Blog

avrupa-insan-hakları-mahkemesiAvrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 27. maddesinin 1. ve 2. fıkraları Komisyona başvuru için altı şartı düzenlemektedir:

  1. Başvuruda bulunanın kimliği belli olmalıdır ( md. 27 1- a);
  2. Başvuru daha önce komisyonca incelenmiş bir başvuru ile aynı olmamalıdır „ res judicata“;
  3. Aynı konuda daha önce başka bir uluslararası yere başvurulmamış olması „Litispendenz“( md. 27 1-b) ;
  4. Başvurunun, sözleşme ile bağdaşır nitelikte olması ( md. 27/2 );
  5. Başvurunun açıkça temelden yoksun olmaması ( md. 27/2 );
  6. Başvuru hakkının kötüye kulanılmaması ( md. 27/2 ).

1.Başvuruda bulunanın kimliğinin belli olması

Sözleşmenin 25 maddesi gereğince yapılan başvurularda, başvuru dilekçesi imzasız ise, bu başvuru komisyonca işleme alınmayacaktır. ( md. 27/1 ). Dilekçenin imzasız oluşu ile, başvuru dilekçesinden başvuranın kimliğinin anlaşılamaması ifade edilmektedir..

Bu şart devlet başvurularındaki usülde tanınmayan, daha doğrusu gerekli olmayan bir şarttır. Buna karşılık bireysel başvurularda ise özel bir hedefe sahiptir. Bu düzenlemenin, ısrarla sürekli şansını denemek isteyenlerin başvuruları ile komisyonun istilaya uğramasına mani olmak için yapıldığı söylenebilir. Ayrıca başvuru hakkı katı bir şekilde kişi ve taraf kavramıyla ilgilidir. Komisyona başvuru için sadece genel bir insan hakkı ihlalinin iddia edilmesi yetmemektedir. Davanın taraflarının belirtilmesi gerekmektedir. Yargılama usulünü taraf teşkil etme esasına bina etmiş olan sözleşmenin yapısına, imzasız bir başvuru uymamaktadır.

Bu şarta sözleşmenin içtüzüğünün 43/2 maddesiyle biraz daha açıklık kazandırılmıştır. İlgili maddeye göre herbir başvuru, başvuran tarafından yada vekili tarafından imzalanmak zorundadır. Tüzel kişilerce yada tüzel kişiliği olmayan topluluklar tarafından yapılan başvuruların ise, temsil yetkisi olan kişiler tarafından imzalanması gerekmektedir. Bu düzenleme imzasız başvuruları engellemeye yöneliktir.

İçtüzüğün 44/1 maddesine göre isim, yaş, adres ve başvuranın mesleği müracaat dilekçesinde yer almalıdır. Bu düzenleme bilim adamları tarafından sözleşmeye aykırılık teşkil edecek şekilde genişletici şartlar içerdiği için eleştirilmiştir. İlgili düzenlemedeki şartların genişletilmemesi 27 md’nin 1. Fıkrasında emredilmektedir. 27 md 1 fıkrası başvurucunun kimliğinin tamamıyla anlaşılması gerektiğini şarta bağlamıştır. Başvurucu hakkında isminin haricindeki bilgiler esas itibariyle imzasızlığı önlemek için zorunlu değildir.

Uygulamada bu şartın büyük problemlere sebep olmadığı görünüyor. Bu zamana kadar Komisyon sadece birkaç başvuruyu bu sebeple reddetti. Komisyon bu konudaki bir kararında, müracaat dosyasında başvurucunun kimliğini tesbit etmeyi sağlayacak herhangi bir bilgi yer almıyorsa, bu tür başvurular reddedilecektir, demektedir. Şu andaki uygulamaya göre Komisyon sekreterliği başvurucunun „bir başvuru formunu“ doldurması ve doldurduktan sonra komisyon sekreterliğine geri vermesi neticesinde yapılan bir inceleme sonrasında bireysel başvuruları şikayet olarak kaydetmektedir. Bu uygulama sebebiyle artık imzasız bir başvuru kaydedilmeyecektir.

Komisyon yeni kararlarının birinde de bir başvuruyu imzasız oluşunu gerekçe sayarak reddetti. Bu başvuru birden fazla kişi namına bir kişi tarafından yapılmıştı ve başvurunun içeriğinden adlarına başvuru yapılanların kimlikleri yeterince anlaşılamıyordu. Eğer müracaat eden organizisasyon insan hakları ihlalinden etkilenen kişilerin kimliklerini tam anlaşılabilir bir şekilde bildirseydi bu eksiklik giderilebilirdi. Çünkü komisyon, başvuranın kimliği başvuru dosyasından anlaşılabildiği başvuruyu imzasız saymamaktadır..

Her ne kadar bu şart komisyon uygulamalarında önemli rol oynamadı ve geniş yorumlandıysa da, imzasız olmama şartı eleştirilmiştir. Eğer insan hakları ihlali kollektif ve ağır ise, böyle bir şartın aranması, insan haklarını koruma mekanizmasının işlemesindeki verimliliği sağlamaya herzaman hizmet etmeyebilir.

2. Başvuru daha önce Komisyonca incelenmiş bir başvuru ile aynı olmamalıdır

27 maddenin 1 fıkrası, yapılan başvuru komisyonca daha önce incelenmiş bir başvuru ile özde aynı ise ve yeni olaylar içermiyorsa, komisyonun bu başvuruları ele almayacağını hüküm altına almaktadır. Bu şart, genel hukuk kurallarından biri olan „ne bis in idem“ kuralının komisyon önündeki şartların incelenmesi aşamasında uygulanan usülde geçerli kılınmak istenmesinden dolayı, sözleşme kapsamına alınmıştır. Komisyon kararlarında bu şart fazla uygulama alanı bulmamaktıdır.

Bir başvurunun bu nedene dayanılarak reddedilmesi için iki şartın beraberce gerçekleşmiş olması gerekmektedir.

  1. Önceki bir başvuru ile aynı oluş
  2. Yeni olaylar içermeme

2. 1. Esas itibariyle aynı olma

 

Komisyonun eski kararlarında, bir başvurunun daha önceki bir başvuruyla aynı olması için, başvuruda bulunanın, maddi vakaların ve başvuru konusunun aynı olmasını aranmaktadır. Eğer yeni bir başvuru, farklı kişilerce yapılmışsa veya aynı kişilerce farklı olaylara dayanılarak yapılmışsa, bu başvuru eski başvuruyla esas itibariyle aynı sayılmaz. Mesela devletin birtek eyleminden yada işleminden eğer birden fazla kişi herbirisi ayrı ayrı hak ihlaline uğramışlarsa, yani sadece maddi vakalar aynı, ancak başvuranlar ayrı ise, sözleşmenin 27/1-b maddesi uygulanmaz.

Başvuruya konu olan hak ihlalinin hem direkt mağduru, hemde başka kişiler farklı başvurularla meseleyi komisyon önüne getirmeleri halinde 27 md 1. Fıkrasında aranan esas itibariyle aynı oluş şartı gerçekleşmiş olur. Ancak gerek doğrudan mağduru, gerek her dolaylı mağduru başvurularında ayrı ayrı kendi haklarının zedelendiğini iddia ediyorlarsa burada esas itibariyle aynı oluş sebebiyle red sözkonusu olamaz. Esas itibariyle aynı oluş devlet başvurularıyla bireysel başvurular arasında da olabilir

2. 2. Komisyonca önceden incelenmemiş olma

Komisyon daha önce incelediği bir başvuruyu tekrar incelemez. Komisyon tarafından önceki başvuru, başvurunun kabul edilmiş olması, yada insan hakları ihlalinin sona ermiş olması yada önceki başvurunun usule yada esasa ilişkin bir sebeple reddedilmesi suretiyle karara bağlanmışsa, bu başvuru komisyon tarafından daha önce incelenmiş bir başvuru sayılır.

Esas yönünden incelenmiş sayılma, eğer başvuru açıkca temelden yoksunsa yada sözleşme hükümleri ile „ratione materia“ ( komisyonun konu bakımından inceleme yetkisi ) uyuşmuyorsa ortaya çıkar.

Bir başvurunun formal gerekçelerle ( iç hukuk yollarının tüketilmemiş olması, imzasız oluş, başvurunun içinde aşağılayıcı ifadelerin kullanılması sebebiyle başvuru hakkının kötüye kullanılıyor sayılması, yada hakkında şikayette bulunulan devletin bir ek protokolu imzalamaması gibi sebeblerle ) reddedilmesi hallerinde, bu eksiklerin giderilmesiyle başvuru yeniden yapılabilir..

Komisyonun kabul ettiği başvurular 27/1 madde anlamında incelenmiş başvuru sayılır. Çünkü başvurunun kabulü kararı devlet başvurularında aranmayan basit muhakeme usulüne tabi kılınmıştır. (md 27/ 2 ) .

Başvurunun kabul edilmesinden sonra yürürlüğe giren ve yapılan başvuruyu destekleyen kanun değişiklikleri, esasa yönelik incelemelerde nazara alınır.

3.Yeni olayar içermeme

Komisyon önüne gelen başvuru eğer yeni olaylar içermiyorsa, eskiden yapılan bir başvuruyla aynıdır. Aynı konu hakkında yapılan başvurular, eğer yeni yapılan başvuruda, yeni ve önemli olaylara dayanıyorsa istisnai olarak kabul edilebilir.

27/1 madde anlamında neler „yeni olaylar“ (relevant new informations/faits nouveaux) olarak komisyonca değerlendirilecektir?

Herşeyden önce yeni „maddi vakalar“ yeni olaylar olarak kabul edilecektir. Ulusal hukuk, uluslararası hukuk andlaşmaları yargılama usulünde „maddi olaylar“dan addedilmektedir. Bu sebeple iç hukuktaki değişiklik komisyonca 27/1-b anlamında yeni bir „olay“ sayılabilir..

Buna karşılık aynı vakalar hakkındaki hukuki mütalalar yada ulusal hukuka yönelik yeni bilgiler 27/1-b anlamında yeni bir olay sayılmaz. Ancak bu tür bilgilerin komisyonun önceki kararının dayandığı esasları ortadan kaldırması hali buna tabi değildir.

Prensip olarak önceki başvuru hakkında komisyon karar verirken, bilinmeyen her bir vaka, 27/1-b maddesine göre yeni vaka sayılır. Karar verilirken var olan ancak komisyon ve başvurucu tarafından bilinmeyen vakalar da sözleşmenin 27/1-b maddesine göre yeni olaylar olarak nazara alınmaktadır. Yine kural olarak başvurunun reddi kararından sonra ortaya çıkan ve bu sebeple de karar sırasında komisyonca nazara alınamayacak olan her bir olay yeni vaka sayılır.

Usule ilişkin bir eksiklik sebebiyle reddedilen başvurularda, bu eksikliğin giderilmesi yeni bir vaka sayılabilir. Mesela ilk başvuruda iç hukuk yoları tüketilmemişse, bu eksikliğin giderilmesiyle yeniden başvuru yapılabalir.

Mahkemenin süresi yada tutukluluk süresinin uzunluğundan şikayetle yapılan başvurunun ( md 6/1 ) tekrarlanması halinde, ilk başvurudan ikinci başvuruya kadar geçen süre aşırı artmışsa, bu yeni bir vaka sayılabilir.

Tabiiki ilk başvuru sırasında başvurucunun haberdar olduğu ve bu sebeple ilk başvurusunda dile getirebilecek durumda olduğu olaylar, yeni vakalardan sayılmaz.

İlk başvuruda yer alan vakalar, ikinci başvuruda farklı gerekçelere sarılarak yeniden dile getirilmesi 27/1-b madde anlamında yeni vaka sayılmaz. Çünkü olayların meydana geliş şekli değişmemiştir.

Yeni vakalar komisyonun verdiği önceki kararı esastan etkileyecek durumda olmalıdır. Komisyon kararlarından anlaşıldığına göre, başvurucunun getirdiği herbir yeni olay 27/1-b madde anlamında „yeni vaka“ sayılması için, kararı etkileyen maddi vakalara yönelik mülahazaları ve böylelikle hukuki durumu esastan etkileyecek nitelikte olmalıdır Eğer bu hususlarda esaslı bir değeşiklik getirmiyorsa, sonraki başvuruda önceki gibi reddedilecektir.

4. Aynı konuda daha önce başka bir uluslararası makama başvurulmamış olması

 

Sözleşmenin 27/1-b maddesindeki düzünlemeye göre, eğer bir başvuru daha önce bir başka uluslararası makama yapılmışsa, Komisyon bu başvuruyu reddeder. Daha önceki başvurunun ilgili makamca karara bağlanmış olup olmamasının bir etkisi yoktur. Ancak bu yeni başvurunun eski başvuru ile esasta aynı olması ve yeni vakaları içermemesi gerekmektedir.

Uluslararası hukukun bir makamı önünde yargılama konusu olan bir meselenin aynı anda bir başka makamın konusu olamaması şeklindeki böyle bir kural, bu kadar kapsamlı bir şekilde uluslararası hukuk alanında ilk defa yer almaktadır. Ama öyle görünüyorki, sözleşmeyi kaleme alanlar „ne bis in idem“ temel kuralını sözleşme hukuku ile uluslararası hukukun sahasına dahil etmek istemişlerdir.

Bu kural komisyon kararlarında çok fazla uygulama alanı bulmamıştır. Çok az başvuru bu sepeble reddedilmiştir. Komisyon ile uluslararası hukukun aynı dava hakkında karar verebelicek durumda olan diğer ilgili makamlar arasında, karara bağlanmış olanlar yada görülmekte olan davalar hakkında düzenli bir bilgi alışverişi olmaması ve bir başka uluslararası makama davasını götürüp götürmediğine yönelik başvurucuya yöneltilen soruya cevap verme hususunda başvurucunun serbest bırakılması gibi sebepler dolayısıyıla, bu şartın gelecektede özel bir rol oynamayacağı söylenebilir.

Sözleşmenin 27/1-b maddesinden ortaya çıkan neticeye göre, başka bir makama sunulan bir başvuru ile komisyon önündeki başvuru esasta aynı olmak zorundadır. Bu da tarafların ve dava konusunun aynı olmasını gerekli kılmaktadır. Buna uygun olarak komisyon, daha önce uluslararası çalışma örgütüne yapılan bir başvuruyu konusu aynı olmasına rağmen tarafları ayrı oluşu sebebiyle kabul etti.. Devlet başvurularıyla bireysel başvurular hakkında aralarında benzerlik olması sebebiyle önceki başvuru ile sonraki başvuru aynı olaylara dayanıyor olsa bile, benzerlik sebebiyle red karadı verilmez. Eğer başvuruların konuları aynı olmasına rağmen, yeni maddi vakalar da başvuruda dile getirilmişse, davanın konusunun aynı olduğu ileri sürülemez.

Uluslararası makamlar olarak nazara alınması gerekli ilk makam, insan hakları ihlallerinde yargı makamı olan BM organlarııdır. Bunların arasındada bilhassa uluslararası medeni ve siyasal hakların kontrol organı olan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonunun adını zikretmek lazımdır.

Avrupa Divanı 27/1-b deki manasıyla ayrı bir makam olamaz. Bu makam önünde herşeyden önce şikayet konusu yada dava konusunun aynı olması şartı yerine gelmeyecektir.

Başvurucu, başvurunun kayıt edilmesinden önce gerekli olan bilgileri şikayet formlarına yazmak zorundadır. Başvurunun bir başka uluslararası hukuk makamı önüne getirilip getirilmediğini komisyon görevi gereği araştırmaktadır.

5. Başvurunun sözleşmenin hükümleri ile bağdaşır olmayışı

 

Bir başvuru komisyon kararlarına göre şahıs yönünden (ratione personae), yer yönünden (ratione loci), konu yönünden (ratione materiae) ve zaman yönünden (ratione temporis) sözleşme hükümleriyle bağdaşmayabilir.

Konu yönünden sözleşme ile uyumlu olup olmadığının tesbiti basit muhakeme usulünü gerekli kılmaktadır. Buna karşılık Komisyonun kişi, zaman ve yer bakımından yetikili olup olmadığının araştırılması, şartların incelenmesinde formal kriterlerdendir.

Komisyon kararlarında, sözleşme hükümleriyle uyuşmazlık ile komisyonun yetkisi arasında tam açık bir ayrım yapılmamaktadır.

 

5. 1. ratione personae

Sözleşmede hüküm altına alınan haklar vatandaşlıklarına, hangi ırktan oluşlarına bakılmaksızın her insana tanınmaktadır. Bir başvurunun kişi yönünden sözleşme ile uyuşup uyuşmadığı, başvuran (aktiv legitimation) yada aleyine başvurulan (passiv legitimation) kişiye bağlıdır.

Başvuranın taraf yada dava ehliyeti olmaması, başvurucunun insan haklarının ihlal edilmemiş olması yada başvuranın insan hakları ihlali teşkil edildiği savunulan devletin fiilinin mağduru olmayışı yada başvuranın hukuki korumadan istifade etme hakkının olmayışı gibi sebeplerle bir başvuru kişi yönünden „ratione persone“ sözleşme ile uyuşmaz bulunup red edilmektedir.

Eğer aleyhinde başvurulan devlet sözleşmenin tarafı değilse yada protokolda yer alan bir hak ihlali iddiasıyla başvuru yapılıyorsa ve bu protokol aleyhinde başvuruda bulunulan ülke tarafından imzalanmamışsa yada ilgili ülke sözleşmenin 64 maddesine dayanarak bir çekince koymuşsa, yada sözleşmenin 4. Ek-Protokolünün 6/1 yada 7. Ek-protokolün 7/2 maddelerine göre bireysel başvuru hakkını tanımamışsa yada aleyhinde başvurulan taraf ilgili eylemden dolayı sorumlu değilse bu tür başvurular aynı şekilde reddedilecektir.

5. 2. ratione temporis

 

Uluslararası hukukun genel kuralları çerçevesinde sözleşmenin yürürlüğe girmesinden feshi ihbar edilmesine yada sözleşme tarafı ülkenin Avrupa parlementosundan istifa etmesine kadar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ilgili devlet için bağlayıcıdır.

Bir başvuru aleyhine başvuruda bulunulan devletin maddi hukuk bağlılığı yada bireysel başvuru hakkını tanıma zamanına bağlı olarak „zaman itibariyle“ („ratione temporis“) sözleşme ile uyuşmaz sayılabilir.

5. 3. ratione materiae

 

Sözleşmede yer almayan haklara dayanarak yapılan ve bu sebeple de komisyonca reddedilen başvuruların sayısı oldukça fazladır. Başvuruda ancak ana sözleşme ve onun ek protokollerinde garanti altına alınan hakların ihlali iddia edilebelir. Ve yine aleyhinde başvuruda bulunulan ülkenin bu hakları korumak üzere yükümlülük üstlenmiş olması şarttır. Eğer başvurucu sözleşmede yada onun ek protokollerinde yer almayan hakların ihlalini iddia ediyorsa, Komisyon böyle bir başvuruyu konu yönünden „ratione materiae“ sözleşme ile uyuşmazlık sebebiyle reddedecektir.

Garanti altına alınmayan haklara bilhassa „sosyal haklar“, uygun bir meskene sahip olma hakkı, meslek edinme hakkı, kamu hizmetlerine giriş hakkı, çevrenin korunması ve iyi bir çevrenin kurulması gibi yine bir ülke vatandaşlığı kazanma, iltica hakkı, suçlunun takibini isteme hakları gibi haklar dahil değildir. Eğer başvuruda, sözleşmede açıkça garanti altına alınmayan bir hak ihlali iddia ediliyorsa, başvurucu tarafından iddia edilen hak ihlalinin, sözleşme ile garanti altına alınan haklardan birisinin koruma alanına girip girmediği kesinlikle incelenmesi gerekmektedir. Airey olayında bilhassa sözleşmede düzenlenen hakların bir çoğunun önemli sosyal ve ekonomik etkilerinin olduğunun altı çizilmiştir. Örneğin sınırdışı edilme tehditine karşı yapılan başvurularda Komisyon, başvuruda bulunan kişi geri iade edildiği ülkede kötü muameleye tabi tutulup tutulmayacağını, eğer tutulacaksa bu muamelenin insanlık dışı ve insanlık haysiyetine aykırı muameleyi yasaklayan sözleşmenin 3. maddesini ihlal edip etmeyeceğini incelemektedir. Ve yine komisyon, sınır dışı etme işlemini, başvurucunun özel ve ailevi hayatını koruma altına alan 8. maddeyi ihlal edip etmediğini aynı şekilde incelemektedir.

Sözleşmenin 19. maddesine göre komisyon, uluslararası kontrol organı olarak sadece sözleşmenin ihlal edilip edilmediğini inceler. Maddi vakaların isabetli olarak tesbit edilip edilmediği yada diğer hakların doğru bir şekilde uygulanmış olup olmadığını incelemez.

Komisyon temyiz mercii değildir. İç hukukda başvurulan en son mercinin bir mahkeme değilde, bir idari makam olsa dahi bu netice değişmeyecektir. Başvuru dilekçesinde özel hukukun, ceza hukukunun yada idare hukukunun hükümlerinin sözleşmenin tarafı olan ülkelerin organlarınca yanlış yorumlandığına yada ulusal hakimlerin delillerin takdirini yaparken yanlış yaptıklarına yada maddi vakaları yanlış tesbit ettiklerine dair verilen bilgiler ve yine sözleşmenin ihlaline dair bir ipucu vermeyen hususlar, davanın kazanılması için bir işe yaramayacaktır. Birçok başvurucunun farkına varmadığı bu husus sıkça sekreterlik tarafından başvuruculara hatırlatılmaktadır. Komisyon bu tür başvuruları açıkça temelden yoksun olması sebebiyle 27/2 maddesine göre reddetmektedir.

Komisyon bir başvurunun maddi yönden incelenmesini üç aşamada yapmaktadır: önce başvuru hakkında iratione materiae“ maddi yönden yetkili olup olmadığını inceler; daha sonra başvurunun açıkça temelden yoksun olup almadığı incelemesini yapar; bu incelemeler başvurucunun lehine sonuçlanması halinde, sözleşmede garanti altına alınan haklardan birisini ihlal edip etmediği olup olmadığı sorusunu ele alır. Eğer komisyon ilgili başvuruyu incelemek için gerekli olan yetkiye sahip olduğunu önceden tesbit edilebiliyorsa, yani davanın temellendiği hak esasta sözleşme ile garanti altına alınmış olduğu önceden tesbit edilebiliyorsa, komisyon prensip itibariyle bu tür başvuruları açıkça temelden yoksun olması sebebiyle reddetmektedir.

Bahsi geçen üç aşama arasındaki sınırlar tam olarak belirlenemez. Her ne kadar sözleşme metninde „rationae materiae“ yer almamaktaysada, komisyon, önüne gelen her bir başvuruyu bu noktadan incelemektedir. Bu uygulama doktrinde eleştirilmiştir:

Bu uygulama ile bir başvurunun „açıkça temelden yoksunluk“ ile diğer şartlar arasındaki farkların belirlenmesi zorlaşmaktadır. Maddi hukuk yönünden yetki „ratione materiae“ ile „açıkça temelden yoksunluk sözleşmede açıkça kural altına alınmamıştır. Eğer bir başvuru sözleşmede yer almayan bir hakka dayanıyorsa, bu başvuru „ratione materiae“ olarak yetkisizlik sebebiyle mi yoksa açıkça temelden yoksunluk“ sebebiyle mi komisyon tarafından red edileceğine karar vermek zordur.

Dava konusu eylem sözleşmede garanti altına alınan haklardan birisini ihlal edip etmediğinin tesbit edilmesi komisyonun görev alanına girmektedir. Sözleşmede yer almayan bir hak ihlaline dayanan başvurunun komisyon tarafından incelemeye alınmaması gerektiğinin tesbit edilmesi ilk bakışta basit görür. Ancak belli başlı bazı hakların sözleşme ile garanti altına alınmamış olduğunun tesbiti, genellikle kolay görünmekte ise de, bunun için sözleşmenin yorumlanması gerekmektedir. Bu sebeple bu gibi durumlarda komisyon kendi yetkisizliğinin tesbitinden ziyade, başvurunun açıkça temelden yoksun olduğunu tesbit edip reddetmelidir. Yine bu görüş kendisini, sözleşmede garanti altına alınmamış olan bir hak, sözleşme ile garanti altına alınmış olan bir hakkın gerçekleştirilebilmesi için gerekli şart olabilir, gerekçesine dayandırmıştır. Eğer Komisyon maddi hukuk yönünden „ratione materiae“ yetkisini sınırlarsa, bu tür soruların incelenme yolunu kapatmış olur.

Komisyonun yeni kararlarında bir başvurunun kabul edilmesinde maddi yönden sözleşme ile uyum içinde olup olmadığına dair geniş bir incelemeye girmeyerek, daha sonra esas hakkında verilecek kararın önüne geçmeme eğilimi görünmektedir.

5. 4. ratione loci

 

Yer itibariyle yetki „ratione loci“ komisyon kararlarında ve öğretide sıkça rastlanan bir kavramdır.

Eğer iddia edilen ihlal aleyhine başvuruda bulunulan ülkenin teritoryumu ( yargı sahası ) içinde gerçekleşmişse sözleşme „ratione loci“ yer bakımından uygulanabilir. Bu teritoryum sözleşmede açıkça tarif edilmemiştir. Ancak 1. madde ve 63. madde teritoryum kavramını anlamaya yarayacak ipuçları içermektedir.

1. maddeye göre, sözleşmeye taraf ülkeler hakimiyet alanındaki herkese, sözleşmede yer alan bütün hak ve özgürlükleri garanti etmektedirler. Bu ifadeden, sözleşmeci devletlerin, sözleşme hükümlerine sadece kendi hakimiyet alanları içinde dikkat edecekleri anlamı çıkmamaktadır. Yani iddia edilen hak ihlali -teritoryal olarak- mutlaka aleyhinde başvuruda bulunulan develetin hakimiyet sınırları içinde işlenmiş olması gerekmemektedir. İlgili devlet uluslararası hukuka uygun yada uygun almayan bir şekilde fonksiyonel olarak devlet kuvveti ile hareket ederek hak ihlaline konu olan eylemi işlemiş olması yeterlidir.

Bir kişinin devletin yargı yetkisi alanına tabi olup olmadığının tesbiti her bir olayın oluş şeklinin incelenmesinden analaşılabilecektir. Komisyonun da ifade ettiği gibi, davalı devletin devlet kuvveti ile hareket ediyor olması yanlız başına yeterli olmaktadır. Devletin sınırlarının içinde yada dışında hareket ediyor olması neticeyi değiştirmeyecektir.

Böylelikle “rotione loci“ sözleşmenin uygulama alanı sözleşme devletlerinin ülke haricindeki diplomatik temsilciliklerini ve konsolusluklarınıda içine alacak şekilde genişlemektedir. Yine bu alana devletler arası ortak çalışmalarda, sınırları aşan trafik işlerinde, gümrük bağlantı yerlerinde, kolluk hizmetlerinde yada suçlulukla mücadelede devlet sınırları dışında devlet kuvvetiyle işledikleri eylemlerde, yine uluslararası koruma gücü olarak iş yaptıklarında aynı durum sözkonusudur.

Sözleşmenin 63. maddesi sözleşmeci devlete yapacağı uygun bir açıklama ile, sözleşmenin uygulama alanını uluslararası ilişkilerinden sorumlu olduğu diğer ülke topraklarını ( teritoryum ) da kapsayacak şekilde genişletme imkanı tanımaktadır.

Bu düzenlemeden ortaya şu gerçek çıkmaktadır. Sözleşmeye taraf ülke kendi başına hareket etmeyen teritoryal memurların hareketlerinden esasta sorumlu olmayacaktır. Yanlız eğer devlet bu tür fiillerini yaptığı açıklama ile kapsam alanına almışsa durum başkadır. Bağlı olan yerlerde, eğer sözleşmeye taraf devlet doğrudan devlet kuvveti ile eylemde bulunuyorsa, sorumluluğu sözleşmeye göre devlet yetkisini kullanarak icra ettiği her eylemde otomatik olarak doğar.

63. madde yerle ilgili yetkiye dair bir hüküm içermemekte, aksine sadece sözleşmeye taraf bir devletin konuyla alakalı sınırlarını içermektedir. Bu sebeple komisyonun inceleme yetkisi 63. madde de dikkate alındığında hak ihlalinin yapıldığı yere göre belirlenmediği ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple yer itibariyle yetki „ratione loci“ tek başına bir şart olarak fazla bir anlam taşımamaktadır.

6. Açıkça temelden yoksunluk

27/2 maddeye göre bir başvuru açıkça temelden yoksun ise, komisyon bu başvuruyu reddetmektedir. Eğer iddia edilen hak ihlali gerçekleşmemişse yada maddi olaylar sözleşmede düzenlenen haklardan birisinin koruma alanına kesin olarak girmiyorsa, bu başvuru açıkça temelden yoksun sayılır.

Böylelikle ön inceleme aşamasında komisyon bir bireysel başvurunun maddi vakalarını da gözönüne alarak esasa ilişkin bir incelemeye girmektedir. Gerçi bu, bir kanuni yolun kabuledilebirliğine dair karar verilmeden esasa yönelik karar verilemez, şeklindeki usul hukukunun ana kurallanıdan birisine ilk bakışta uygun görünmüyor. Şunu nazara almak lazımdır ki, bu düzenleme, başvuru yargılama usulünün genel çerçevesi içinde bir zorunluluk olarak kendisini göstermektedir. Bunun ötesinde komisyon sadece yarı kazai bir yetkiye sahip olduğu içindir ki, o kazai tasarrufta bulunan bir makamın usül hukukunun genel kurallarına bağlılığı gibi kendisini bu kurallar bağlı hissetmez.

Sözleşmenin 28. maddesi, başvuru hakkında ön incelemelerde komisyona bir görev yüklemektedir. Bu göreve göre, komisyon kabul edilebilir gördüğü başvuruların herbiri için dostça çözüm yollarını mümkün kılmak için gereken önlemleri alır, teşebbüslerde bulunur. Bu hedef ancak, ön incelemelerin neticesinde komisyon bir insan hakkı ihlali kanaatine varırsa yada en azından böyle bir ihtimali hesaba katmak zorunluluğu duyarsa, gerçekleşelebir.

Bu şart sebebiyle bir çok başvuru, basit muhakeme usulü yapılan bir inceleme sonrasında „açıkca temelden yoksunluk“ sebebiyle reddedilmektedir. Çünkü bu başvurularda daha ilk bakışta aleyhinde başvuruda bulunulan devlete karşı herhangi bir şikayet sebebi tesbit edilememektedir.

Her ne kadar „açıkça“ kelimesi, maddi gerekçelendirmenin sadece tamamiyle açık seçik olan davalarda nazara alınacağı beklentisini uyandırıyorsa da, komisyon genellikle delillerin yetersizliği sebebiyle reddedilen herbir başvuruda, üstünkörü bir araştırmadan öte bazan „açıkça temelden yoksunluk“un tesbit edilebilmesi için esaslı bir incelemeden sonra karar vermekte ve hatta bazan da çoğunluğun oyu ile red kararı vermektedir. Böylelikle komisyon kararlarında „açıkça temelden yoksunluk“ kriteri dinamik bir kavram olarak ortaya çıkmakta ve „açıkça“lık unsuru ise muhakeme sırasında ise önemini biraz yitirmektedir.

Bu uygulama doktrinde eleştirilmiştir. Eğer komisyon esastan yoksunluğu çok derinlemesine bir araştırma yaptıktan sonra tesbit edebiliyorsa, yada basit bir çoğunlukla sağlıyorsa, böyle bir başvurunun „açıkça“ temelden yoksunluğunu söylemek zordur. Bundan çıkan netice Komisyonun kararlarında „açıkça“ kavramının anlamı üzerinde fazla durulmadan, sözleşmeye aykırı olarak, „açıkça temelden yoksunluk“ kabul etme engel olma özelliğinden çıkarılıp, gerekçelendirmenin şartı niteliğine dönüştürülüyor olmasıdır. Komisyon bu uygulamasıyla açık olan olaylarla sınırlı olan esasa yönelik karar verme yetkisini aşmıştır.

Bu tereddütlere ve eleştirilere rağmen son zamanlarda komisyon uygulamaları doktrinde desteklenmiştir:

Açıkça temelden yoksunluk“ üzerine komisyonun uygulamaları usul ekonomisine hizmet eder ve filtre fonksiyonu ile, Adalet Divanı yada Bakanlar Komitesini boşu boşuna bir dava ile meşgul olmaktan korur. Komisyonun red kararından aynı zamanda sözleşmenin maddi hukuk kısmına yönelik neticeler çıkarılabilir. Bu uygulamayı destekleyen diğer bir görüş ise, ön incelemede verilen red kararı aynı zamanda, bir sonraki aşamada çoğunluğun, başvurunun kabulüne dair bir görüş bildiriminde bulunacağına dair bir beklentinin olmadığına işaret etmektedir.

Komisyon bir çok başvuruyu bu sebeple reddetmiştir. Bilhassa kendileri hakkında verilen mahkumiyet kararlarının tekrar gözden geçirilmesini temin etmek, mümkünse mahkumiyet kararının kaldırılmasını sağlamak için başvuruyu son şans gören mahkumlardan gelen başvurular açıkça temelden yoksunluk sebebiyle reddedilmektedir. Komisyon bu red kararlarında ulusal mahkemelerin kararlarını verirken hukuki yada maddi hata yapıp yapmadığını kontrol etme yetkisine sahip olmadığını, ancak bu hatalar aynı zamanda insan hakları ihlali teşkil ediyorsa bu incelemeyi yapabildiğini ifade etmektedir.

1.1.1991 tarihinden bu yana komisyon açıkça temelden yoksunluk sebebiyle red kararı verdiği başvurularda muhakemede yeni bir global ifade şekli kullanmaktadır. Başvuruların global red kararlarında kullanılan yeni ifadelendirmede, komisyon 27 maddede yer alan diğer red sebeplerini de nazara almaktadır.

7. Başvuru hakkının kötüye kullanılması

 

Eğer komisyon bir başvuruyu, başvuru hakkının kötüye kullanılması olarak mütaalaa ederse, 27/2 maddeye göre, bu başvuruyu reddetmelidir. Bu sebeple birçok başvuru red edilmiştir.

Mevcut komisyon kararları „başvuru hakkının kötüye kullanılması“ kavramından ne anlaşılması gerektiğine yönelik bir belirleme imkanı vermemektedir. Bu kararlar iki gruba ayrılabilir.

Birinci grup başvurular, sözleşmeyle garanti altına alınan hakların korunmasıyla takip edilen hedeften başka bir hedefe sahiptirler. Bu gruba kamu oyuna yönelik politik propaganda ve hakkında başvuruda bulunulan devlete karşı baskı oluşturmak için yapılan başvurular girmektedir.

Komisyon uygulamalarına göre başvurunun, politik olaylar ile sadece bir şeklide ilişkili olması temelde hakkın kötüye kullanılması gerekçesiyle redde yetmemektedir. Kötüye kullanmadan, ancak başvurucunun ana hedefi, sözleşmenin hedefinin haricinde neticeler elde etmeye yönelik ise bahsedilebilir.

İkinci başvuru grubuna ise, hedefi, aleyhinde başvuruda bulunulan devleti rahatsız etmek, saygınlığını zedelemek ve taciz etmek olan başvurular girer. Komisyonun müteaddit defa ikazlarına rağmen davacı, aleyhine başvurulan hükümet aleyhine yada başka bir resmi kurum temsilcisi aleyhine hakaret edici, karalayıcı ifadeler kullanmaya devam ederse bu türden kötüye kullanma söz konusu olmaktadır. Yine bunun yanında komisyon üyelerinden bazılarını rahatsız etmek ya da yanlış bilgilerle komisyonu yargılama sırasında kasti olarak yanıltmaya teşebbüs edilmesi halinde yine başvuru hakkını kötüye kullanma söz konusu olmaktadır.

Bu tür başvuruların haksız yere komisyonun işine mani olduğu yada zorlaştırdığı şüphe götürmez. Ancak başvuru hakkının kötüye kullanması kuralının bu kadar geniş bir şekilde uygulamasının isabetliliği tartışılmıştır. Komisyonun bu türdeki kararları disiplin cezaları mahiyetindedir ki, onun bu hususta yetkisi yoktur. Ne sözleşme ve ne de komisyon içtüzüğü bu hususta bir hüküm içermemektedir. Yargının ve katılanların şerefinin kurtarılması için başka vasıtaların bulunması gerekmektedir. Komisyonun başvurunun kötüye kullanımı hakkındaki kararları emniyetli ve yeterli değildir. Bilhassa moralize etmesi düşündürücüdür. Bu eleştirilere rağmen disiplin cezasını andırır şekilde bir başvurunun reddedilmesini belli şartlar altında bazı yazarlar desteklemektedirler. Başvurucunun yargı makamının taleplerine umursamaz reaksiyon göstermesi, kendisinden istenen bilgileri sebepsiz geciktirmesi gibi haller bu şartlardan sayılmıştır. Bu hareket aynı zamanda başvurunun geri alınması olarak da mütalaa edilebilir.

Komisyonun bu tür kararlarını disiplin önlemleri olarak değerlendiren görüşte eleştirilmiştir. Çünkü kötüye kullanma yüzünden reddedilen mevcut başvurular, zaten açıkça temelden yoksunluk sebebiyle yada 27 maddede sayılan diğer sebeplerden dolayı reddedileceklerdi. Eğer başvurular kabul olunmaya yönelik ciddi belirtilere sahipse, belki o zaman bu eleştiri tutarlı olabilir.

Komisyon kötüye kullanma şartını ihtiyatlı olarak kullanmaktadır.

Her ne kadar ilgili maddede bu şart sadece bireysel başvurularda ileri sürülmesi gerektiği açıkça düzenlenmişse de, başvuru hakkının kötüye kullanılması şartı devlet başvurularında sıkça ileri sürülmektedir. Komisyon buna uygun olarak ilk Yunan olayında ve Türkiye’nin Kıbrıs’a karşı yaptığı başvuruda bu hususta karar vermiştir. Kötüye kullanma hükmü devlet başvurularında da göz önüne alınması gereken bir genel hukuk prensibi olup olmadığı sorusunu komisyon bu olaylarda açık bırakmıştır.avrupa-insan-hakları-mahkemesiavrupa-insan-hakları-mahkemesi

Bir önceki yazımız olan İflasın Ertelenmesi Kararından Sonra Borçlu Hakkında Takip Yapılması başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.