Hukuk düzeni içinde kimi zaman ayrı ayrı korunan değerler, çatışma içine girebilirler. Bugün özellikle basının toplumdaki öneminin artması ve gelişen teknolojinin yardımıyla birlikte basın özgürlüğü ile kişilik hakkı sıkça karşı karşıya gelmektedir. Hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı anda koruması söz konusu olamayacağından bu değerlerden hangisinin, hangi durumlarda diğerine karşı korunacağı sorunu ortaya çıkmaktadır. Günümüzde kişiliği tehdit eden en büyük araçlardan biri basındır. Ancak basın aynı zamanda demokratik bir toplumun en önemli ve vazgeçilmez araçlarından birisidir. Demokratik düzenin temel unsuru olan basın, gelişen teknoloji ve magazin kültürünün artması ile kişiliği daha çok tehdit eder hale gelmiştir. Demokratik bir düzenin öznesi olan kişinin çıkarları ile yine demokratik düzenin vazgeçilmez unsuru özgür basının çıkarları çatışır olmuştur. Bu durum, çatışmanın nasıl çözümleneceği sorununu ortaya çıkarmıştır.
KİŞİLİK ve KİŞİLİK HAKKI
Kişilik, kişiyi ve onun sıfatıyla haiz olduğu tüm hakları ifade etmektedir. Kişinin, kişi olması dolayısıyla taşıdığı hakların tamamına ise ‘’kişilik hakları’’ denir. Kişinin ismi, resmi, özel hayatı, vücut bütünlüğü, ekonomik varlığı, şeref ve haysiyeti, sırları kişilik hakları kavramı altında ele alınmaktadır. O halde kişilik hakkı dediğimiz kavram; kişiyi var eden, kişiliğini serbestçe geliştirmesini sağlayan, diğer kişilerden farklılığını temin eden bütün değerler üzerindeki haktır. Ancak teknolojik gelişmelerin paralelinde insan ilişkilerinin artması kişilik hakkına yapılan müdahaleleri de beraberinde getirmiştir. Özellikle medya araçları yoluyla yapılan açıklamalar geniş kitlelere hitap etmekte ve inandırıcılıkları açısından insanlar üzerinde daha güçlü etki yapmaktadır. Böylece kişi yüz yüze yapılan ihlallere oranla daha fazla zarar görmektedir. Anılan ihlaller, özel hayat çevresine giren olayların öğrenilmesi, başkalarına anlatılması ve hayatından bahsedilen kişi hakkında bazen bir değer hükmünü içeren beyanlarda bulunulması şeklinde olacaktır.
Belirtmek gerekir ki; insanın yaşadığı iki saha vardır. Birincisi,sadece kendisinin bilmesini istediği saha(gizli saha). Bunun yanında bir de, bütün insanlarla değil, sadece yakınları ve arkadaşlarıyla paylaşmak istediği hayat sahası vardır (ortak saha). İşte kural olarak bu iki sahaya dair olayların yayımlanması hukuka aykırı olacak ve kişinin özel yaşamı ihlal edilecektir. Bu ihlallerden doğan maddi ve manevi zararın telafisi ise hukuk düzeni tarafından sağlanacaktır.Ancak hukuk düzeni bir taraftan bireyin maddi ve manevi kişisel değerlerini tanıyıp koruma altına alırken, diğer yandan da düşünce ve ifade özgürlüğü ve bunun uzantısı olan basın özgürlüğüne (Anayasa md. 26, 28) de yer vermektedir. Görüldüğü üzere kişilik hakkı ihlali korunması gereken başka bir değerle, basın özgürlüğü ile çatışma halindedir.Bu durumda çatışan değerlerden biri objektif açıdan hukuka uygun kabul edilecektir. Böylece daha az üstün olan değer, daha üstün olan değer karşısında o olay için hukuk düzenince korumasız kalacaktır. Bu bağlamda, basın özgürlüğü kamuoyunu aydınlatmanın ötesine geçer ve kullanılan araç da amaca uygun olmazsa, kişinin şeref ve haysiyetinin korunması değeri basın özgürlüğünden üstün tutulacaktır. Böylece kişilik hakkı ihlal edilen kişi Medeni Kanun, Ceza Kanunu, Basın Kanunu ile Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun gereği koruma altına alınacaktır.
MEDYA YOLUYLA YAPILAN SALDIRILAR ve SALDIRILARDAN KORUNMA YOLLARI
Kişilik haklarına medya yoluyla saldırılması gazete, dergi, internet veya radyo televizyon yoluyla kişi hakkında yayınlar yapılması suretiyle olur. Örneğin bir gazete yazısında kişinin eşinden başka biriyle ilişki yaşadığının yazılması, bir dergide kişinin özel hayatına ilişkin gizli fotoğrafların ifşa edilmesi, bir televizyon yayınında kişiye ahlaksız bir fiil isnat edilmesi ya da bir radyo yayınında kişinin özel ya da mesleki sırlarının ifşa edilmesi hep bu kapsamdadır.
Bir fiilin bir kişinin kişilik haklarına objektif olarak saldırı teşkil ettiği söylenebiliyorsa bu, bütün hukuk sistemi açısından böyledir. Ancak her hukuk dalı buna farklı bir karşılık vermiş olabilir. Örneğin medeni hukuk buna “tazminat” veya “fiilin durdurulması” sonucu bağlarken ceza hukuku “ceza” sonucunu bağlamıştır. Ancak bu sonuçlar, tüm eylemler için her zaman uygulanacak sonuçlar niteliğinde değildir. Bazı eylemler yalnızca “ceza” ile karşılanırken bazı eylemler hem tazminat hem de ceza ile karşılanabilmektedir. Bu, özellikle ceza hukuku alanında kendini göstermektedir. Çünkü bir davranış ancak ceza kanununda suç olarak düzenlenmişse bir ceza ile karşılanabilecektir. Bu nedenle bir yayın kişilik haklarına saldırı teşkil etse bile ceza hukuku anlamında suç teşkil etmiyorsa ona ceza hukukuna has yaptırımlar uygulanamayacaktır. Bu nedenle kişilik hakları anlamında ceza hukuku en dar alan olma özelliğine sahip olup ancak belli bir ağırlığa ulaşmış eylemler suç olarak görülüp cezalandırılabilecektir. Ancak bir eylem suç teşkil etmese bile o eylem bir haksız eylem olarak kabul edilip medeni hukuka has yaptırımlarla karşılanabilir. Daha açık bir ifade ile bir eylem suç değildir denilse ve bu nedenle savcılıklarca “ceza” mahkemesinde dava açılmasa bile onun durdurulması veya tekrarının önlenmesi ya da maddi manevi tazminat amacıyla “hukuk” mahkemesinde gerekli davalar açılabilir. Ayrıca medya hukukuna has önlemler olarak tekzip yani cevap hakkı ya da idari şikayet yollarına başvurulabilmesi de mümkündür.
Türk Medeni Kanunun 24. maddesine göre‘’Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.’’ Bu hüküm çerçevesinde Medeni Hukuk anlamında kişilik haklarına saldırı daha geniş bir temelde düzenlenmiştir denilebilir.
Medeni Hukuk anlamında hangi eylemlerin kişilik haklarına saldırı olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak bir kimsenin şerefi, onuru, insanların gözündeki itibarı, namusu, lekelenmeme hakkı, özel hayatının gizliliği, özel veya mesleki sırları gibi değerlerine saldırı haklı bir sebebe dayanmadıkça kişilik haklarına saldırı teşkil edecektir. Medya açısından da kamunun haber alma hakkı ile kişilik hakları çatışacaktır. Hangi halde hangisinin ağır basacağı her somut olayın özelliklerine göre değerlendirilecektir. Örneğin bir kimseye açık bir hakaret açısından kamunun haber alma hakkından söz edilemeyecekken bir yolsuzluk soruşturmasının haber yapılması bu kapsamda sayılamayabilecektir.Türk Medeni Kanunu md.25’de, “Davacı, hâkimden saldırı tehlikesinin önlenmesini, sürmekte olan saldırıya son verilmesini, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini isteyebilir. Davacı bunlarla birlikte, düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere bildirilmesi ya da yayımlanması isteminde de bulunabilir. Davacının, maddi ve manevi tazminat istemleri ile hukuka aykırı saldırı dolayısıyla elde edilmiş olan kazancın vekâletsiz iş görme hükümlerine göre kendisine verilmesine ilişkin istemde bulunma hakkı saklıdır” denilmek suretiyle açılabilecek davalar genel olarak belirtilmiştir.
MEDYA YOLUYLA YAPILAN KİŞİLİK HAKKI İHLALLERİNDE HUKUKİ KORUNMA YOLLARI
KORUYUCU DAVALAR
1-Önleme Davası: Bu dava hukuka aykırı bir tecavüz henüz başlamadan evvel o tecavüzü önleyen bir davadır. Önleme davasının açılabilmesi için kişilik hakkına tecavüz ihtimali olması yeterli değildir. Tecavüz tehlikesinin yakın ve ciddi olması gerekmektedir. Anılan dava bir eda davasıdır ve yapmamama yükümü yüklemektedir. Karara rağmen, tecavüzde bulunulursa bu durum tazminat davalarında kusurun tespitinde esas alınacaktır.
2-Durdurma Davası: Bu dava devam etmekte olan hukuka aykırı tecavüzün sona erdirilmesini sağlayan bir davadır. Basın yoluyla yapılan ihlallerde basılmış eser mevcut olduğu sürece kişilik hakkı ihlali devam etmektedir. Bu şekilde etkisi devam eden basın açıklamalarına karşı ise, durdurma davası açılabilecektir. Buna karşılık radyo ve televizyon yoluyla yapılan kişilik hakkı ihlallerinde seri halde devam eden programlar ve reklamlar için durdurma davası açma yoluna gidilebilecektir.
3-Tespit Davası: TMK. 25’e göre, kişilik hakkı ihlal edilen kişi, “..sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini isteyebilir..”. O halde sona ermiş olsa bile tecavüzün hukuka aykırılığı tespit ettirilebilecektir. Basın yoluyla yapılan ihlallerde basılmış eser mevcut olduğu sürece kişilik hakkı ihlali devam edeceğinden durdurma davası tespit davasının işlevini üstlenecek ve daha kapsamlı bir koruma sağlayacaktır.
4-Kararın Yayımlanması veya Üçüncü Kişilere Bildirilmesi: TMK. 25/2’ye göre; ‘’kişilik hakkı ihlal edilen kişi, açtığı koruyucu davalarla birlikte kararın yayımlanmasını veya üçüncü kişilere bildirilmesini talep edebilecektir.’’ denilmektedir. O halde anılan imkân bağımsız bir dava değil, koruyucu davalarla beraber istenebilecek olan bir taleptir. Medya yoluyla yapılan kişilik hakkı ihlalleri etkilerini geniş kitleler üzerinde doğurduğu için kararın üçüncü kişilere bildirilmesinden ziyade, yayımlanması yolu tercih edilecektir.
5-Cevap ve Düzeltme Hakkı: Cevap ve düzeltme hakkı, basın özgürlüğünün kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla, ilgili kişi veya kuruluşlara aynı araçlardan yararlanarak düşüncelerini açıklama, kendilerini savunma, yanlış beyanları düzeltme imkânı sağlayan bir haktır. Anayasanın 32. maddesi ile güvence altına alınan bu hak, Basın Kanununun 14. maddesi ile Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunun 28. maddesinde özel olarak düzenlenmiştir.
Tazminat Davaları:
1-Maddi Tazminat Davaları: Maddi tazminat davası, kişisel değerlere yapılan haksız bir saldırı nedeniyle kişinin malvarlığında meydana gelen azalmanın yani zararın telafisi amacını gütmektedir. Söz konusu zararı, medya yoluyla yapılan yayın nedeniyle kişilik hakkı ihlal edilen kişinin yayından önceki malvarlığı durumu ile yayından sonraki malvarlığı durumu arasındaki fark oluşturur. Maddi tazminat bu farkı kapatmaya yönelen bir davadır.
Medya yoluyla kişilik hakkına yapılan saldırı nedeniyle açılacak maddi tazminat davasının şartları Türk Borçlar Kanunu md.49 ’e göre tayin edilecektir. Yani maddi tazminat davasının açılması için;
– kişilik değerine yönelik haksız bir saldırı bulunmalı
– saldırıda bulunan taraf kusurlu olmalı
– saldırı dolayısıyla parasal bir zarar doğmuş olmalı
– doğan zarar ile saldırı arasında illiyet bağı bulunmalıdır
Türk Borçlar Kanunu md.50/1’de‘’Zararın miktarını ispat, zarara uğrayan kişiye düşer.’’demektedir. Medya yoluyla kişilik hakkına saldırı sonucunda doğan maddi zararın varlığının ve miktarının davacı tarafından ispat edilmesi oldukça güçtür. İşte bu gibi zararın miktarını ispatın mümkün olmadığı hallerde hâkim, olayın olağan akışına ve zarar görenin aldığı önlemlere göre zararın miktarını tayin edecektir. Hukuka aykırı açıklama neticesinde zarara uğrayan kişinin, bu açıklama dolayısıyla yarar elde etmesi de mümkün olabilir. Meselâ, medya yoluyla ağır eleştiriye uğrayan kitabın kamuoyunun dikkatini çekerek daha fazla satması söz konusu olabilir. Bu durumda fazla elde edilen yarar, zararın ve miktarının tayininde göz önünde bulundurulmalı ve denkleştirme ilkesi gereği zarardan mahsup edilmelidir.
2-Manevi Tazminat Davaları: Medya yoluyla kişilik hakkı ihlal edilen kişi, yapılan saldırı nedeniyle çektiği acı ve duyduğu üzüntünün karşılığında manevi tazminat isteminde bulunabilecektir (TMK.25, TBK.49). Madde metninde söz edilmemekle birlikte manevi tazminat için diğer koşulların yanı sıra ihlali yapanın kusuru da aranacaktır. O halde manevi tazminat davasının açılabilmesi için;
– kişilik değerine yönelik haksız bir saldırı bulunmalı
– saldırıda bulunan kusurlu olmalı
– saldırı dolayısıyla manevi bir zarar doğmuş olmalı
– doğan zarar ile saldırı arasında illiyet bağı bulunmalıdır.
Kural, acı ve üzüntünün davacıya bir miktar para verilmek suretiyle azaltılması olmakla birlikte; hâkim parayla birlikte veya para yerine, başka bir tazmin yoluna karar verebileceği gibi saldırıyı kınayan bir karar vermekle de yetinebilir. Hâkim tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alacaktır. Belirtmek gerekir ki, manevi zararın tespiti ve derecesi tayin edilirken kamuya mal olmuş kişiler ile anonim kişiler arasında ayrım yapmak gerekecektir. Ayrıca medya yoluyla yapılan kişilik hakkı ihlallerinde ihlalin meydana geldiği kaynak da önem taşır. Zira gazeteye gönderilen okuyucu mektubu ile bir TV programına katılan konuğun açıklamaları aynı şiddette değildir.
Vekâletsiz İşgörme Davaları: TMK. 25/3’e göre davacının maddi ve manevi tazminat istemleri dışında hukuka aykırı saldırı dolayısıyla elde edilmiş olan kazancın vekâletsiz işgörme hükümlerine göre kendisine verilmesine ilişkin talepte bulunma hakkına da cevaz vermiştir. Burada mağdurun elde etmek istemediği ya da elde edemediği kazancın iadesi söz konusu olmaktadır. Kişinin şeref ve haysiyetinin ihlal edilmesinin yarattığı sansasyon nedeni ile elde edilen kazanç mağdur açısından maddi zarar niteliğinde olmadığı için vekaletsiz işgörme talebine konu olabilecektir.
ÖRNEK BİR OLAY “BAŞBAKAN VE KARİKATÜRİSTLER”
Recep Tayyip Erdoğan son yıllarda karikatüristlere açtığı tazminat davaları ile gündeme gelmiştir. 5 Nisan 2004’te Sefer Selvi’nin Evrensel gazetesinde yayımladığı karikatür ile başlayan davalar silsilesi; 9 Mayıs 2004’te Musa Kart’ın Cumhuriyet Gazetesi’nde çizdiği karikatür ile devam etmiştir. Musa Kart için açılan davanın yerel mahkeme tarafından kabul edilmesine tepki olarak da Penguen Karikatür Dergisi 24 Şubat 2005’te dergi kapağını “Tayyipler Âlemi” olarak yayımlamıştır. Bu kapakta Başbakan sekiz ayrı hayvan ( kurbağa, deve, maymun, ördek, yılan, fil, zürafa ve inek) olarak resmedilmiştir.
Karikatür basının kullandığı şey açıklama biçimlerinden biridir. İnsan ve toplumla ilgili her türlü olayı konu alarak abartılı bir biçimde veren, güldürücü ve düşündürücü resim olarak tanımlanan karikatür, bir eleştiri aracı olarak çok kuvvetlidir. Herhangi bir konu ile ilgili sayfalarca anlatılacak bir şey, tek bir karikatür ile kolayca ve etkili olarak anlatılabilir. Karikatür sanatı doğası gereği abartı içerir ve toplumun aksak yönleri ile ilgili alay vardır. Ancak aynı zamanda özellikle siyasi karikatürler belli bir siyasal düşünce temeli taşır.
Bahsedilen karikatürler, ortaya konan ilkeler çerçevesinde incelendiğinde kamu yararı ile ifade şekli ilkesinde tartışma söz konusudur. Siyasetçilerin eleştiriye daha açık olmaları gerektiği hem de karikatürün doğası gereği abartı ve alay içerdiği kabul edilirse, karikatürlerin hukuka uygun olduğu kabul edilmelidir. Ayrıca bahsedilen karikatürlerin hepsi Başbakan’ın içinde bulunduğu bir duruma ya da yaptığı bir şeye tepki olarak ortaya çıkmıştır. Keza Yargıtay bir kararında:
“Devlet yönetiminde meydana gelecek usulsüz ve devlet politikasına uygun düşmeyen işleri kamuoyuna duyurmak ve bu yolla tartışmaları başlatmak basının görevleri arasındadır. Davacı tamamen kendi iradesiyle yarattığı bu ortamın basın yoluyla eleştirilmesine katlanmak zorundadır. Dava konusu olan yazı gerçek olaylara dayandırıldığından böyle bir olayın basın yoluyla kamuoyu önünde tartışılmasında kamu yararı vardır…”demektedir.
Yargıtay kişinin kendi iradesiyle başlattığı tartışma dolayısıyla eleştirilmesine katlanması gerektiğini belirtmiştir.Bahsedilen karikatür davaları ilk derece mahkemeleri tarafından reddedilmiş ya da kabul edilenler Yargıtay tarafından bozulmuştur.
SONUÇ
Hukuk düzenince; kişiliğin daha çok korunması basını iş yapamaz hale getirebilecekken, basın özgürlüğünün daha çok korunması -özellikle gelişen teknolojinin de yardımıyla- kişiyi bir anda tüm kamuoyu önünde savunmasız bırakabilecektir. Bu iki değer arasındaki dengenin iyi kurulması gerekmektedir. Özellikle iç hukukumuz açısından, hâkimlere çok iş düşmektedir. Hâkim önüne gelen olayda karar verirken, bu dengeyi iyi kurmalıdır. Unutulmamalıdır ki basın özgürlüğü demokratik toplumun vazgeçilmez unsurlarından biridir. Özgür bir basın ancak kendisine yüklenen haber verme, denetleme, kamuoyu oluşturma gibi görevleri yerine getirebilir. Ancak basın kişilerin hayatlarına çok kolay ve derinden müdahale edebildiği için basın beraberinde toplumdaki önemi derecesinde sorumluluk da taşımalıdır.
Basın ile kişiliğin çatışmasına çözüm için hukuki olarak birçok düzenleme ve birçok mahkeme kararı olmasına rağmen fiili durum açısından bazı farklı sorunlar da söz konusudur.
Bir önceki yazımız olan BİYOMETRİK DELİLLERİN KORUNMASI VE DELİL NİTELİĞİ başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.