Bu konuda anlaşamamaları hâlinde, ortaklardan her biri, tasfiye görevlisinin hâkim tarafından atanması isteminde bulunabilir.
Tasfiye görevlisine ödenecek ücret, sözleşmede buna ilişkin bir hüküm veya ortaklarca oybirliğiyle verilmiş bir karar yoksa tasfiyenin gerektirdiği emek ile ortaklık malvarlığının geliri göz önünde tutularak hâkim tarafından belirlenir ve ortaklık malvarlığından, buna imkân bulunamazsa, ortaklardan müteselsilen karşılanır.
Tasfiye usulüne veya tasfiye sonucunda her bir ortağa dağıtılacak paya ilişkin olarak doğabilecek uyuşmazlıklar, ilgililerin istemi üzerine hâkim tarafından çözüme bağlanır.”.
Aynı yasanın kazanç ve zararın paylaşımı başlıklı 643. maddesinde ise ” Ortaklığın borçları ödendikten ve ortaklardan her birinin ortaklığa verdiği avanslar ile ortaklık için yaptığı giderler ve koymuş olduğu katılım payı geri verildikten sonra bir şey artarsa, bu kazanç, ortaklar arasında paylaşılır.
Ortaklığın, borçlar, giderler ve avanslar ödendikten sonra kalan varlığı, ortakların koydukları katılım paylarının geri verilmesine yetmezse, zarar ortaklar arasında paylaşılır.” hükmü yer almaktadır. Katılım payı olarak bir şeyin mülkiyetini koyan ortak, ortaklığın sona ermesi üzerine yapılacak tasfiye sonucunda, o şeyi olduğu gibi geri alamaz; ancak koyduğu katılım payına ne değer biçilmişse, o değeri isteyebilir. Bu değer belirlenmemişse, geri alma, o şeyin katılım payı olarak konduğu zamandaki değeri üzerinden yapılır. ( TBK’ nun 642. md. )
Keza, aynı yasanın kazanç ve zarara katılma başlıklı 623. maddesine göre de; “Sözleşmede aksi kararlaştırılmamışsa, her ortağın kazanç ve zarardaki payı, katılım payının değerine ve niteliğine bakılmaksızın eşittir.
Sözleşmede ortakların kazanç veya zarara katılım paylarından biri belirlenmişse bu belirleme, diğerindeki payı da ifade eder.
Bir ortağın zarara katılmaksızın yalnız kazanca katılacağına ilişkin anlaşma, ancak katılma payı olarak yalnızca emeğini koymuş olan ortak için geçerlidir.” hükmünü ihtiva etmektedir.
Mahkemece yapılacak iş; yukarıdaki yasa hükümlerine göre, öncelikle, ortaklık sözleşmesinde bu hususta hüküm bulunup bulunmadığına bakmak, hüküm bulunduğu takdirde tasfiyenin sözleşmedeki hükümlere göre yapılmasını sağlamak; böyle bir hükmün bulunmaması halinde ise ortakların anlaşarak tasfiye memuru belirlemelerini istemek; bu konuda anlaşamamaları halinde ise hakim tarafından tasfiye işlemini gerçekleştirecek ( ortaklığın faaliyet alanına göre konusunda uzman bir veya üç kişiyi ) tasfiye memuru olarak resen atamak olmalıdır.
Bundan sonra ise, tasfiye işlemleri; hakim tarafından öngörülecek üçer aylık ( uyuşmazlığın mahiyetine göre süreler uzatılıp kısaltılabilir ) dönemlerde tasfiye memuru tarafından 3 aşamada gerçekleştirilmelidir.
Birinci aşamada; ortaklığın sona erdiği tarih itibariyle ortaklığın tüm malvarlığı ( aktif ve pasifi ile birlikte ) belirlenmeli, yönetici ve idareci ortaktan ortaklık hesabını gösterir hesap istenmeli, verilen hesapta uyuşmazlık çıktığı takdirde, taraflardan delilleri sorularak toplanmalı, tasfiye memurunun belirlediği malvarlığı bilânçosu taraflara tebliğ edilmeli, bu husustaki itirazları da karşılanıp, toplanacak delillere göre değerlendirilmelidir.
İkinci aşamada; ortaklığın malvarlığına ilişkin satış ve nakde çevirme işlemi ( TMK’nun 634. vd. maddelerinde düzenlenen resmi tasfiye işlemi kıyasen uygulanmak suretiyle ) gerçekleştirilmeli, şayet bu mallar mevcut değilse,değerleri bilirkişi marifetiyle saptanmalıdır.
Üçüncü ve son aşamada ise; yukarıdaki işlemler sonucu oluşan değerden, öncelikle ortaklığın borçları ödenmeli ve ortaklardan her birinin, ortaklığa verdiği avanslar ile ortaklık için yaptığı giderler ve katılım payı geri verilmeli, bundan sonra bir şey artarsa, bu kazanç veya ( ortaklığın, borçlar, giderler ve avanslar ödendikten sonra kalan varlığı, ortakların koydukları katılım paylarının geri verilmesine yetmezse ) zarar da belirlenerek ortaklara paylaştırılmak üzere son bilânço düzenlenmelidir.
Bu aşamalardan sonra ise; tasfiye memurunun yaptığı tasfiye işleminin sonuç bilançosuna göre hakim, ( HMK’nun 297.maddesi uyarınca ) tarafların hak ve yükümlülüklerini saptayıp, tasfiye işlemini sonlandırmalı ve bu doğrultuda hüküm oluşturmalıdır.
Bütün bu açıklamalar ışığında, somut olaya bakıldığında; mahkemece, taraflar arasındaki uyuşmazlığın adi ortaklığın tasfiyesine ilişkin bulunduğu kabul edilerek, uyuşmazlığın; yukarıda açıklanan ve maddeler halinde belirtilen sıra ve yöntem izlenerek çözüme kavuşturulması gerekmektedir.
Mahkemece yukarıda açıklanan hususlar dikkate alınmaksızın, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu, yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA Yargıtay duruşmasında vekille temsil edilen davacı taraf için duruşma tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümlerine göre takdir edilen 1.100 TL vekalet ücretinin davalıdan alınıp davacı tarafa verilmesine ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 01.07.2014 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
Bir önceki yazımız olan ALACAKLIDAN MAL KAÇIRMA-MUVAZAALI DEVİR başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.