Blog

cA4aKEIPQrerBnp1yGHv_IMG_9534-3-2Miras bırakanın öldüğü tarihte borca batık olduğu anlaşılan terekenin az bir kısım borçlarının mirasçılar tarafından ödenmesi terekeyi kabul anlamına gelmez. Taraflar arasındaki “mirasın reddi” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kayseri 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 27.10.2009 gün ve 2009/250 E.-2009/422 K. sayılı kararın incelenmesi davalı Hazine vekili tarafından istenilmesi üzerine, YARGITAY 2. Hukuk Dairesi’nin 14.02.2011 gün ve 2010/480 E. – 2011/2400 K sayılı ilamı ile;

‘‘…Davacılar dava dilekçesinde miras bırakanın Vakıfbank’a olan kredi borcu nedeniyle aleyhlerine takip yapıldığını ve 2.000 TL ödeme YAPTIKLARINI BELİRTMİŞLERDİR. Belirtilen bu takip dosyasının tespit ve celbiyle ödemenin miras bırakanın borcu nedeniyle davacı mirasçılar tarafından yapılıp yapılmadığı belirlenmeden eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması DOĞRU GÖRÜLMEMİŞTİR…”

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki KARARDA DİRENİLMİŞTİR.

TEMYİZ EDEN: Davalı Hazine vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ:

Dava; terekenin borca batık olduğunun tespiti İSTEĞİNE İLİŞKİNDİR.

Davacılar, miras bırakan babalarından intikal eden mal varlığı bulunmadığını, terekeden tasarrufta bulunmadıklarını, mirasın açıldığı tarih itibariyle terekenin, borca batıklığı sabit ise karine olarak mirasçıların mirası reddetmiş sayılacağını ileri sürerek miras bırakanın öldüğü tarihte terekesinin borca batık olduğuna karar verilmesini talep ve DAVA ETMİŞLERDİR.

Davalı Hazine vekili; davanın süresinde açılmadığını, esastan da davanın yerinde olmadığını bildirip davanın reddine karar VERİLMESİ İSTEMİŞTİR.

Mahkemece; miras bırakanın taşınır, taşınmaz hiçbir malı olmadığı gibi, herhangi bir işte de çalışmadığı, maaşının da bulunmadığı, ödemeden aczinin açıkça belli olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne KARAR VERİLMİŞTİR.

Davalı Hazine vekilinin temyizi üzerine, Özel Daire’ce yukarıda açıklanan nedenlerle karar bozulmuş, Yerel Mahkeme’ce; önceki karardaki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiş, direnme kararı davalı tarafından TEMYİZ EDİLMİŞTİR.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tereke borcunun bir kısmının mirasçıların kendi malvarlığından ödenmesinin, terekeyi sahiplenme anlamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği NOKTASINDA TOPLANMAKTADIR.

Hukuk Genel Kurulunca işin esasına yönelik yapılan görüşme sonucu ilk oylamada nisap sağlanamaması üzerine yapılan ikinci görüşme sırasında, davacılardan Esra Adanur’un yargılama aşmasında ergin olduğu, mahkemece ergin olan çocuğa tebligat yapıldıktan sonra Özel Daire bozma ilamına uyulup uyulmayacağı yönünde karar verilmesi gerekirken, bu husus yerine getirilmeden velayeti sona ermiş olan veliye tebligat yapılarak direnme kararı verilemeyeceği İLERİ SÜRÜLMÜŞTÜR. Bu hususun işin esasının görüşülmesinden sonra görüşülüp görüşülemeyeceği ön sorun olarak ele alınmış, bu konuda nisap sağlanamaması üzerine yapılan son görüşmede Kurul çoğunluğunca bu hususun her aşamada görüşülebileceği oyçokluğuyla kabul edilmiş, bundan sonra yapılan görüşme sonucunda, her ne kadar davacılardan Esra Adanur’a ergin olduktan sonra usulüne uygun olarak tebligat yapılmadan karar verilmiş ise de kararın davacı aleyhine olmadığı, ergin olmadan kanuni temsilcisinin dava açtığı ve onun adına beyanda bulunduğu, dosyanın geri çevrilmesi üzerine ergin olan Esra’ya gerekçeli kararın tebliğ edildiği, gözetildiğinde bu konuda usul bozması yapılmasının uygun olmadığı oybirliğiyle kabul edilmiş işin esasının İNCELENMESİNE GEÇİLMİŞTİR.

Bilindiği üzere; TMK’nın 610/2 nci maddesinde “…Ret süresi sona ermeden mirasçı olarak tereke işlemlerine karışan, terekenin olağan yönetimi niteliğinde olmayan veya miras bırakanın işlerinin yürütülmesi için gerekli olanın dışında işler yapan, ya da tereke mallarını gizleyen veya kendisine mal eden mirasçı, mirası reddedemez…” hükmü YER ALMAKTADIR. Madde metninden de anlaşıldığı üzere; yasa koyucu mirasçılardan birinin tereke işlerine gereğinden fazla karışmasının mirası örtülü kabul anlamına geleceğini ve tıpkı açık kabulde olduğu gibi, ret hakkının bu mirasçı bakımından sona ERECEĞİNİ DÜZENLEMİŞTİR.

Diğer taraftan, Hukuk Genel Kurulunun 08.02.1950 T. ve 140/20 sayılı kararında; “Bir muamelenin alelade idari muamelattan olup olmadığını tayin için bilhassa muameleyi yapan varisin maksadını nazara ALMAK LÂZIMDIR… Eğer bunun maksadı mirasçı sıfatıyla terekeden tasarruf olmayıp mücerret bilahare mirası kabul ettiği zaman ihmal yüzünden gelebilecek zararın önüne geçmek ise, yaptığı muamelenin alelade idari muamele olarak KABULÜ ZARURİDİR. Ezcümle malların çalınmaması için tedbir ittihazı, malları deftere geçirmek, zamanaşımını kesmek için derhal dava açmak, bir otelin, gazinonun müşterilerinin dağılmaması için vergi vermek, davaya mani olmak için müstacel borçları ödemek alelade idarenin istilzam ETTİĞİ MUAMELATTANDIR…” denilmek suretiyle mirasçının eyleminin tereke işlerine karışma olarak değerlendirilebilmesi için onun bu eylemde bulunurken hangi maksatla hareket ettiğinin belirlenmesi gerektiğini, mirasçının amacının mirasçı sıfatıyla terekede tasarruf değilse, eylemlerinin tereke işlerine karışma olarak nitelendirilmeyeceği ve ret hakkının düşmesine sebebiyet VERİLMEYECEĞİ BENİMSENMİŞTİR.

Bunun yanında, doktrinde ileri sürülen güven nazariyesine göre; bir irade beyanının ya da iradi bir davranışın ne anlama geldiğini tespit etmek için, beyanda bulunan veya sözü edilen davranışta bulunanın iç iradesine değil, beyana yahut anılan davranışa muhatap olan karşı tarafın, dürüstlük kuralına göre, kendisince bilinebilen bütün hal ve şartlar gereği gibi değerlendirerek buna ne anlam vermesi GEREKTİĞİNE BAKILMAKTADIR.

Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı mirasçılar tarafından ödendiği ileri sürülen borcun cüzi bir miktar olup, mirasçıların kendi malvarlığından ödenmiş olmasının olağan işlemlerden olduğu, miras bırakanın öldüğü tarih itibariyle borca batık olduğu anlaşılan terekenin, cüzi kısım borçlarının davacılar tarafından ödenmesinin terekeyi kabullenme olarak değerlendirilemeyeceği, davacıların beyanlarının aleyhte yorumlanmaması gerektiği ve bu konuda bir araştırma yapılmasına da gerek olmadığı sonucuna varılmış, Yerel Mahkeme’ce davanın kabulüne karar verilmesinin usul ve yasaya uygun olduğu Hukuk Genel Kurulu’nun ÇOĞUNLUĞUNCA BENİMSENMİŞTİR.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, bir kısım üyelerce; Özel Daire bozma ilamının araştırmaya yönelik olduğu, esas yönünden değerlendirmenin ilgili dosyanın tetkiki sonucu verilmesinin yerinde olduğu, yerel mahkemenin direnme kararının bu nedenle usul ve yasaya uygun olmadığı ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca yukarıda belirtilen NEDENLERLE BENİMSENMEMİŞTİR.

O halde, Hukuk Genel Kurulu’nun çoğunluğunca usul ve yasaya uygun olduğu benimsenen direnme kararının ONANMASI GEREKMİŞTİR.

SONUÇ: Davalı Hazine vekilinin temyiz itirazlarının reddiyle direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, 6217 s. Kanunun 30. maddesiyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/I maddesi uyarınca hükmün tebliğden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere yapılan görüşmeler sonucunda 20.12.2013 tarihinde OYÇOKLUĞUYLA KARAR VERİLDİ.

KARŞI OY YAZISI

Türk Medeni Kanununun 605 inci maddesinin (2.) fıkrası şöyledir:

“Ölümü halinde mirasbırakanın ödemeden aczi açıkça belli veya resmen tespit edilmiş ise, miras reddedilmiş sayılır.”

Kanun koyucu bu hükümle, ret lehine bir KARİNE GETİRMİŞTİR. Buna göre, ölümünde mirasbırakanın ödemeden aczi açıkça belli veya resmen tespit edilmiş ise, mirasçılar, ret yönünde bir irade açıklamasında bulunmalarına ihtiyaç olmaksızın miras REDDETMİŞ SAYILACAKLARDIR. Bunun için, mirasbırakanın ölümü anında borçlarını ödemekten aciz olması, bu durumun açıkça belli veya resmen tespit edilmiş OLMASI GEREKİR. Bu şartlar gerçekleştiği takdirde mirasçıların karine olarak mirası reddetikleri kabul edilecek, dolayısıyla mirasçılar mirasbırakanın borçlarından SORUMLU TUTULAMAYACAKLARDIR. Bu sonuç kendiliğinden ortaya çıkar. Ne var ki, mirasçıların bu yasal karineden yararlanabilmeleri için, ret hakkının düşmemiş OLMASI GEREKİR.

Türk Medeni Kanununun 610’ncu maddesinin (2.) fıkrası şöyledir:

“Ret süresi sona ermeden mirasçı olarak tereke işlemlerine karışan, terekenin olağan yönetimi niteliğinde olmayan veya mirasbırakanın işlerinin yürütülmesi için gerekli olanın dışında işler yapan ya da tereke mallarını gizleyen veya kendisine maleden mirasçı mirası reddedemez.”

Aynı maddenin (3.) fıkrası ise şöyledir:

“Zamanaşımı veya hak düşümü sürelerinin dolmasına engel olmak için dava açılması ve cebri icra takibi yapılması, ret hakkını ortadan kaldırmaz.”

Anılan hüküm gereğince; mirasçıların yukarıda birinci paragrafta açıklanan yasal karineden yararlanabilmesi için, ret hakkının düşmesine sebep olan iş ve işlemlerde bulunmamış OLMALARI GEREKİR. Başka bir ifade ile, ret süresi sona ermeden mirasçı, mirasın sarih veya örtülü olarak kabulü anlamına gelen iş ve işlemleri yapmış ise, yasal karineden yararlanamaz.

Davacılar, ölümü tarihinde mirasbırakanın ödemeden aczinin açıkça belli olduğunu ileri sürerek, Türk Medeni Kanununun 605/2 nci maddesinde yer alan yasal karineden yararlanmak amacıyla bu hususun tespitini istemişler, mahkemece, istek kabul edilmiş, davalının temyizi üzerine hüküm DAİREMİZCE BOZULMUŞTUR.

Yüksek Özel Daire; “ Davacılar dava dilekçesinde mirasbırakanın Vakıfbank’a olan kredi borcu nedeniyle aleyhlerine takip yapıldığını ve 2.000.TL. ödeme YAPTIKLARINI BELİRTMİŞLERDİR. Belirtilen takip dosyasını tespit et, getirt, ödemenin mirasbırakanın borcu sebebiyle mirasçılar tarafından yapılıp yapılmadığını belirle, sonucuna göre karar ver.” demektedir. Mahkeme ise; ilk HÜKMÜNDE DİRENMİŞTİR.

Direnme kararında; “mirasbırakanın taşınır ve taşınmaz hiçbir malvarlığının bulunmadığı, ödemeden aczinin açıkça belli ve yasal karinenin doğruluğunun saptandığı, mirasçıların haciz baskısı altında kendilerini zarardan kurtarmak amacıyla ödeme yaptıkları, niyetlerinin terekeyi sahiplenme olmadığı, tereke borcunun mirasçının kendi malvarlığından ödenmesinin de mirası sahiplenme anlamına gelmeyeceği” GEREKÇE GÖSTERİLMİŞTİR. Buna göre, Yüksek Özel Daireyle yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık; mirasçıların Türk Medeni Kanununun 605 inci maddesinin (2.) fıkrasında yer alan yasal karineden yararlanabilmesi için, dava haklarının düşüp düşmediğinin belirlenmesi bakımından araştırmanın yeterli olup olmadığı; dava dilekçesindeki açıklama, mirasbırakanın borcunun mirasçılar tarafından ödendiğini kabul için yeterli ve başka bir araştırmaya lüzum yok ise; mirasbırakanın borcunun mirasçılar tarafından kendi malvarlıklarından ödenmesinin, tereke işlemlerine karışma olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği NOKTASINDA TOPLANMAKTADIR.

Genel Kuruldaki görüşmelerde; gerek yürürlükten kaldırılan 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin, gerekse 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun; mirasın mirasçılara intikalinde külli halefiyet ilkesini benimsediği, Türk Medeni Kanununun 599’ncu maddesi hükmünden kaynaklanan bu ilke uyarınca; mirasbırakanın ölümüyle, başka her hangi bir işleme ve mirasçıların mirası kabul ettiklerine ilişkin bir irade açıklamalarına lüzum bulunmaksızın, mirasın mirasçılara kendiliğinden geçtiği ve mirasçıların mirasbırakanın borçlarından kendilerine bırakılan mallarla sınırlı olmaksızın tüm şahsi malvarlıklarıyla sorumlu oldukları, bu bakımdan direnme kararının gerekçesinde yer alan “tereke borcunun mirasçının kendi malvarlığından ödenmesinin mirası sahiplenme anlamına gelmez” şeklindeki ifadenin kanuna açıkça aykırı olduğu, bu ifadenin gerekçeden çıkartılması gerektiği, Daire kararına muhalefet şerhi koyan sayın üye de dahil olmak üzere ittifakla KABUL EDİLMİŞTİR. Genel Kurul da, “mirasçıların mirasbırakanın borçlarından kendilerine geçen mallarla sınırlı olmaksızın şahsi malvarlıklarıyla sorumlu olduklarını” kabul ettiğine göre, mirasbırakanın borcunun mirasçıların kendi malvarlıklarından ödenmiş olmasının sorunun çözümünde artık bir ÖNEMİ BULUNMAMAKTADIR. Bu yön tartışmanın DIŞINDA BIRAKILMIŞTIR. O halde, tartışılması ve çözümü gereken asıl sorun; mirasbırakanın borcunu kısmen ödeyen mirasçıların, mirası kabul etmiş sayılıp sayılmayacakları, başka bir ifade ile, kısmen ödemenin “tereke işlerine karışma” anlamına GELİP GELMEDİĞİDİR. Eğer bu işlem, “tereke işlerine karışma” olarak görülmez ise, davacıların borca batıklığı ileri sürme haklarının düşmediği kabul edilmiş olacak, bundan sonra mirasbırakanın ölümü anında borçlarını ödemekten aciz olup olmadığının tespitine gidilecek; “tereke işlerine karışma” veya mirasın örtülü kabulü anlamında ise, davacıların terekenin borca batıklığını ileri sürme hakları kalmamış olacak, dolayısıyla mirasbırakanın borçlarını ödemekten aciz olup olmadığının tespitine artık LÜZUM KALMAYACAKTIR. Çünkü, mirasçılar mirası örtülü olarak KABUL ETMİŞLERDİR. Mirası örtülü olarak kabul eden mirasçıların ise, mirasın reddedilmiş sayılmasına ilişkin yasal karineden yararlanmak için terekenin borca batıklığının tespitini isteme HAKLARI YOKTUR.

Türk Medeni Kanununun 610. maddesinin yukarıda yer verilen (2.) fıkrası gereğince; ret süresi içinde tereke işlemlerine karışan, terekenin olağan yönetimi niteliğinde olmayan veya mirasbırakanın işlerinin yürütülmesi için gerekli olanın dışında işler yapan mirasçı ret hakkını yitirir. Kanun koyucu bu hükümle, sayılan bu hareketlerin mirasın “örtülü” biçimde kabul edildiğine ilişkin iradeyi gösterdiğini KABUL ETMİŞTİR. Terekenin olağan yönetimi niteliğinde olmayan veya mirasbırakanın işlerinin yürütülmesi için gerekli olanın dışında kalan işlerden, başka bir ifade ile “tereke işlerine karışma” olgusundan neyin anlaşılması gerektiği, somut davadaki nesnel olgulara bakılarak tespit edilebilir. Mirasçının hangi maksatla hareket ettiğini araştırma veya niyetinin tespiti kural olarak GEREKLİ DEĞİLDİR. Bir mirasın kesin biçimde kazanılması için hiçbir kabul beyanı GEREKLİ DEĞİLDİR. Eğer mirasçı kanunda öngörülen süre içinde mirası reddetmez ise, mirasçı olmayı istemiş olsun ya da olmasın mirasçı haline gelir. (TMK: m. 610/1) Mirasçının niyeti bu açıdan dikkate alınmadığına göre, aynı maddenin ikinci fıkrasında öngörülen hal açısından da dikkate alınamaz. Bu bakımdan mirasçının niyet ve maksadı ve borcun miktarının bir ÖNEMİ BULUNAMAMAKTADIR. Somut olay, nesnel olarak “tereke işlerine karışma” niteliğinde midir, değil midir ? Önemli OLAN BUDUR.

Dairemizin istikrar bulmuş kararlarına göre; mirasbırakanın borcunu ödemeyi taahhüt veya kısmen tediye, mirasın kabulü anlamına gelir. İster yapılan bir takip nedeniyle olsun, ister olmasın, tamamı muaccel hale gelmiş miktarı belirli bir borca karşılık kısmen vukubulan ödeme, kısmi ödemeyi alacaklı reddetmedikçe borcun tamamının kabulü anlamına gelir. (eBK. m. 68, 6098 s. TBK. m. 84) Bu borcun davalıya ait olması ZORUNLULUĞU BULUNMAMAKTADIR. Terekeyle ilgili OLMASI YETERLİDİR. Mirasbırakanın, bir kısım borçlarını ödeyen mirasçı, mirasbırakanın başka borçlarının olduğu anlaşılınca, sonradan terekenin borca batık olduğunu, bu sebeple mirası reddetmiş sayılması gerektiğini ileri süremez. Veya mirasbırakanın örneğin (A)’ya olan borcunu ödeyip, (B)’ye olan borcuna gelince terekenin borca batıklığının ileri sürülmesi ve mirasçının Yasanın 605 inci maddesinin (2.) fıkrasında yer alan yasal karneden yararlandırılması genel hukuk prensipleriyle bağdaşmaz. Bu bakımdan, miktarı ne olursa olsun, mirasbırakanın borcunu ödemeyi taahhüt veya kısmen ya da tamamen ödeme, tereke işlemlerine KARIŞMA NİTELİĞİNDEDİR. Bu bakımından, Yüksek Özel Dairenin bozma kararında belirttiği, icra takip dosyasının tespit edilip, ödemenin mirasçılar tarafından yapılıp yapılmadığı, yapılmış ise hangi mirasçı tarafından yapıldığı ve ödeme yapılırken herhangi bir ihtirazi kayıt konulup konulmadığı tespit edilmeli, sonucu uyarınca KARAR VERİLMELİDİR. Öyleyse, özel Dairenin bozma kararına uyulmak gerekirken direnme kararı verilmesi DOĞRU BULUNMAMIŞTIR. Kararın açıklanan sebeple bozulması gerektiği düşüncesiyle sayın Genel Kurul çoğunluğunun “onama” yönünde oluşan görüşüne katılmak MÜMKÜN OLMAMIŞTIR.

 

Bir önceki yazımız olan İŞE İADE DAVASI başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.